21. Enbiyâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 112 âyettir. 44. âyet için “Medenî” diyenler vardır. Enbiyâ, “peygamberler” demektir. Peygamberlerden bahsettiği için bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. İnsanların hesâb(a çekilme zaman)ı yaklaştı. Hal böyle iken onlar, hâlâ gaflet içinde yüz çevirmektedirler.

2-3. Rablerinden kendilerine yeni bir öğüt (ve ikaz) gelmeyegörsün, hemen onunla alay ederler. (Hem de) kalplerinden onu oyuna/eğlenceye alarak (dinlerler). Zulmedenler (aralarında) gizlice şöyle fısıldaşırlar. “Bu (Muhammed) de sizin gibi bir insan değil mi ki? Siz artık göre göre (bu) sihire mi gid(ip uy)acaksınız?” [bk. 17/47; 41/26]

4. (Peygamber onlara:) “Rabbim gökte ve yerde olan (her) sözü bilir. O hakkıyla işitendir, bilendir.” dedi.

5. (Onlar:) “Hayır! Bu (âyetler), karmakarışık rüyalardır. Hayır! Onu o uydurmuştur. Hayır! O bir şairdir. (Şâyet böyle değilse,) o halde bizden öncekilere (mucize) gönderildiği gibi, o da bize bir âyet (mûcize) getirsin.” dediler.

6. (Resulüm!) Bunlardan önce helak ettiğimiz (kavimler içinde böyle diyen) hiçbir şehir/belde (halkı) iman etmemişti. Şimdi bunlar mı iman edecek?

7. Biz senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını (peygamber olarak) göndermedik. Eğer bilmiyorsanız zikir ehline (müttakî âlimlere) sorun. [krş. 16/43]

8. Biz onları yiyip içmeyen bir beden sahibi yapmadık ve (dünyada) ebedî kalıcı da değillerdir.

9. Sonra biz, onlara verilen sözü(müzü) yerine getirdik, hem kendilerini hem de dilediğimiz kimseleri kurtardık, (inkâr ve isyanda) aşırı gidenleri de helak ettik.

10. Andolsun ki biz, size içinde zikriniz (şan, şeref, ahkâm ve öğüdünüz) bulunan bir Kitab indirdik. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

11. Biz (şımaran ve güçsüz halka) zulmeden nice şehri kırıp geçirdik ve onların ardından başka kavimler meydana getirdik. [bk. 17/16-17; 22/45]

12. Onlar azabımızı hissettikleri zaman, oradan (şehirlerinden) hemen kaçmaya koyulurlar.

13. “Kaçmayın, içinde şımartıldığınız şeylere ve yurtlarınıza dönün. Çünkü siz sorguya çekileceksiniz.” (denildi).

14. (Kurtulamayınca:) “Eyvah bize! Gerçekten biz zalim kimselermişiz.” dediler.

15. Onların işte bu feryatları, biz onları biçilmiş bir ot, sönmüş bir ateş haline getirinceye kadar devam etti.

16. Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri oyun oynamak üzere (ve eğlencelik olsun diye) yaratmadık.[1] [bk. 38/27; 53/31]

17. Eğer bir eğlence edinmek dileseydik, onu elbet kendi tarafımızdan (şânımız için) edinirdik. Ne var ki biz böyle (eğlence ve oyun olsun diye) yapmadık. [bk. 30/8; 38/27; 44/38-39]

18. Hayır! (Biz gerçeği söyler, gerçeği yaparız,) biz hakkı batılın üzerine fırlatırız da o bunun beynini parçalar. Bir de bakarsın ki o (batıl) yok olup gitmiştir. (Allah’a karşı yalan olarak) yakıştırdığınız sıfatlardan dolayı vay siz(in haliniz)e! [bk. 17/81]

19-20. Göklerde ve yerde olanlar ancak O’nundur. O’nun nezdindeki (melek)ler O’na kulluk etmekten kibirlenmezler ve yorulmazlar. Gece ve gündüz (nefes alıp verir gibi) ara vermeden (O’nu) tesbih ederler. [bk. 4/172]

21. Yoksa yeryüzünde onlar (o müşrikler, Allah’tan başka), ölüleri diriltecek birtakım tanrılar mı edindiler?

22. Eğer göklerde ve yerde Allah’tan başka ilâhlar olsaydı, elbette ikisi(nin idare ve düzeni) de bozulurdu.[2] Arşın Rabbi olan Allah, onların uydurup yakıştırdıkları sıfatlardan yüce (ve münezzeh)tir. [bk. 23/91]

