22. Hac Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 78 âyettir. Bir görüşe göre 52-55. âyetler Mekke ile Medine arasında inmiştir. Adını 27. âyetteki aynı kelimeden almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Ey insanlar! Rabbinizin emrine uygun yaşayın. Gerçekten (kıyamet) saati(ni)n sarsıntısı çok büyük (dehşetli) bir şeydir. [bk. 56/4-5; 69/14-15; 99/1-2]

2. Onu gördüğünüz gün, her emzikli emzirdiğini unutup terkeder, her gebe (kadın) yükünü düşürür. Sen, insanları sarhoş (imiş gibi) görürsün, halbuki onlar sarhoş değillerdir. Fakat Allah’ın azabı pek şiddetlidir.

3. Kimi insanlar da bilmeden[1] Allah hakkında tartışır ve (bu hususta) azgın şeytan (ve benzerlerin)e uyar.

4. O (şeyta)nın hakkında yazılmıştır ki: “Kim kendisini dost edinirse kesinlikle onu saptırır ve o kimseyi (cehennemin) alevli ateşine iletir.”

5. Ey insanlar! Şâyet öldükten sonra dirilmekten şüphe etmekte iseniz (ilk yaratılışınızı hatırlayın). Kesinlikle bilin ki biz, sizi (ilk önce karışmış çeşitli renk) topraktan, (insan olarak yarattıktan) sonra (sırasıyla onun içinden çıkan) nutfe (aşılanmış yumurta/zigot halin)den sonra bir alaka,[2] sonra (üzerinde uzuvlarının bir kısmı belirli bir kısmı belirsiz küçük bir et parçaından) bir mudgadan[3] yarattık ki size (ne olduğunuzu ve kudretimizi) açıklayalım. Rahimlerde dilediğimizi, belirtilmiş bir vakte kadar durduruyoruz, sonra sizi bir bebek halinde çıkarıyoruz.[4] Derken olgunluğa erişmeniz için (sizi büyütüyoruz). İçinizden kimi (erken) öldürülüyor, kimi de daha önce bazı şeyleri bilirken, sonra (artık çocuk gibi) hiçbir şey bilmez hâle gelmesi için erzel-i ömr’e (ömrün en kötü devrine) itiliyor. Yeri de görürsün ki kupkurudur. Fakat biz ona su indirdiğimiz zaman harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten (nice) nebat bitirir.

(Yüce Allah, âyet-i kerîmenin son kısmı ile, yeryüzü ve bitkilerin kuruduktan sonra yeniden canlanmasına, insanların da öldükten sonra tekrar aynı şekilde dirileceğine misal vermektedir.)

6. Bu da, Allah’ın gerçek(ten var) oluşu(nun delili)dir. (Ve her şeyin O’nun iradesiyle gerçekleşmesidir.) Hiç şüphesiz ölüleri O diriltir ve her şeye hakkıyla kâdir olan da (yine) O’dur.

7. Elbet o (kıyamet) saat(i) gelecektir. O(nun geleceği)nde şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, (o gün) kabirlerde olan kimseleri diriltecektir. [krş. 36/78-80]

8-9. (Buna rağmen) insanlardan kimi, ne bir yol göstereni ne de aydınlatıcı bir kitabı olmaksızın bilgisizce (insanları) Allah yolundan saptırmak için kibirle yanını bükerek/kasılıp böbürlenerek Allah hakkında tartışır![5] Onun için dünyada bir rezillik vardır. Kıyamet günü de ona (cehennemin) can yakıcı azabını tattıracağız.

10. (O vakit kendisine:) “İşte bu, senin kendi yaptığın (günahlar) yüzündendir. Yoksa Allah kullara zulmedici değildir.” (denilecektir).

