59. Haşr Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 24 âyettir. Haşr, “sevkiyât için bir yere toplamak” demektir.[1] 2-17. âyetlerdeki yahudi kabilelerinden Nadroğulları’nın sürülmeleri hadisesinden hareketle, sûreye bu ad verilmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Göklerde olanlar da, yerde olanlar da Allah’ı tesbih eder. O mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

2. Ehl-i Kitab’dan (ahitlerinden cayan ve Peygamber’e suikast tertipleyip) küfre sapanları ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O’dur. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar (yani Nadroğulları yahudileri) de, kalelerinin kendilerini, Allah’(ın azabın)dan koruyacağını sanmışlardı. Allah(’ın azabı), onlara hesap etmedikleri taraftan geldi ve kalplerine korku düşürdü. Öyle ki evlerini hem kendi elleriyle hem de mü’minlerin elleriyle ‘yıkıp harap’ ediyorlardı. Ey basîret sahipleri! (Gerçeği görebilenler! Bundan) ibret alın![2]

(Bir şey, insanların yalnız kendi isteğine göre olmaz; onun yanında bir de mühim olan ve unutulmaması gereken, Allah’ın planı/takdiri vardır ki işte “ibret alın” ifadesi buna işaret etmektedir.)

3. Eğer Allah onlara (bu) sürgünü yazmasaydı bile, elbette kendilerine dünyada yine (başka şekilde) azap ederdi. (Kaldı ki) âhirette de onlar için ateş azabı vardır.

4. Onların bu şekilde sürülmeleri, Allah’a ve Peygamberi’ne muhalefet etmeleri/karşı gelmeleri (ve düşmanlık etmeleri) yüzündendir. Kim de Allah’(ın buyrukların)a muhalefet eder/karşı gelirse, şüphesiz ki Allah’ın azabı çetindir.

5. (O hainlik yapan yahudilerin yurtlarında kendilerine siper edindikleri) herhangi bir hurma ağacını (ne zaman) kestiniz veya onu (kesmeyip) kökleri üzerinde (olduğu gibi) bıraktınızsa, (hep) Allah’ın izniyledir ve (bu izin) yoldan çıkanları rezil etmek içindir. (Yoksa öfke veya keyfinize göre kesemezsiniz.)

6. Allah’ın onlardan Peygamberi’ne kolayca ganimet olarak verdiği şeye gelince, siz onun üzerine ne at ne de deve sürdünüz. (Akın edip harp etmediniz.)[3] Fakat Allah, Resûlü’nü dilediği kimseler üzerine ‘salarak (onların kalplerine düşen korkudan dolayı onlara) harpsiz galip kılar.’ Allah her şeye kâdirdir.

7. Allah’ın (fethedilen diğer kâfir) memleketler halkın(ın malın)dan, Resûlü’ne ganimet verdiği şeyler; Allah’a, Peygamber’e, akrabalarına, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara aittir. Bu da (bu malların), içinizden yalnız zenginler arasında elden ele dolaşan bir servet olmaması içindir. Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da vazgeçin.[4] Allah’a saygılı olup emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.

8. (Bir de bu ganimetler,) hicret eden fakirlere aittir. Onlar, Allah’tan bir lütuf ve bir rıza ararlarken, hem de Allah’a ve Resûlü’ne (malları ve canlarıyla) yardım ederlerken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır. İşte bunlar, (iman ve mücadelelerinde) doğru olanların ta kendileridir.

9. Onlardan önce (Medine’yi) hem yurt hem de iman (İslâm) evi edinen kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilen şeylerden dolayı gönüllerinde bir ihtiyaç (bir sıkıntı) duymazlar. Kendilerinin ihtiyacı olsa bile, (onları) öz canlarına tercih ederler.[5] Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [bk. 76/8]

(Medine’ye hicret olayının temelinde, gerçek vatanın müslümanın doğduğu fakat küfrün hâkim olduğu yerden ziyade, imanının gereği gibi rahatça yaşayacağı yer olduğu gözükmektedir.)

10. Bunlardan sonra gelen (diğer bütün mü’min)ler derler ki: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce imanla geçmiş (din) kardeşlerimizi bağışla, kalplerimizde, iman edenler için bir kin bırakma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki sen pek şefkatlisin, pek merhametlisin.” [bk. 9/100]

11. Görmez misin (şu) münâfıklık edenleri? (Onlar) Ehl-i Kitab’dan o küfre sapan kardeşlerine:[6] “Eğer siz, (yurdunuz Medine’den) çıkarılırsanız, elbette biz de sizinle beraber çıkarız ve sizin aleyhinize hiçbir kimseye[7] asla itaat etmeyiz. Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka (biz de) size yardım ederiz.”[8] derler. Halbuki Allah şahitlik eder ki onlar kesinlikle yalancıdırlar.

12. Andolsun ki eğer (o yahudi Nadroğulları kabilesi) çıkarılsalar (bile bunlar), onlarla beraber çıkmazlar. Eğer onlarla savaşılsa, onlara yardım etmezler. Yardım etseler bile, kesinlikle arkalar(ın)ı dön(üp kaç)arlar, sonra (Allah onları helak eder kimse tarafından) da yardım edilmezler.

13. (Ey mü’minler!) Siz, onların (münâfıkların) yüreklerine, Allah’tan daha çok korku vermektesiniz. Bu, onların (Allah’ın büyüklüğünü) anlamayan bir topluluk olmalarındandır.