23. O(’na) yaptığından sorulmaz (O’nu sorguya çekecek yoktur), insanlar ise sorguya çekilirler. [bk. 15/92-93; 23/88]

24. Yoksa O’ndan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: “(Yaptığınızın doğruluğunu ispatlayacak) kesin delillerinizi getirin. İşte benimle beraber olan (müslüman)ların Kitab’ı; üstelik benden öncekilerin Kitab’ı da (ortada).”[3] Fakat onların çoğu hakkı bilmezler, bu sebepten dolayı da yüz çevirirler.

25. Nitekim, senden evvel hiçbir peygamber göndermedik ki ona: “Şüpheniz olmasın ki benden başka hiçbir ilâh yoktur, o halde bana kulluk edin!” diye vahyetmiş olmayalım. [bk. 16/36, 43-45]

26. “Rahmân (olan Allah) çocuk edindi.” dediler. O’nun şânı yücedir (ve bunlardan uzaktır). Hayır! Onlar(ın evlat dedikleri melekler) kerîm (şerefli) kullardır. [krş. 16/57]

27. Onlar, O’ndan önce (izinsiz) söz söylemezler ve (ancak) O’nun emriyle hareket ederler.

28. (Allah) onların önlerinde ve arkalarında olan şeyleri (yani yaptıklarını ve yapacaklarını) bilir. (Melekler) O’nun razı olduğu kimseden başkasına şefaat edemezler ve O’nun korkusundan titrerler. [krş. 2/255; 20/109; 53/26; 78/38]

29. Onlardan kim: “O (Allah)’ın yanısıra ben de bir ilâhım.” derse,[4] işte onu cehennemle cezalandırırız. Zalimlere işte böyle ceza veririz.

30. Küfre sapanlar/inkâr edenler, gökler ve yer (bir madde halinde) birleşik iken onları (büyük bir patlama ile) ayırdığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı bilmediler mi? Onlar hâlâ inanmazlar mı?

(Yüce Allah’ın, “Her canlı şeyi sudan yarattık.” buyurması, müfessirlere göre, “Her şeyi sudan canlı kıldık, yahut her canlı şeyi su sebebiyle yarattık.” manasındadır. Canlılarda % 80-90 temel unsur su olmuştur. Mucize dışında, gözle görülen her canlı -bitkiler dahil- susuz oluşmamış ve susuz yaşayamaz demektir. Yüce Allah, insanı (toprak ve su karışımı) çamurdan yaratmaya başlamış ve kendi bünyesinde geçirdiği safhalardan sonra ona ruh vermiştir. İnsandaki rûhî haller ve şahsiyet, lisan orijini, kendisini kontrol etme ve ileriye yönelik düşünme gibi özellikler, hiçbir varlıkta yoktur. Sonra onun neslini de ondaki nutfe (meni)den başlayarak, yine türlü safhalardan geçirerek, evrim veya başka varlığa dönüşüm yoluyla değil, her canlıyı kendi tür ve özelliklerine göre ayrı ayrı yaratmıştır.[5] Peygamberimiz de, “Allah Âdem’i kendi (şu görünen) suretinde yaratmıştır.” buyurmuştur.[6]) [bk. 7/166; 22/5; 23/ 12-14; 30/50; 32/7-9; 35/11; 76/1-2]

31. Onları (insanları, seyri ve dönmesi sırasında) sarsmasın diye yeryüzünde baskılar (dağlar, kıtalar) yarattık. (Gidecekleri) yeri bulsunlar diye orada geniş yollar var ettik. [bk. 16/15-16; 79/32]

32. Göğü de (düşmekten ve bozulmaktan) korunmuş bir tavan yaptık. O (inkâr ede)nler ise bunun alametlerinden yüz çevirmektedirler. [bk. 12/105; 50/6; 51/47; 91/5]

33. Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmekte (dönerek gitmekte)dirler.

34. (Resûlüm!) Biz, senden önce hiçbir insana, (dünyada) ebedî hayat vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar? [krş. 55/26]

35. Her nefis ölümü tadacaktır. Bir imtihan olarak sizi şer ile de hayır ile de deniyoruz.[7] (Sonunda) ancak bize döndürüleceksiniz.

