14. İbrahim Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 52 âyettir. 28, 29 ve 30. âyetlerinin Medine döneminde inmiş olduğu rivâyet edilir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Râ. Bu (Kur’an, öyle) bir Kitab’dır ki onu sana; insanları Rablerinin izniyle (her türlü kişisel ve toplumsal) karanlıklardan aydınlığa; eşsiz galip ve övgüye layık olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik. [krş. 16/44, 89]

(Düşüncelerin değil, şehvetperestliğin, maddeperestliğin, erkek ve kadın pazarlamacılığının, içki, faiz ve tefeciliğin, çıkarcılık yarışının hâkim olduğu, kendilerine dokunulmazlık öngörülen/verilen kişi ve kral tanrıların hâkimiyet kurduğu devirlerin karanlıklarından aydınlığa çıkarmak için yüce Allah, bu Kur’an’ı indirmiştir. Böylece insanlığın asıl aydınlığa geçişi, toplumun nizamı, sosyal düzeni ve adaleti Kur’an’la olmuş ve toplumda ilâhî hâkimiyet de yine Kur’an’la sağlanmıştır. Çünkü Kur’an hayat nizamı, dünya ve âhiret saadeti için gelmiştir (2/257). Kur’an hayata rehber oldukça bu aydınlık devam edecektir.)

2. O Allah ki göklerde olan ve yerde olan şeyler(in hepsi) ancak O’nundur. (Uğrayacakları) şiddetli azaptan dolayı vay küfre sapanların haline!

3. O (küfre sapa)nlar, âhirete tercih ettikleri dünya hayatını severler. (İnsanları) Allah’ın yolundan alıkoyarlar ve onu (o yolu) eğri (ilerlemeye mânî/tutucu) göstermek isterler. İşte onlar (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler. [bk. 3/99; 7/45, 86; 11/17]

4. Biz her peygamberi, (kitabımızı) apaçık anlatsın diye ancak kendi halkının diliyle gönderdik. Artık Allah, dilediğini (amellerinin gereği olarak) sapıklıkta bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O, eşsiz güç, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

5. Andolsun ki biz Musa’yı da: “Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (gerek kendilerinin, gerek başkalarının başlarına getirdiği felaket ve nimet) günlerini hatırlat.” diye âyet (ve mucize)lerimizle gönderdik. Bunda çokça sabreden, çokça şükreden herkes için âyetler (ders verici işaretler) vardır.

6. Hani, Musa kavmine: “Allah’ın size bahşettiği nimetleri hatırlayın. Kadınlarınızı (kızlarınızı) sağ bırakıp da oğullarınızı boğazlayarak sizi işkencenin en kötüsüne çarptıran firavun tâifesinden sizi O kurtardı. Bunda (size) Rabbinizden büyük bir imtihan vardır.” demişti. [bk. 7/126]

(Dünyanın çeşitli yerlerinde İslâm’ın sesinden ve onun fertler üzerinde hâkimiyet kurmasından rahatsız olunmuş, bundan dolayı da müslümanlara çeşitli zulüm ve işkenceler yapılmış, kısıtlamalar getirilip baskı altında bulundurulmaya çalışılmıştır.) [bk. 28/4]

7. Hani Rabbiniz, (size) şöyle bildirmişti: “Andolsun ki eğer şükrü yerine getirirseniz, elbette size (nimetimi) artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok çetindir.” [krş. 2/152; 18/29; 47/15]

(Allah’a karşı şükrü yerine getirmek; emirlerine itaat, zikir ve verdiğinden vermekle gerçekleşir. Şükrü yerine getirmek, Rabb’ın rahmetinin, şefkat ve iltifatının şükür sahibine yönelmesini sağlar, basireti açar. Şükrü yerine getirmek, nimetleri verenin tanındığına ve kalpteki imanın dinamikliğine işarettir/delildir. Yediğimiz, içtiğimiz helal rızıklar son derece kıymetli bir hazine olduğu halde, şükrü yerine getirmeme/şükürsüzlük, onları, hayvânî zevklerin tatmin edildiği ve sorumluluğu ağır olan nesneler haline getirir. Şükürsüzlük nankörlüğe, nankörlük ise nimetin er geç elden gitmesine, helak ve azaba sebep olur.) [bk. 2/152-153]

8. Musa yine dedi ki: “Eğer siz ve yeryüzünde olanların tamamı, toptan nankörlük etseniz bile, şüphesiz ki Allah zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz). O, hakkıyla övülmeye lâyıktır.” [bk. 39/7]

9. Sizden önce geçenlerden Nuh, Âd, Semûd kavminin ve onlardan sonra (isim ve sayılarını) ancak Allah’ın bildiği kavimlerin haberleri size gelmedi mi? Peygamberleri, onlara mucizeler getirdi de onlar ellerini onların (o resûllerin) ağızlarına karşı çevirip: “Biz, sizinle (bize tebliğ için) gönderilmiş olan her şeyi inkâr ettik. Çünkü (sizin) bize yaptığınız davetin mahiyetinden derin bir şüphe ve endişe içindeyiz.” dediler.