11. Kimi insanlar da (dinin bütününe inanmadığı halde) yalnız bir kenar(ın)dan (tutup kendi çıkarı için) Allah’a ibadet eder. Kendisine bir hayır dokunursa (gönlü) bununla rahatlar. Eğer ona (hastalık, fakirlik gibi) bir kötülük dokunursa yüz üstü dönüverir (Allah’tan şikayete başlar ve dinden bile döner). O dünyada ve âhirette ziyana uğramıştır. İşte bu apaçık ziyanın ta kendisidir.

12. O, Allah’ı bırakır da kendisine ne zarar ne de fayda veren şeylere (gidip dert yanıp) yalvarır (ve şikayet eder). İşte bu, sapıklığın (haktan) uzaklaşmışlığın ta kendisidir.

13. O, (böylece) kendisine zararı faydasından daha yakın olana yalvarır (tapar). O, ne kötü yardımcı ve ne kötü dosttur!

14. Şüphesiz ki Allah, iman edip de sâlih ameller işleyenleri, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Elbette Allah istediğini yapar.

15. Kim Allah’ın, o (Peygamberi’)ne dünyada ve âhirette asla yardım etmeyeceğini sanıyorsa (ve yardımı görünce öfkeleniyorsa, her çareye başvursun, öfkesinden) semaya bir sebep (alet/araç) bulup uzansın, sonra O’(nun vahiy ve yardımı)nı kesmeye çalışsın[6] da (hele) bir baksın onun tuzağı, öfkelenmekte olduğu şeyi hiç giderebilecek mi?

16. İşte biz onu (Kur’an’ı) böyle apaçık âyetler halinde indirdik. Şüphesiz Allah (kullarının niyet ve amellerine göre) dilediğini doğru yola iletir.

(Allahu Teâlâ’nın dilemesini, halis niyetle sâlih amel yaparak ve dua ederek istememiz lazımdır.) [krş. 76/30]

17. Şüphesiz o iman ed(ip müslüman ol)anlarla, o yahudiler, sâbiîler, hıristiyanlar, mecûsîler ve (Allah’a) eş tanıyanlar var ya, Allah kıyamet günü bunların arasını mutlaka ayıracak (haklarında layık olan hükmünü verecek)tir. Çünkü Allah her şeye şâhittir. [bk. 2/62; 3/113-114]

18. Görmüyor musun ki göklerdekiler, yerdekiler, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan bir çoğu, şüphesiz bizzat Allah’a secde ediyor. (İnsanlardan) bir çoğunun da üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi hor kılar (alçaltır)sa, artık onu yükseltecek yoktur. Şüphe yok ki Allah ne dilerse (onu) yapar. [bk. 17/44][7]

19-20-21. Bunlar, Rableri (ve O’nun dîni) hakkında çekişen iki hasımdır. (Bunlardan) inkâr edenler için ateşten elbiseler biçilmiştir. Bu kimselerin başlarının üstünden kaynar su dökülecektir. (Öyle ki) onunla karınlarının içindeki her şey ve hatta derileri bile eritilir. (Bir de) onlara demirden topuzlar vardır.

22. Ne zaman (o) ıstıraptan dolayı oradan çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler ve “tadın yangın azabını!” (denilir).

23. Şüphesiz ki Allah, iman edip sâlih amellerde bulunanları alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada altın bilezikler ve inci(ler) ile süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

24. Onlar (dünyada) sözün en güzeli (olan tevhid kelimesi)ne eriştirilmişler ve çok övülmeye lâyık olan (Allah’)ın yoluna iletilmişlerdir.

(Tevhid kelimesi ve ifadesi çok yücedir. Çünkü bu kelime ile insanlar, hem ruhlarında hem de toplumlarında inkılâp yapıp bütün putlarını kırmışlardır. Böylece şirkten kurtulup insana değil Allah’a kullukla yücelmişlerdir.)

25. Gerek küfre sapanlar, gerekse Allah’ın yolundan ve yerli olsun misafir olsun bütün (mü’min) insanları ziyarette eşit kıldığımız Mescid-i Haram’dan (insanları) alıkoymakta olanlar (bilmeli ki) kim orada zulümle yanlış yola sapmak isterse, ona pek acıklı bir azap tattıracağız.