36. (Ey Resûlüm!) O küfre sapanlar seni gördükleri zaman, seni alaya almaktan başka bir şey yapmazlar: “Sizin tanrılarınızı diline dolayan (adam) bu mu?” (derler.) Halbuki onlar, Rahmân (olan Allah)’ın zikrini (Kitab’ını) inkâr edenlerin ta kendileridir.[8] [bk. 25/41-42]

37. İnsan (öyle acelecidir ki sanki) aceleden yaratıldı. (Bekleyin, acele etmeyin) size âyetlerimi (azabımı) göstereceğim. Benden (azabın) acele olmasını istemeyin. [bk. 17/11]

38. “Eğer doğru söylüyor iseniz bu (sözünü ettiğiniz) tehdit ne zaman?” derler.

39. O inkârcılar, ne yüzlerinden ne de sırtlarından ateşi savamayacakları ve kendilerine yardım olunmayacağı zamanı bir bilseler (bunu söylemezler)di. [bk. 7/41; 14/50; 23/104; 39/16]

40. Belki (bu azap günü), onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşırtacaktır. Artık onu geri çeviremezler ve kendilerine mühlet de verilmez.

41. (Resûlüm!) Andolsun ki senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ama onlarla alay edenleri, o alay ettikleri şey (o azap çepeçevre) kuşatıverdi.

42. De ki: “Geceleyin ve gündüzün (gelecek tehlikelere karşı) Rahmân (olan Allah’ın azabın)dan sizi kim koruyacak?” Fakat yine de onlar, Rablerini anmaktan yüz çevirmektedirler.

43. Yoksa onları biz(im azabımız)a karşı koruyacak birtakım ilâhlar mı var? (O ilâhlaştırdıkları şeyler) kendilerine bile yardım etmeye güç yetiremezler. Onlar bizden dostluk (ve yakınlık) da görmezler.

44. Doğrusu biz, onları ve atalarını (bu dünyadan) faydalandırdık. Öyle ki ömür(leri) kendilerine (hiç bitmeyecekmiş gibi) uzun geldi. Şimdi bizim (emrimizin), yeryüzüne gelip onu çevresinden eksilttiğimizi (topraklarının ellerinden çıktığını) görmezler mi? (Durum böyle iken,) galip gelenler onlar mı?

45. De ki: “Ben ancak sizi vahiyle uyarıyorum.” (Fakat) sağırlar uyarılsalar da çağrıyı duymazlar.

46. Andolsun ki onlara Rabbinin azabından en ufak bir esinti dokunsa: “Eyvah bize! Doğrusu biz zalim kimselermişiz.” derler.

47. Kıyamet günü için adaletle tartan terazileri koyarız. (Bu sayede) artık hiç kimse hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmaz. (Yapılan şey) bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa onu getiririz. Hesap görücü olarak biz yeteriz. [bk. 4/40; 18/49; 31/16]

48. Andolsun ki biz, Musa’ya ve Harun’a eğriyi doğrudan ayıran (Tevrat’)ı, (günahlardan) sakınanlar için bir ışık ve öğüt olarak verdik.

49. O (günahlardan sakına)nlar, görmedikleri halde Rablerinden korkarlar. Onlar kıyamet saatinden de (korkup) titrerler.

50. İşte, bizim indirdiğimiz bu (Kur’an), mübarek (fayda ve feyiz kaynağı) bir öğüttür. Şimdi bunu inkâr edenler siz misiniz?

51. Andolsun ki biz, daha önce İbrahim’e de doğruyu bulup bilme kabiliyeti vermiştik. Elbette biz onu(n peygamberliğe ehil olduğunu) biliyorduk. [krş. 6/75]

52. O zaman o, babasına ve kavmine: “Sizin kendileri için toplan(ıp tapın)dığınız bu heykeller nedir?” demişti.[9]

53. (Onlar:) “Babalarımızın onlara tapageldiklerini gördük.” dediler.

54. (İbrahim:) “Andolsun ki siz de, babalarınız da açık bir sapıklık içindesiniz.” dedi.

55. (Onlar:) “Sen, bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bize) oyunbazlık yapanlardan mısın?” dediler.

56. (O da) dedi ki: “Hayır! Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. Onları O yaratmıştır. Ben de buna şâhitlik edenlerdenim.”