10. Peygamberleri de (onlara): “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında mı şüphe (içindesiniz)? Halbuki O, günahlarınızı bağışlamak ve sizi belirlenmiş bir vakte kadar bırak(ıp yaşat)mak için (hak dine) çağırıyor.” dediler. (Onlar da:) “Siz de bizim gibi bir insandan başka (bir şey) değilsiniz; bizi atalarımızın taptıkları (tanrıları)ndan vazgeçirmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık/ olağanüstü bir delil getirin.” demişlerdi.

(Son iki âyette görülüyor ki gerek kâfir, gerek müşrik, gerek münâfık toplum veya gruplar, Allah’a gereği gibi inanmadıkları için peygamberlerin Allah’tan getirdikleri hakikatler karşısında büyüklenip inanmayı kabullenemediklerinden, kâh öfkelenip yumruk halinde parmaklarını ısırmışlar (3/119) kâh yapılan tebliği ve tevhîde daveti işitmemek için parmaklarıyla kulaklarını kapamışlardır (71/7). Mekkeliler’den Kur’an karşıtları, ya Hz. Peygamber’den gizlenmişler, kaçmışlar (11/5; 9/127) veya“Kur’an’ı dinlemeyin, dinletmeyin onu düşündürmeye fırsat vermeyin, bunun için de, gürültü şamata yapın” (41/26), demişler, bunu yaygınlaştırmaya çalışmışlardır. Burada da aynı eylemin bir benzeri görülmektedir. Bütün devirlerde bu grupların, yüce Allah’tan gelen hakikatleri açık veya gizli susturma kin ve planları görülmüştür.)

11. Resulleri de onlara dediler ki: “(Evet) biz de sizin gibi sadece birer insanız. Fakat Allah, kullarından dilediğine nimetini lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim, size (istediğiniz gibi, kesin) bir delil (ve mucize) getirmemize imkân yoktur. İnananlar artık ancak Allah’a güvenip dayansın(lar).”

12. “(O,) yollarımızı bize dosdoğru göstermişken, biz ne diye Allah’a güvenip dayanmayalım? Bize yaptığınız eziyete karşı elbette dayanıp direneceğiz (yılmayacağız). O halde tevekkül eden (mü’min)ler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”

13. İnkâr edenler, peygamberlerine: “Andolsun ki ya sizi yurdumuzdan çıkarırız ya da mutlaka milletimize (dinimize) dönersiniz.” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “O zalimleri muhakkak helak edeceğiz.”

(Allah’ın dinine ve peygamberine karşı cephe alan küfür grubu, mü’minlere dinlerini yaşama yollarını kapamak ve onları sindirmek için her ne kadar kötülük yapma planları hazırlasalar da Allah’ın planı hepsine galip gelecektir.) [bk. 2/120]

14. “Ve onlardan sonra o yere sizi yerleştireceğiz. Bu (sözüm, benim yücelik) makamımdan korkan ve tehdidimden sakınanlar içindir.”[1]

15. (Peygamberler, kendilerine düşman olanlara karşı Allah’tan) yardım (ve zafer) istediler; (Allah’ın yardımı üzerine) her inatçı zorba perişan olup hüsrana uğradı.

16. (Bunun) ardından da (onlara) cehennem vardır. (Orada onlara) irinli su içirilir.

17. Onu zorla yutmaya çalışacak, fakat boğazından geçiremeyecek ve her taraftan ona ölüm gelecek (her yerinden ölümü hissedecek). Ancak yine de ölmeyecek. (Bunun) ardından da (bitmez tükenmez) şiddetli bir azap vardır. [bk. 18/29; 47/15]

18. Rablerini inkâr edenlerin/küfre sapanların durumu şudur: Onların yaptıkları (iyi) işler, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül (yığının)a benzer. (Onların) kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez. İşte, (haktan) uzak olan sapıklık budur. [bk. 3/117]

(Rabbi tanımak; O’na iman edip emirlerini kabullenip samimi olarak teslim olmaktır.)