26. Bir zaman Beyt(ullah)’ın yerini İbrahim’e belirlemiş (ve O’na şöyle vahyetmiş)tik: “Bana hiçbir şeyi eş tutma, tavaf edenler, (ibadet için) duranlar, rükû ve secde edenler için evimi temiz tut.”

27. (Resûlüm!) İnsanlar içinde haccı ilan et;[8] gerek yaya, gerekse uzak yoldan (hızlı yol alan) zayıf/arık develer üzerinde sana gelsinler.

28. Gelsinler de, böylece kendileri için (dünya ve âhirete ait) birtakım faydalara şâhit olsunlar ve o belirli günlerde de (Allah’ın) kendilerine rızık olarak verdiği (bilinen dört ayaklı)[9] kurbanlık hayvanlar (boğazlanırken) üzerine Allah’ın ismini ansınlar. Onların etinden hem kendiniz yiyin hem de darlık içinde olan fakirlere yedirin. [krş. 3/96-97]

29. Sonra (maddî ve mânevî) kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler. Beyt-i Atîk’i (en eski ev olan Kâbe’yi) tavaf etsinler.

(Hacıların kirlerini gidermelerinden maksat saçlarını tıraş etmek, bıyıklarını kısaltmak, tırnaklarını kesmek, koltuk altlarını, avret yerlerini tıraş etmek ve genel bir temizlik yapmaktır.)

30. İşte (durum/emir) bu(ndan ibaret). Kim Allah’ın hürmet (edilmesini istediği hüküm)lerine saygı gösterirse, işte o (saygı), Rabbi nezdinde kendisi için hayırlıdır. Size (âyetlerde) okunanlar dışında (kalan) hayvanlar, sizin için helal kılındı. Artık murdardan/pislikten, evsân (put ve putlaşanlar)[10]dan ve yalan sözden kaçının. [bk. 5/3, 90; 6/145; 16/115]

31. Allah’ı birley(ip O’na yönel)in ve O’na ortak koşmayanlar olarak (bu yasaklardan kaçının). (Bilesiniz ki) Allah’a ortak koşan kimse, sanki gökten savrulup düşmüş de kuşların (didikleyip) kapıştığı veya rüzgarların uzak bir yere sürükleyip götürdüğü kimseye benzer. [bk. 6/71]

(Bu âyet-i kerîmede yapılan benzetmeyle, Allah’a ortak koşanların yani “Allah var” dedikleri halde O’nun hükümlerini benimsemeyerek O’ndan başka varlıkları yüceltip ilâhlaştıran veya putlaştıranların Allah katında paramparça ve değersiz hâle geldiği bildiriliyor.)

32. Bu böyledir. Kim Allah’ın (dininin) alametlerine (hükümlerine) saygı gösterirse gerçekten bu, kalplerin takvâsından (Allah’a saygısından ve karşı gelmekten sakınmasından)dır.

33. O (alamet)lerden (olan kurbanlık hayvanlardan) belli bir zamana kadar (süt ve yünlerinde) sizin için menfaatler vardır. Sonra (kurbanlık olarak) varacakları yer Beyt-i Atîk (Kâbe)’dir. [bk. 48/25]

34. Biz her ümmet için kurban kesmeyi meşru kıldık ki kendilerine (Allah’ın) rızık olarak verdiği (dört ayaklı) kurbanlık hayvanlar (boğazlanırken) üzerine (yalnız) Allah’ın ismini ansınlar. Sizin ilâhınız bir tek ilâhtır. O halde O’na teslim olun. (Resûlüm!) İtaatkâr ve mütevâzi olanları müjdele!

35. (Onlar ki) Allah anıldığı zaman kalpleri titreyen, başlarına gelen (sıkıntı)lara sabreden, namazı dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (hayır için) harcayanlardır.