57. “Allah’a yemin ederim ki siz arkanızı dönüp (bayrama) gittikten sonra, putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım.”

(Hz. İbrahim, bu sözü kendi kendine söylemişti. Fakat sadece bir kişinin onu duyduğu rivayeti de vardır.)

58. Derken, (onlar gidince İbrahim) o putları paramparça etti. Yalnız büyük putu, belki ona müracaat ederler diye bıraktı. (Baltayı da onun boynuna astı.)

59. (Onlar dönünce:) “Bunu ilâhlarımıza kim yaptı? (Her kimse,) hiç şüphesiz o, zalimin tekidir.” dediler.

60. “Bunları diline dolayıp duran bir genci işittik; kendisine İbrahim deniliyor.” dediler.

61. (Nemrut’un adamları:) “Onu insanların gözü önüne getirin. Böylece (onun çekeceği cezaya)[10] şâhitlik ederler.” dediler.

62. (İbrahim gelince ona:) “Ey İbrahim! İlâhlarımıza bunu sen mi yaptın?” dediler.

63. (İbrahim de:) “Hayır! Belki de şu büyükleri yapmıştır! Eğer konuşuyorlarsa onlara sorun.” dedi.[11]

64. Bunun üzerine kendi vicdanlarına döndüler de (içlerinden): “Hakikaten, asıl haksız kimse sizlersiniz, sizler!” dediler.

65. Sonra kafalarındaki (eski inançları)na döndüler: “Doğrusu, bunların konuşmayacaklarını sen de bilirsin.” (dediler).

66. (İbrahim) dedi ki: “Öyleyse, Allah’ı bırakıp da hiçbir surette size fayda ve zarar vermeyecek olan şeylere mi tapıyorsunuz?”

67. “Yuh; size de, Allah’tan başka taptıklarınıza da! Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?”

68. (Nemrut’un adamları bunun üzerine:) “Eğer bir iş yapacaksanız yakın onu da, (böylece) ilâhlarınıza yardım etmiş olun.” dediler. [bk. 29/24]

(Onu büyük bir ateşe attılar. Hz. İbrahim, zulmetmeye karar vermiş bu örgütlü putperestlere karşı: “Allah bana yeter.” deyip teslim olmuştu.)

69. Biz de: “Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve selamet üzere ol.” dedik.

70. Ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de onları (dünya ve âhirette) daha fazla hüsrana uğrayanlar(dan) kıldık.[12]

71. Onu ve Lût’u, içinde âlemlere bereket verdiğimiz yere (ulaştırıp) kurtardık.

(Rivayete göre Irak’ta idiler, Şam’a geçtiler. Hz. İbrahim oradan Filistin’e, Hz. Lût da oraya bir günlük mesafedeki Sodom’a yerleşti ve kendisine orada peygamberlik verildi.)

72. Ona (İbrahim’e) İshak’ı ve fazladan da (torunu) Yakub’u verdik, her birini de iyilerden kıldık. [bk. 2/133; 11/71; 19/49]

73. Onları(n üçünü de) emrimizle doğru yola çağıran önderler yaptık. Kendilerine hayırlı işler yapmalarını, namazı dosdoğru kılmalarını, zekât vermelerini vahyettik. Onlar sadece bize kulluk eden (kimse)lerdi.

74. Lût’a (gelince,) ona da bir hüküm (hikmet, peygamberlik) ve ilim verdik ve onu çirkin işler yapmakta olan o memleketten kurtardık. Hakikaten onlar, yoldan çıkmış kötü bir kavim idiler.

75. Onu rahmetimize (korumamıza) dahil ettik; çünkü (o) iyilerdendi. [bk. 15/57-76; 29/26]

76. Nuh’u da (hatırla!) Hani o (bunlardan) daha evvel yalvarmıştı da biz onun duasını kabul edip kendisini ve ailesini o büyük sıkıntıdan kurtarmıştık. [bk. 54/9-10; 71/26-28]

77. Âyetlerimizi yalanlayan kavimden onu kurtardık.[13] Hakikaten onlar kötü bir kavim idiler. Biz de onların hepsini (suda) boğduk.[14] [krş. 11/40]

78. Davud ve Süleyman’ı da (hatırla!) Hani onlar, bir kavmin davarının (gece çobansız olarak) yayılıp zarar verdiği ekin (tarlası) hakkında hüküm veriyorlardı. Biz de hükümlerine şâhit idik.

