45. Câsiye Sûresi

 

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 37 âyettir. 14. âyet Medine döneminde inmiştir. Adını 28. âyette geçen “diz çöken” anlamındaki câsiye kelimesinden alır. Buna Şeriat sûresi, Dehr sûresi de denilir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2. (Bu) Kitab’ın indirilmesi, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah’tandır.

3. Şüphesiz göklerde ve yerde iman edenler için (Allah’ın varlığına ve kudretine) deliller/işaretler vardır.

4. (Allah’ın) sizi yaratmasında ve (yeryüzüne) yaydığı her bir canlıda, (ve her canlıyı uygun ortamlarına göre yaymasında) kesin iman eden bir kavim için âyetler (nice ibretler) vardır.

5. Gece ile gündüzün (peş peşe) değişmesinde, Allah’ın gökten bir rızık (sebebi) indirip onunla, ölümünden sonra yere can vermesinde, rüzgarları (türlü hallere) evirip çevirmesinde, aklı erip anlayan bir kavim için nice işaret (ve ibret)ler vardır.

6. Bunlar, hakkıyla oku(yup anlat)tığımız, Allah’ın âyetleri (delilleri)dir. Artık onlar, Allah’ın (kelâmı ve delili olan)[1] âyetlerinden sonra, hangi söze inanırlar?

7. Vay yalana, günaha dadananların haline!

8. (Bu kimseler) Allah’ın âyetleri kendilerine okunurken işitirler de, sonra büyüklük taslayarak, sanki onları hiç işitmemiş gibi (inkârlarında) ısrar ederler. Onlara acıklı bir azabı haber ver.

9-10. (O) bizim âyetlerimizden bir şey (duyup) öğrendiği zaman, onu eğlence edinir. İşte bunlar için aşağılayıcı bir azap, ardından da cehennem vardır. Ne kazandıkları şey, ne de Allah’tan başka edindikleri (putlar ve tâğût gibi) dostlar, (Allah’ın azabından) hiçbir şeyi onlardan defedip giderir. Onlar için büyük bir azap vardır.

11. Bu (Kur’an); doğru yolu gösteren (hidayet rehberi)dir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenlere ise, en şiddetlisinden acıklı bir azap vardır.

12. Allah O’dur ki hem gemiler akıp gitsin, hem de (siz) lütfundan (rızık) arayasınız ve şükredesiniz diye denizi istifadenize vermiştir.

13. Göklerde ne var, yerde ne varsa, hepsini (Allah), kendi (lütfu)ndan sizin istifadenize verdi. Şüphesiz bunda düşünecek bir toplum için elbette ibretler vardır. [bk. 16/52]

14. (Resûlüm!) iman edenlere söyle: Allah’ın (yargı) günlerini(n geleceğini) ümit etmeyenleri(n yaptığı kabalıkları ve şahsî hataları) bağışlasınlar. Çünkü O, her bir kavme kazanmakta olduklarının karşılığını mutlaka verecektir.

15. Kim sâlih bir amel (sevaplı bir iş) işlerse, kendi (fayda)sınadır. Kim de kötülük ederse, kendi aleyhinedir. Sonra (hepiniz) Rabbinizin huzuruna döndürüleceksiniz.

16. Andolsun ki biz, (vaktiyle) İsrâiloğulları’na Kitab, hüküm (hâkimiyet) ve peygamberlik verdik, onları tertemiz şeylerden rızıklandırdık ve onları (devirlerindeki)[2] âlemlere üstün kıldık.

17. Ayrıca onlara (dinde) emir(lerimiz)den deliller/âyetler verdik. Onlar ancak, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki dikbaşlılık/çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, kıyamet günü, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir.

18. Sonra (Resûlüm!) Seni emr(imiz)den bir şeriat üzere kıldık. Artık sen ona uy, onu bilmeyen (ve onu istemeyen)lerin hevâ(larına arzu)larına uyma! [bk. 3/19 ve dipnotu; 42/13-21]

(Yüce Allah “Şeriatı bilmeyenlerin hevâlarına uyma.” buyurmaktadır. Hevâ Allah’ın ulûhiyet ve Rabliğini kabul etmeyenlerin en büyük putudur. Başka bir âyette vahye dayanmayıp yalnız hevâsına uyanlar, sapıklıkla nitelendirilmektedir (28/50). Gerek Mekke müşrikleri, gerek hevâsını ve ona bağlı olarak aklını putlaştıranlar, gerekse batıl ideolojiler, İslâm dinini daima değersiz ve gereksiz olarak göstermeye çalışmışlardır.)

19. Çünkü onlar, Allah’tan (gelecek) hiçbir şeyi asla senden savamazlar. Şüphesiz zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da muttakîlerin (ihlasla emirlerine uygun yaşayanların) dostudur.

20. Bu (Kur’an), insanlar için hem (kurtuluş yollarını gösteren) kalp gözleri, hem de kesin inanan bir toplum için doğru yol rehberi ve rahmettir.

21. Yoksa, kötülükleri işleyen (Allah’ın emirlerini çiğneyip putlaşan arzularına göre yaşayan) kimseler, kendilerini hayatlarında ve ölümlerinde, iman edip de sâlih amel işleyenlerle eşit yapacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar! [bk. 38/28; 59/20]

22. Allah, gökleri ve yeri hak (ve hikmet gayesi) ile yarattı. Öyleyse herkes (dünyada) kazandığının karşılığını görecek ve kimseye haksızlık edilmeyecektir.