36. Kurbanlık deve (ve sığır)lara gelince, onları da sizin için Allah’ın (dininin) alametlerinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde (develer) birer ayakları bağlı sıra sıra ayakta dur(up boğazlan)ırken,[11] üzerlerine Allah’ın adını anın. Yanları üstü düşüp ölünce de onlardan hem siz yiyin hem de kanaat edip istemeyen fakirlere ve isteyen (fakir)lere yedirin. İşte böylece şükredesiniz diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdik.

37. O (kurban)ların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır. Fakat sizden O’na (yalnız) takvânız (saygı ve itaatiniz) ulaşır. Size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı tekbir edesiniz (büyüklüğünü anasınız) diye onları sizin fayda ve hizmetinize verdi. (Resûlüm!) Güzel hareket edenleri (cennetle) müjdele!

(Kurban, kendisi ile Allah’a yaklaşılan şey demektir. Yani Allah’a yaklaştıran sebeplerdendir ki ancak bu eylemin içinin takvâ ile doldurulması gerekir. Yok eğer bu hareket, takvâdan ve Allah’ı içimizde hissetme ve O’na bağlılığımızı sunma şuurundan uzak olursa, artık bu kurban, sevâbı olmayan bir gelenek işi haline dönüşür. Allah Resûlü, Mekke’de Kevser sûresiyle kurban kesme emrini yerine getirmiş, bu âyette de kurban kesen mü’minler takvâ sahibi olmaları konusunda uyarılmıştır. Peygamber (sas.) de hadîs-i şerîfinde ehemmiyetinden dolayı, “Kim (bayram günü) namazı kılmadan önce kurban kesmişse onu iade etsin…” buyurmuştur.[Buhârî])

38. Şüphesiz ki Allah, iman edenleri (inkârcılara karşı) savunur. Çünkü Allah, hiçbir haini ve hiçbir nankörü sevmez.

39. Kendilerine savaş açılan (mü’min)lere, zulme uğradıklarından dolayı, (artık savaş için) izin verildi. Şüphesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kâdirdir. [Cihad emrinin safhaları için bk. 3/142; 9/5, 14-16; 15/94; 16/125; 22/39; 47/31]

40. O (mü’min) kimseler, sırf: “Rabbimiz Allah’tır.” dediklerinden (putlara inanmadıklarından) dolayı, haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, bazı insanları (azgınlığını ve şerrini) diğer bazısıyla defetmeseydi, içlerinde Allah’ın ismi çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescidler muhakkak yıkılıp giderdi.[12] Allah kendi (dini)ne yardım eden (onu hayata hâkim kılmak için gayret eden)lere elbette yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye galiptir. [bk. 1/4; 3/104; 9/31 ve açıklaması; 41/30; 46/13; 47/7]

(İktidar sahibi Mekkeli müşrikler, Kelime-i tevhid ile “Rabbim Allah’tan başkası değildir, artık O’nun kulluğuna girdim, gereğine göre yaşayacağım, sizin putlarınızdan ayrıldım.” diyen mü’minlere her türlü eziyet ve mahrumiyeti reva görüyorlardı. Allah da böylelerini, sünneti gereği, her zaman defetmiş, tevhid şirke galip gelmiştir.)

41. O (mü’min) kimseler ki kendilerine yeryüzünde iktidar, mevki (ve servet) versek (şımarıp sapmazlar,) namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, (İslâmî ölçülerde) iyiliği emrederler ve kötülükten menederler. (Çünkü bilirler ki, bütün) işlerin sonu ancak Allah’a ait(tir ve O’na dönecek)tir.

42-43-44. (Ey Muhammed!) Seni yalanlıyorlarsa (üzülme, bil ki) onlardan önce, Nuh kavmi, Âd ve Semûd (kavimleri), İbrahim kavmi, Lût kavmi ve Medyen halkı da (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Musa da yalanlanmıştı.[13] Ben de kâfirlere (imtihan olarak önce) mühlet verdim, sonra onları (azapla) alıverdim. Beni inkâr nasıl olurmuş (görsünler)!