(Rivayet edilir ki: Bir veya birkaç kişinin davarı, geceleyin birinin ekinine girmişti. Kendisine başvurulan Hz. Davud, zararın kıymeti, davarlara eşit olduğu için, onların tarla sahibine verilmesine hükmetti. Henüz 11 yaşında olan oğlu Süleyman (as.) ise, “Davar, ekin sahibine verilmeli. Ekin, eski haline gelinceye kadar o bunların yününden, sütünden faydalanmalı. Tarla, davar sahibinde kalmalı ve ona bakmalı. Ekin (veya bağ) eski halini alınca, herkes kendi malına tekrar sahip olmalı.” demişti. Bu hükmü babası da uygun buldu. Tabii ki ona bunu Allah ilham etmişti.)[15]

79. Biz bu (hükmü) Süleyman’a hemen (ilhamla) anlattık. Biz her birine hüküm (hikmet ve peygamberlik) ve ilim verdik. Dağları ve kuşları, Davud ile beraber (Allah’ı) tesbih etsinler diye (ona) boyun eğdirdik. (Bunların hepsini) yapan bizdik. [bk. 34/10]

80. Ona, savaşınızda sizi korusun diye zırh (yapma) sanatını öğrettik. Peki, (bütün bunlar için) şükrediyor musunuz?

81. Süleyman’ın hizmetine (de) şiddetli esen rüzgarı (verdik). Onun emriyle o, içine bereketler verdiğimiz yere akıp gider (ve kendisini de götürür)dü. Biz her şeyi biliriz. [bk. 34/12; 38/36]

82. Şeytanlardan (inci için) denize dalanları ve bundan başka işleri yapanları da (onun emrine verdik). Biz onları (kendisi için) gözetim altında tutuyorduk. [bk. 34/13; 38/37-38]

83. Eyyüb’ü de (hatırla!) Hani o Rabbine: “Hakikaten bana (bu dermansız) dert geldi. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.” diye yalvarmıştı.

84. Biz de onun duasını kabul ettik. Kendisinin derdini kaldırdık ve ona tarafımızdan bir rahmet ve ibadet edenlere de bir hatırlatma/bir ibret olarak, hem ailesini hem de onlarla birlikte (diğer kaybettiklerinin) bir katını daha verdik. [bk. 38/41-44]

85. İsmail’i, İdris’i ve Zülkifl’i de (hatırla! Bunların) her biri sabredenlerdendi.

86. Onları da rahmetimizin içine aldık. Çünkü onlar iyilerdendi.

87. Zünnûn’u (balık sahibi/Yunus’u) da (hatırla!) Hani (o kavmine) kızarak gitmişti de kendisini sıkıştırmayacağımızı (kurtulacağını) zannetmişti. Nihayet (balığın karnında) karanlıklar içinde (kalınca): “Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni (noksanlıklardan) tenzih ederim. Doğrusu ben (bu hareketimle) kendine zulmedenlerden oldum.” diye yalvarmıştı. [bk. 37/ 139-149]

88. Biz de onun duasını kabul ettik ve onu sıkıntıdan kurtardık. İşte biz iman edenleri böyle kurtarırız.

89. Zekeriya’yı da (hatırla!) Hani o Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma (evlatsız) bırakma. Gerçi (vermesen de) sen, vârislerin en hayırlısısın.” diye niyaz etmişti.

90. Biz onun da duasını kabul edip ona Yahya’yı armağan ettik ve eşini[16] de kendisi için (doğurmaya) elverişli kıldık. Gerçekten bunlar(ın hepsi) hayır işlerinde yarışırlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi. Onlar (gerçekten) bize karşı derin saygı gösterenlerdi.

91. Irzını (herkesten) koruyan/iffetli (Meryem’)i de (hatırla!) Biz ona ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu âlemlere bir ibret (ve kudretimize bir işaret) kılmıştık. [bk. 66/12]

92. Şüphe yok ki bu sizin ümmetiniz bir tek ümmettir (dininiz bir tek dindir)[17] Ben de sizin Rabbinizim. O halde bana kulluk edin. [krş. 23/52]

(Bütün mü’minler/müslümanlar kardeştirler (49/10). Hepsi bir ümmettir. Bu yüzden kavmiyetçilik/ırkçılık ve bu anlamda milliyetçilik fikirleri, Kur’an’ın ifadelerine aykırıdır.)