23. Arzu ve heveslerini ilâh edinmiş, bilgisine rağmen (Allah’ı bırakıp da o hevâsına kul olmasından dolayı)[3] Allah’ın da kendisini sapıklıkta bıraktığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne de bir perde çekmiş olduğu kimseyi gördün mü? Şimdi (bana söyle) artık Allah’tan başka, onu doğru yola kim getirebilir? Hâlâ düşünmeyecek misiniz? [krş. 25/43; 28/50]

24. Dediler ki: “(Hayat) dünya hayatından başkası değildir. Ölürüz de, yaşarız da. Bizi zamandan başkası helak etmiyor.” Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgisi yoktur. Onlar sadece (böyle) zannediyorlar.

(“Bizi ancak zaman öldürür.” sözü, İslâm öncesinde, Allah’ı tanımayanların câhiliye mantığıyla söylenmiş sözdür. Çeşitli zamanlarda duyulan ve tekrar edilen bu söz, yine Dehriyye görüşüne sahip, yani maddeci ateist kafaların bir ürünüdür. Gayeleri Allah’ı tanımayıp sorumsuz ve başıboş yaşamaktır. Böylece arzularını ilâhlaştırmaları, onları bir fikir boşluğuna ve Allah’a karşı küstahça bir ifadeye itmiştir.) [bk. 6/29-30 ve dipnotu; 10/7-8; 23/37-42; 36/12; 52/ 35-36; 67/2]

25. Onlar(ın, kendilerin)e açık açık âyetlerimiz okunduğu zaman: “Eğer doğru söyleyenler iseniz (ölmüş) atalarımızı getirin.” demelerinden başka delilleri yoktur.

26. De ki: “Size Allah hayat veriyor, sonra sizi O öldürecek. Nihayet sizi, hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet günü O bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” [bk. 2/28; 22/66; 30/27; 40/11]

27. Göklerin ve yerin mülkü (hâkimiyet ve idaresi) Allah’ındır. Kıyamet kopacağı gün, (işte) o gün, o batıla sapanlar hüsrana uğrayacaktır.

28. (Resûlüm!) Sen her ümmeti, diz çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet Kitab’ına (amel defterini almaya) çağrılır: “Bugün (dünyada) yapmış olduklarınızın karşılığı verilecektir.” (denilir).

29. “Bu, size gerçeği söyleyen kitabımızdır. Çünkü (her) ne yapıyor idiyseniz biz (meleklere) yazdırıyorduk.” [bk. 17/14; 18/49; 75/13-15]

30. İman edip de iyi amel (ve hareket)lerde bulunanlara gelince, Rableri onları rahmetine erdirir. Bu da apaçık kurtuluş (ve saadet)in ta kendisidir.

31. Küfre sapanlara gelince: “Âyetlerim size okunmuş fakat siz büyüklük taslamış, (yüz çevirip) günahkâr bir toplum olmuştunuz, değil mi?” (denilecek.)

32. (Size:) “Allah’ın vaadi gerçektir. (Kıyamet) saat(in)de asla şüphe yoktur.” denildiği zaman: “O saatin ne olduğunu bilmiyoruz. Biz, ancak (onun) bir tahmin/bir kuruntu olduğunu sanıyoruz, kesin bilgi elde etmiş değiliz.” demiştiniz.

33. (O gün) yaptıkları kötülükler, açığa çıkıp gözükecek ve alaya aldıkları şey(in azabı) kendilerini kuşat(ıp mahved)ecektir.

34. (Onlara) denilir ki: “Nasıl siz bu gününüze kavuşmayı unuttuysanız, bugün de biz sizi unutup bırakacağız; artık yeriniz ateştir, size yardımcı olanlar da yoktur.”

35. “Bunun sebebi, Allah’ın âyetlerini eğlence edinmeniz ve dünya hayatının sizi aldatmasıdır.” denilir. Artık bugün, onlar oradan çıkarılmayacak, kendilerinden (tevbe ve itaatle Allah’tan) hoşnutluk dilemeleri istenilmeyecek/kabul edilmeyecektir.

36. O halde (bütün) hamd, ancak göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün âlemlerin Rabbi Allah içindir.

37. Göklerde ve yerde büyüklük/ululuk ancak O’na mahsustur.[4] O, mutlak galiptir, tek hüküm ve hikmet sahibidir.


[1] Celâleyn.

[2] Beydâvî; Celâleyn.

[3] Allah’a kul olma özelliğini kaybedip, nefsine tapan insanlar bütün iş ve hareketlerinin doğruluk ve meşruluk onayını Allah’ın buyruklarından değil, nefislerinden, ona hoş gelip gelmemesinden almaktadır. Böylece onlar, nefsini, hatta nefsânî aklını ilâhlaştırmıştır. Mehmed Âkif bunu şöyle ifade ediyor: “Beşerin taptığı kendisinin heykelidir / Dinlemem, etse de Allah’ı bütün gün takdîs / Ben bu mel’ûn putun uğrunda geberdim / Hâlâ kabaran kokmuş içimden: Yaşasın nefs-i nefîs!” Nefsin/hevâ ve hevesin hâkim olduğu yerde dalâlet (sapıklık) vardır. İnsan ondan kendisine pay ayırdığı ölçüde sapıklık içindedir.

[4] Siz de O’na tekbir getirin.