45. Nice şehirler vardır ki, biz onları (halkını) zulmedip dururlarken helak ettik. Şimdi (artık) duvarları, (o çöken) tavanlarının üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz kuyu(ları) ve nice (bomboş kalan) sağlam/muhteşem saray(ları) vardır! [bk. 17/17; 21/11]

46. Hiç yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki bu sayede düşünen kalpleri yahut (olanları) duyacak kulakları olsun. Gerçek şu ki gözler kör olmaz, fakat (asıl) göğüslerde olan kalpler/basîretler kör olur. [bk. 20/128; 32/26]

(İnsanda asıl olan kalp gözünün görmesi/basirettir. Gerçek körlük bunun körlüğüdür. İşte inkârcıların kafalarındaki gözler değil kalp gözleri kördür; ibret almazlar. Hakikat ne kadar meydanda olursa olsun idrak etmezler.)

47. (Ey Resûlüm!) Senden, azabın (kendilerine) acele gelmesini istiyorlar. Allah (acele etmez,) sözünden de asla caymaz. Bununla beraber Rabbinin yanında bir gün, sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir.[14] [krş. 32/5]

48. Nice memleket (halkı) vardır ki zalim olduğu halde ona mühlet verdim. Sonra onu (azabımla) alıverdim. Dönüş ancak banadır.

49. (Resûlüm!) De ki: “Ey insanlar! Ben sizin için sadece apaçık bir uyarıcıyım.”

50. İman edip sâlih ameller işleyenler için bir mağfiret ve bol rızık vardır.

51. Âyetlerimizi (küçümseyip akıllarınca) âciz (geçersiz) bırakmaya çalışanlar ise,[15] kesinlikle cehennem ehlidirler.

52. Biz, senden evvel hiçbir resûl ve nebî göndermedik ki o, (dâvâsına ait bir şey) temenni ettiği zaman, onun emeline dair şeytan, (insanların kalbine) bir vesvese atmış (duyduklarını saptırmış)[16] olmasın. Fakat Allah, şeytanın atacağı şeyi derhal giderir, sonra da Allah kendi âyetlerini (fitneden koruyup) sağlamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

53. (Allah’ın böyle yapması) şeytanın (ortaya) atacağı şeyi kalplerinde bir hastalık olanlara ve kalpleri katılaşanlara bir imtihan (konusu) yapması içindir. Şüphesiz ki zalimler, derin bir ayrılık içindedir.

54. (Ve yine,) kendilerine ilim verilenlerin, o (Kur’an’)ın, Rabbinden (gelen) bir gerçek olduğunu bilip de ona iman etmeleri, böylece kalplerinin ona saygı duyması (ve bağlanması) içindir. Elbette Allah, inananları mutlaka doğru yola iletir.

55. Küfre sapanlar/inkâr edenler ise, kendilerine ansızın o saat (ölüm veya kıyamet) veya (artık hayır getirmeyen) kısır bir günün azabı gelinceye kadar ondan (Kur’an’dan) şüphe üzere kalmaya devam ederler.

56. O gün mülk (hükümranlık, hâkimiyet) Allah’ındır. (O,) insanlar arasındaki hükmünü verir. İman edip de sâlih (sevaplı) ameller işleyenler nimeti bol olan cennettedirler. [bk. 25/26; 82/19]

57. Kâfir olanlar ve âyetlerimizi yalanlayanlar için ise pek alçaltıcı bir azap vardır.

58. Allah yolunda göç edip de sonra öldürülen veya ölenlere gelince, muhakkak ki Allah onları en güzel rızıkla(rla) besleyecektir. Şüphesiz Allah rızık verenlerin en iyisidir. [bk. 4/100]

59. O, onları hoşnut olacakları bir yere mutlaka yerleştirecektir. Çünkü Allah (her şeyi) bilendir, Halîmdir (hemen ceza vermeyendir).