93. (Çünkü geçmiş ümmetler) kendi aralarında (din) işlerinde parçalan(ıp bölük bölük ol)dular. Her biri yine ancak bize döneceklerdir. [krş. 23/53]

94. Kim iman etmiş olarak sâlih (Allah’ın rızasına uygun) işler yaparsa, artık onun çalışması inkâr edilmez (boşa gitmez). Şüphesiz biz onu yazarak kayda geçirmekteyiz.

95. Helak et(meye hükmet)tiğimiz bir memleket için (kurtuluş) imkânsızdır. Artık onlar (hayata ve imana) dönmezler.[18]

96. Nihayet (kıyamet alametlerinden olan) Ye’cûc ve Me’cûc (setleri yıkılıp) açılınca onlar her tepeden akın ederler. [bk. 18/94-99]

97. Verilen gerçek söz (olan kıyamet) yaklaştığında inkâr edenlerin gözleri birden faltaşı gibi açılacak: “Eyvah bize! Doğrusu biz bundan gaflet içinde idik ve (kendimize) zulmeden kimselerden olduk.” (diyecekler).

98. Şüphesiz, siz ve Allah’tan başka taptıklarınız/tapındıklarınız (Allah yerine bağlandıklarınız) (krş. 2/165-167; 4/56), cehennemin yakıtısınız. Siz (hep beraber) ona gireceksiniz.

99. Eğer onlar (gerçek) ilâhlar olsalardı, oraya girmezlerdi. Oysa hepsi (tapan ve tapılanlar) orada ebedî kalacaklardır.

100. Onlar orada inim inim inlerler ve orada artık (cehennemin uğultusundan dolayı hiçbir şey) işitmezler.

101. Tarafımızdan kendileri hakkında (halis iman ve amellerinden dolayı) en güzel (olan cennet saadet)i takdir edilmiş olanlar ise, o (cehennem ateşi)nden uzaklaştırılmıştır. [bk. 11/106]

102. Onun (cehennemin) en ufak sesini bile duymazlar. Canlarının çektiği (nimetler) içinde ebedî kalacaklardır. [bk. 10/26; 55/60]

103. (Kıyamet günündeki) en büyük korku/dehşet (Sûr’a ikinci üfleyiş) onları üzmez. Melekler, onları: “İşte bu, (dünyada) size vaadedilen (mutlu) gününüzdür.” diyerek karşılar.

104. O gün, göğü, yazılı kağıt tomarını dürer gibi düreriz. (Sonra) ilkin başlayıp yarattığımız gibi aynen yaratacağız ki bu bizim için verilmiş bir sözdür. Şüphesiz biz bunu yapacağız.

105. Andolsun ki zikirden (Tevrat’tan) sonra Zebur’da da: “Yeryüzünde, şüphesiz sâlih (Allah’a itaat eden, dürüst ve iyi çalışıp orayı imar eden) kullarım mirasçı (hükümran) olacak.” diye yazmıştık. [bk. 24/55]

106. Muhakkak ki bu (Kur’an’)da kulluk edenler tâifesi için yeterli bir tebliğ (ve öğüt) vardır.

107. (Ey Muhammed!) Biz seni âlemlere ancak bir rahmet olarak gönderdik. [krş. 34/28]

108. De ki: “Bana, ‘ilâhınız ancak bir tek ilâh’tır’ diye vahyolunuyor. Artık (buna göre) müslüman oluyor musunuz?”

109. Eğer (dâvetinden) yüz çevirirlerse de ki: “(Bana emrolunanları) sizin hepinize ‘aynen/eşit’ bir şekilde bildirdim. Artık tehdit edildiğiniz şey yakın mı, yoksa uzak mı bilmem.”

110. “Şüphesiz O, sözün açığını da bilir, gizlediklerinizi de bilir.”

111. “Bilmiyorum, belki o (azabın gecikmesi) sizin için bir imtihan ve (ecelinizin geleceği) bir zamana kadar sizi bir faydalandırmadır.”

112. (Peygamber) dedi ki: “Ey Rabbim! (Onlarla aramızda) hak ile sen hüküm ver. Bizim Rabbimiz çok merhametli, sizin yakıştırdıklarınız (iddialarınız)a karşı yardımı istenendir.”[19]


[1] Merhum şair Necip Fâzıl şöyle demişti: “Otuz yıldır saatim işlemiş ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.”