14. (Münâfıklar ve yahudiler,) surla çevrilmiş kasabalarda ve duvarların (siperlerin) arkasında olmaksızın sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki savaşları (çekişmeleri) şiddetlidir. Sen onları toplu (birlik olmuş) zannedersin. Halbuki onların kalpleri (birlik değil) dağınıktır. Bu ise onların aklını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır.

15. (O yahudilerin hali) kendilerinden az öncekilerin hali gibidir. Onlar (kötü) işlerinin günahını (dünyada) tattılar. Onlar için (ayrıca âhirette de) acıklı bir azap vardır.

16. (Yahudileri harbe teşvik eden münâfıkların durumu da) şeytanın hali gibidir. Çünkü o insana: “İnkâr et” der, (insan) inkâr edince de: “Hakikaten ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” der.

17. Nihayet ikisinin de sonu, ebedî olarak ateşte kalmaları oldu. Zalimlerin cezaları budur.

18. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın ve herkes yarın için önden ne (yapıp) gönderdiğine baksın. Allah’ın emirlerine aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.

19. Allah’ı unuttuklarından dolayı, (Allah’ın da) kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar, yoldan çıkan kimselerdir. [bk. 63/9]

(Yüce Allah’ı unutanlar, O’nun emir ve yasaklarını yaşantısına karıştırmayanlar, kalpleriyle akılları arasındaki bağlar kopmuş çarpık kimselerdir. Zaten Allah’a yabancılaşanlar, O’nunla irtibatını kesenler, nefislerinin ve teknolojinin esiri olup Allah’tan başka şeylere taparcasına bağlanacaklar ve onlardan zevk alıp günah deryasında devam edeceklerdir. Bunun yanında yüce Allah’ın onlara kendilerini unutturması da çok vahimdir. Çünkü kendini unutan insan ve toplum hayvânî duygulara yönelecek, böylece cehenneme götürecek şeyleri cazip görecek, öz benliğini, şahsiyetini, mânevî değerlerini unutup kendine yabancılaşacaktır. Böyle bir fert veya toplum; artık yoldan çıkmış, mânen intihar etmiş, zillet ve esarete dûçâr olmuş, rûhen köleleşmiş veya yok olmaya mahkum olmuş demektir. İşte yüce Allah bu iki tehlikeye karşı uyarmaktadır.) [bk. 7/51; 9/67; 103/1-3]

20. Ateş ehli (olan cehennemlikler) ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli (olanlar), kurtuluş ve saadete erenlerin ta kendileridir. [krş. 13/19; 40/58; 45/21; 47/14]

21. Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette onu, Allah’ın korkusundan baş eğerek parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz. [bk. 33/72-73]

(Bu misalden anlaşıldığına göre, inanan insan da Kur’an karşısında en az dağların hali gibi olmalı; boyun eğmeli, ufalıp teslim olmalıdır. Olmuyorsa, dağlardan daha sert ve katı demektir.)

22. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Gizliyi de, âşikârı da bilendir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.

23. O, öyle Allah’tır ki O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Hükümrandır, mukaddestir, selamete erdirendir. İnanıp sığınana güven verendir, gözetip koruyandır, mutlak galiptir, cebbârdır (her dilediğini mutlaka yapan ve kullarının hal ve işlerini görüp gözeten ve düzeltendir). Büyüklük ve ululukta eşsizdir. Allah, (putperestlerin Allah’tan başkasına bağlanarak) ortak koştukları şeylerden (ve benzetmelerden) münezzehtir.

24. O, takdir edip yaratan, (bir uygunluk içinde) var eden, varlıklara sûret veren Allah’tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nu tesbih (ve tenzih) eder. O, mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Özellikle son üç âyeti dinlerken durak yapılan ara cümlelerinde ve sonlarında: “Âmennâ ve saddeknâ.” (İnandık ve tasdik ettik) diyerek karşılıkta bulunabiliriz. Peygamber Efendimiz, “Kim sabah ve akşam üç defa ‘Eûzü billâhi’s-semîi’l-alîmi mine’ş-şeytâni’r-racîm’ dedikten sonra bu üç âyeti okursa, kendisine sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar görevlendirilmiş melekler mağfiret diler…” buyurmuştur.)[9] [bk. 7/180]


[1] Kıyamet günü hesabın görülmesi için olan haşrden bir örnek olarak bu kelime kullanılmıştır.

[2] Âyette geçen son emirden hareketle, “ibret alın” ifadesinin, kıyâsın şer’î bir delil olduğu hususuna kanıt olabileceği söylenmiştir (Beydâvî).

[3] Harpsiz, kolayca alınan ganimetlere “feyy” denilir. Bunlar mücahidlere dağıtılmaz. Bu türlü savaşsız alınan ganimetler Beytülmâl’in (Devlet hazinesinin)dir. [Savaşla alınan ganimetler için bk. 8/1, 41]

[4] Allah Resûlü’nün verdiği/emrettiği ve nehyettiği ne varsa âyette geçen (“mâ” ism-i mevsûlünden dolayı) özel ve genel emrettiği ve nehyettiği her şeyi içine alır. Bundan dolayı hadisler ve sünnetler mü’minlere şer’î delildir. [krş. 7/157]

[5] Buna “isâr” denilir ki kişinin kendisi muhtaç iken başkasının ihtiyacını daha önde görerek, onun yardımına koşmasıdır.

[6] Yahudilere/dostlarına.

[7] Muhammed’e (sas.).

[8] Münâfıklar, her fırsatta, İslâm’a ve müslümanlara düşman olanlarla dostluk ve birliktelik kurmuşlardır.

[9] Buhârî, “Dâvet”, 69; Müslim, “Zikir”, 5-6; Tirmizî, “Fezâilü’l-Kur’an”, 22.