60. İşte böyle. Her kim kendisine yapılan cezanın (kötülüğün, haksızlığın ancak) misli ile karşılık verir de sonra (tekrar) saldırıya uğrarsa, Allah ona elbette yardım eder. Şüphesiz Allah çok affeden, çok bağışlayandır.

61. Bu böyledir. Kesinlikle (bilesiniz ki) Allah (istediğini yapar,) geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar(ak uzatır kısaltır). Şüphesiz Allah (her şeyi) işitendir, görendir.

62. Bu böyledir. Şüphesiz Allah, hakkın ta kendisidir. O’nun dışında yalvardıkları (sığındıkları putlar/ilâhlar) da batılın ta kendisidir. Doğrusu O Allah, (her şeyden) yücedir, çok büyüktür. [bk. 4/139; 10/65; 31/30]

(Görüldüğü gibi batıldan maksat, Allah’ı bırakıp başkasına tapma ve bağlanma olup aynı zamanda O’nun rızasına aykırı iş ve hareketlerdir.)

63. Görmedin mi, Allah gökten yağmur indirir de, yer (onunla) yemyeşil oluverir. Doğrusu Allah çok lütufkârdır, (her şeyden) haberdardır. [krş. 10/ 61; 27/25; 31/16]

64. Göklerde ve yerde olanlar(ın hepsi) O’nundur. Doğrusu Allah elbette Ganî’dir (hiçbir kimseye ve hiçbir şeye ihtiyacı yoktur), övülmeye lâyıktır.

65. Görmedin mi, Allah yerde olan şeyleri ve emri (kanunu) ile denizde akıp giden gemileri sizin fayda ve hizmetinize vermiştir. Göğü de kendi izni olmadan, yere düşmemesi için O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [bk. 31/29; 45/13]

66. Size (önce) hayat verip sonra öldürecek, sonra yine diriltecek olan ancak O’dur. Gerçekten insan, çok nankördür. [bk. 2/28; 40/11; 45/26]

67. Biz her ümmet için, (kendi çağlarında) uygulamakta oldukları bir ibadet tarzı (şeriat) koyduk. (Son din İslâm da gönderilen bir şeriattır.) O halde (ona uyup) bu işte, seninle asla çekişmesinler. Artık sen Rabbine davet et. Şüphesiz sen dosdoğru bir yol (olan İslâm) üzeresin.[17] [krş. 2/148; 5/48]

68. Eğer seninle (dinde) mücadele ederlerse (onlara): “Allah yaptıklarınızı daha iyi bilendir.” de. [bk. 10/41; 46/8]

69. “Ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında Allah, kıyamet günü aranızda hüküm verecektir.” [bk. 32/25; 60/3]

70. Bilmez misin ki Allah gökte ve yerde ne varsa (hepsini) bilir. Çünkü bu(nların hepsi), Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da)dır. Gerçekten bu (bilme), Allah’a göre pek kolaydır.

71. (Onlar) Allah’ı bırakıp da O’nun, delil olarak hakkında hiçbir şey indirmediği ve kendilerinde de ona dair bir bilgi bulunmayan şeylere taparlar. Zalimlerin (hiçbir) yardımcısı yoktur.

72. Kendilerine açık olarak âyetlerimiz okunduğu zaman, inkâr edenlerin yüzündeki inkâr (belirtisin)i anlarsın. Neredeyse âyetlerimizi karşılarında okuyanlara saldıracaklar. (Resûlüm!) De ki: “Size bundan daha kötüsünü haber vereyim mi? Ateş! Allah onu inkârcılara vaadetmiştir. O ne kötü (bir) dönüş yeridir!”