[2] Kâinatta iki ilâh olsaydı elbette birinin istediğini diğeri istemez ve böylece yerin, göğün ve diğer yaratıkların düzeni bozulurdu. İşte bu “Bir” esasına aykırı olarak hangi devirlerde Allah’a ve emirlerine karşılık, yerel sahte ilâhlık/rablık taslayanlar çıkmış ve kendi emir ve otoritesini hâkim kılmış ise, o yerlerin toplumunda ve hayat düzeninde ikilem, ayırım, bölünme ve düşmanlıklar oluşturmuşlardır. [bk. 79/24]

[3] Tevhid esaslı olması bakımından ilâhî kitapların aslı aynı olup hepsi tevhidi emreder, şirkten ve tâğûttan men eder (İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 502; Beydâvî).

[4] Firavun ve benzerleri, kendi kendilerine ilâhlık/rablık taslayıp Hz. Musa’nın getirdiği Allah’ın dinini dışlayarak “Benim yönetimimde o geçmez.” diyerek din gibi birtakım kurallar oluşturmuş ve insanları ona uymaya zorlamışlardır.

[5] Sezen, s. 39; Morris, s. 157-168; Bâr, s. 46, 54 ve dipnotu.

[6] Buhârî, “İsti’zan” (79), Bab 1, hadis no: 1.

[7] Hanginiz şükürde, sabırda ve sâlih amelde bulunacak veya isyan edecek diye. [bk. 2/156-157, 214; 18/7; 29/2; 67/2]

[8] Âyet-i kerîmede tanrılar (ilâhlar) çoğul gelmektedir. Çünkü Allah’tan başka tapınılan varlıklar, putlar veya putlaştırılanlar ve Allah’ın hükümlerini reddederek Firavun gibi hükümranlık sürenler de putlaşmışlardır. Firavun’un buyruklarına istekle bağlananlar da onu rab edinmişlerdir. [bk. 9/31]

[9] Her devirde peygamberlerin Allah’tan getirdiği tevhid inancından uzaklaşanlar, kafalarında Allah fikri olsa bile yine de heykel putlara tapınmışlardır. Hz. İbrahim ile şirke ve heykel putlara karşı tevhid mücadelesi tekrar başlamıştır.

[10] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 512.

[11] Hz. İbrahim, bundan başka iki yerde daha dînî zaruretten dolayı doğruyu söyleyememiştir. Biri putları kırmak için “hastayım” deyip bayrama gitmemesi (37/88-89), diğeri de hicret ederken, Edun kasabasında, yolunu çevirip hanımı Sâre anamızı melike götürmek isteyenler, “Bu kimdir?” diye sorunca, (din yönünden,) “Kız kardeşimdir.” demesidir.

[12] Allah “Azîzün zü’ntikâm” yani gücü her şeye yeten, zalime zulmünün karşılığını verendir.

[13] Nasara” fiili, “min” ile kullanılınca “kurtarma” anlamına gelir. “Min” harfini “alâ” mânasına alanlara göre anlam şöyledir: “Âyetlerimizi yalanlayan kavme karşı biz ona yardım ettik.”

[14] Çirkin işler yapan, Allah’ın peygamberlerini ve âyetlerini yalanlayan, kabullenmeyen toplumların sonu hep kötü olmuştur.

[15] Beydâvî; Celâleyn.

[16] Bundan önce geçen âyetlerde (3/40; 19/5, 8) çocuğu olmayan veya iman etmeyen eşler için karısı denildiği halde burada eşi denilmiştir.

[17] Celâleyn.

[18] Yahut; “(Hesap için) bize dönmemeleri imkânsızdır.” (Mevdûdî, III, 301). Âyetin yukarıdaki anlamında “lâ” harfi zâid olarak alınmıştır (Celâleyn).

[19] Âyetin başı, Âsım kıraatinin dışındaki diğer kıraatlere göre; “kul” yani “Ey Muhammed! De ki:” ifadesiyle başlar (Palevî, s. 95). Gerek emirle, gerek bu emir doğrultusunda olan Hz. Peygamber’in duası ile önce hicret vukû buldu, ardından Bedir gazvesinde zafer, sonra da Mekke’nin fethi gerçekleşti.