73. Ey insanlar! İşte size bir temsil getirildi. Şimdi onu iyi dinleyin: Sizin Allah’ı bırakıp da yalvar(ıp/tap)tıklarınız; hepsi bir araya toplansalar dahi asla bir sineği bile yaratamazlar. Eğer sinek onlardan bir şey kapsa, onu ondan kurtarmaya bile güçleri yetmez. İsteyen de âciz (kendisinden) istenen de.

(Yani putun önüne varıp tapan, isteklerini, yapacaklarını veya şikayetlerini söyleyen de âciz, put da âciz. İslâm öncesi câhiliye devrinin müşrik Arapları, heykel putlarının önünde törenler tertip ederler, övgü ve şikayetlerini dile getirirler, birtakım adaklarla istekte bulunurlardı. İşte yüce Allah, bu ilkellik ve câhiliye âdetlerini veciz şekilde bildiriyor.)

74. Onlar Allah’ı gereği gibi (anlayıp) takdir edemediler. Doğrusu Allah çok kuvvetlidir, mutlak üstündür.

75. Allah meleklerden de, insanlardan da elçiler seçer. (Bununla birlikte) kesinlikle Allah (her şeyi) işitendir, görendir.

76. (Allah) onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. (Bütün) işler, ancak Allah’a döndürülür. [bk. 72/28]

77. Ey iman edenler! Rükû edin, secde edin,[18] Rabbinize kulluk edin (emirlerine uygun yaşayın) ve hayır işleyin ki umduğunuza erişesiniz.

(Bu ve benzeri âyetlerin tatbîki, dünya ve âhiret için umduğuna kavuşmanın teminatıdır.)

78. Allah uğrunda (gereği gibi) hakkıyla (ve ancak O’nun için) cihad edin.[19] Allah’a (teslimiyet gösterip emirlerine) sımsıkı yapışın. Sizi (cihad için) O seçti ve din konusunda da üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi. Tıpkı babanız İbrahim’in dini(nde olduğu) gibi. O (Allah) daha önce(ki kitaplarda) ve bu (Kur’an’)da size “müslümanlar” adını verdi. Tâ ki peygamber size şâhit olsun, siz de insanlara şâhit olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a (emirlerine) sımsıkı yapışın. Mevlânız (sahibiniz) O’dur. (O) ne güzel Mevlâ ve ne güzel yardımcıdır! [krş. 3/103]


[1] Zira bilgisi olsa tartışmaz.

[2] Alaka, döllenmiş yumurtanın (zigotun) Rahim duvarına yapışması (zona pellusida)’ndan sonraki devredir.

[3] Mudga, et halinde küçük bir parça (2-2,5 cm).

[4] Özetle diyebiliriz ki: Kadının yumurta hücresi, erkeğin sperma hücresi ile döllenmesinden sonra artık canlı bir varlıktır ve bir hafta içinde bir hücre topluluğu halinde rahim duvarına 11 gün içinde gelip yapışır. Bu yapışma (zona pellusida)dan sonra “dut” gibi asılır ve gömülüp kanla beslenmeye başlar. İşte bu, hücrenin alaka (embriyo) safhasıdır. Mudga (fetus) safhasına kadar bu cenin (embriyo), bir et parçası halini alır ve çıkan somitlerle organ yerleri belli olur. Sekizinci haftanın sonunda, ceninin dış görünümü bir insan şeklini alır. Artık hızla gelişen ceninin (23/13-14) kemikleri, kasları ve derisi teşekkül etmiş olarak büyümeye devam eder. Nihayet doğumla neticelenir. Canlı doğmak kaydıyla, çocuğun hak ve hukuku da cenin halinde iken başlar (Bâr, s. 81-107). (Ayrıca bk. 39/6). Cenin canlı oldukça miras hakkı devam eder. Hilkati tamamlanmış cenin düşürülürse diyeti verilir (Müslim (Davudoğlu), II, 1309; Molla Hüsrev, s. 125).

[5] Oysa Allah’ın varlığı hakkında tartışan ateistler, görünmeyen akıllarının varlığını kabul etmeleriyle çelişkiye düştüklerini bilmezler. [bk. 31/20]

[6] Bu yukarıdaki mâna, “Tavana bir ip uzatıp sonra (protesto için nefesini) kessin (kendini assın, yardım yine kesilmez).” şeklinde verilen mânaya nispetle vâkıaya daha mutâbıktır. [bk. Râzî, XVI, 280]

[7] Secde âyeti konusunda bk. 7/206.

[8] Rivayete göre, İbrahim (as.), Ebû Kubeys dağına çıkarak insanları haccetmeye davet etmiştir. Hasan-ı Basrî’nin rivayetine göre bu hitap Hz. Peygamber’edir. Beydâvî de bunu nakletmiştir. Hz. Peygamber, Vedâ haccında âyetin gereği olan haccı duyurmuştur (Ayntâbî, III, 198).

[9] Bu hayvanlar En’âm sûresinde (6/142-144) belirtilen kurbanlıklar olup; deve, inek koyun ve keçidir. Hacda ceza dışında kesilen kurban şükür kurbanı olup vâciptir; zenginliğinden dolayı keseceği kurban yerine geçmez. Hacda ceza veya nezir kurbanı dışındaki kurbanların etinin yenmesi hususunda fıkıh kitaplarında imamların bazı değişik görüşleri vardır.

[10] Arapça’da insan heykellerine (neden yapılırsa yapılsın) “vesen” denilmiştir. İbni Âbidîn, “Vesen, cüssesi olan, insan suretinde ağaçtan, taştan, gümüş ve saireden yapılan heykellerdir. Çoğulu ‘evsân’ şeklindedir. Sanem ise cüssesiz surettir.” diye kaydetmiştir. Müşrik Araplar’ın bunların dışında hevâ ve hevesini veya bir eşyayı yahut kendi cinsinden birisini dünyevî gaye ve pâyelerle yüceltip putlaştırmaları da çok olmuştur. [bk. 25/43; 29/25; 45/23]

[11] Develer ayakta boğazlanırken ön ayaklarının biri katlanıp bağlanır.

[12] Çünkü “Allah’ı tanıyoruz” deseler bile O’nun hüküm ve hâkimiyetini kabul etmeyen müşrikler, bütün mâbetlere düşmanlık ederler.

[13] Burada Hz. Musa’nın yalanlanmasının meçhul sîgası ile ifade edilmesinin sebebi onun diğer peygamberler gibi kavmi tarafından değil, Kıptîler tarafından yalanlandığına işaret etmek içindir (Beydâvî).

[14] Şu halde zaman izâfîdir. Özellikle insanlar, zamanın çabuk geçmesini istediklerinde bir türlü geçmek bilmeyişi bunu gösterir. Kaldı ki bizim hesabımıza göre bin yıl olan zaman parçası Allah katında bir gün kadardır. Bu âhiret azabına karşı bir uyarıdır.

[15] Yahut, “Âyetlerimiz(i geçersiz bırakma) hususunda birbirlerini âciz bırakırcasına yarışanlar ise…” [krş. 34/5, 38]

[16] Mehmed Vehbi, IX, 3562.

[17] En doğru yol, Allah’ın son gönderdiği ve bütün hükümlerin tamamlandığı din, İslâm olup artık tartışmaya lüzum yoktur. Bundan önceki bütün dinler hem tahrif edilmiş hem de hükmü kalmamıştır. Dolayısıyla Yahudilik ve Hıristiyanlığı, İslâm ile eşit göstermek yanlıştır. [bk. 2/83 ve açıklaması]

[18] İmam Şâfiî âyette geçen secdeyi tilâvet secdesi olarak almıştır, Hanefîlere göre ise buradaki secde namazda yapılması istenen secdedir.

[19] Cihad ancak, müslümanlara cephe alan/düşmanlık eden ve savaş açanlara karşı, Allah nizamının hâkim olması için yapılır.