19-20. Allah’ın gökleri ve yeri hakkıyla (yerli yerince) yarattığını (düşünüp gerçeği) görmedin mi? Eğer (O) dilerse sizi giderir (yerinize imanlı ve itaat eden) yepyeni bir halk getirir. Bu da Allah’a güç değildir. [bk. 5/54; 6/89; 47/38]

21. (İnsanların) hepsi Allah’ın huzuruna çıkacaklar; güçsüzler tâifesi, büyüklük taslayan (yönetici ve önder)lere: “Doğrusu biz (dünyada dine aykırı işlerde) size uymuştuk, şimdi siz, Allah’ın azabından (herhangi) bir şeyi bizden giderebilir misiniz?” diyecekler. Onlar da: “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola götürürdük. Artık sızlansak da sabretsek de bizim için birdir; kaç(ıp sığınıl)acak bir yerimiz yoktur.” derler. [bk. 7/38-39; 33/66-68; 40/47-48]

22. İş bitirilince (kullara ait ilâhî hüküm verilince) şeytan (cehennemdekilere): “Doğrusu Allah size gerçeği vaadetmişti, ben de size (‘istediğiniz gibi yaşayın, korkmayın, âhiret yoktur’ diye) vaadetmiştim.[2] Sonra sözümden cay(ıp sizi yüzüstü bırak)tım. Benim sizin üzerinizde hiçbir hâkimiyetim/baskı gücüm yoktu. Ben sizi sadece (inkâr ve isyana) çağırdım, siz de hemen bana uyup geldiniz. O halde (kusuru bana yükleyip) beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Esasen evvelce beni (Allah’a) ortak tutmanızı (Allah yerine bana tapmanızı)[3] da kabul etmemiştim.” der. Elbette (böyle) zalimlere, pek acıklı bir azap vardır. [bk. 4/117-120; 59/16]

23. İman edip de sâlih (sevaplı) ameller işleyenler, Rablerinin izniyle, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere konulacaklar.[4] Orada (birbirlerine) dilek, iltifat ve duaları “selâm”dır (esenlik dilemektir). [krş. 36/55-58]

24. Görmedin mi! Allah nasıl bir benzetme yaptı: (Tevhid ve şehadet olarak)[5] güzel söz, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaç gibidir.

(Bu âyet-i kerîmede geçen “güzel söz”ü Allahu Teâlâ, bizim anlamamız için, kökü sağlam, sabit, yıkılmayan, kurumayan, dalları yer ve gök semasını tutmuş, meyvesi güzel olan bir ağaca benzetmektedir. Müfessirlerin açıklamasına göre, bu güzel söz; “kelime-i tevhid/kelime-i şehadet”, bu ağaç ise “mârifetullah” ağacıdır. Benzeyen, benzetilenin özelliğini taşır. Bu bakımdan mârifetullah (Allah bilinci) ağacı kimin kalbine dikilir, orada ne kadar kuvvetli kök salar ve ne kadar güzel gelişip meyvelerini verirse o insan artık özüyle, sözüyle, ahlâk ve davranışlarıyla kemâle ulaşır. Allah’a kulluk görevini yerine getirir, şirkten ve tâğûttan uzaklaşır. Yalnız Allah’ın rızasına uygun iş ve hareketlerde bulunur. Bu sayede de dünya ve âhiret saadetini hazırlamış olur. [bk. 22/24] Aşağıdaki âyet-i kerîmede belirtildiği gibi kalpte/düşünce ve duygudaki kötü kelime ise küfür olup Allah’ı ve O’nun hüküm ve hâkimiyetini tanımama sözüdür ki her türlü fitne, fesat, musibet ve felâketin kaynağı olup bu da dünya ve âhiret bedbahtlığına sebep olur.)

25. Ki o (ağaç), Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Allah insanlara düşünüp ibret alsınlar diye (işte böyle) misaller verir.

26. (Küfür ve inkârcılık gibi) kötü bir sözün (ve sahibinin) durumu da (gövdesi) yerin üstünden kolayca kesilip koparılan, bu sebeple yerinde durması mümkün olmayan kötü bir ağaç gibidir.

27. Allah (şirk ve tâğûtu reddederek) iman edenleri, dünyada ve âhirette[6] sağlam bir söz (olan kelime-i şehadet) üzere sabit tutar. Allah (küfre sapan) zalimleri de sapıklıkta bırakır/saptırır. Allah dilediğini yapar. [bk. 2/256 ve dipnotu; 4/48; 5/72]

28-29. Allah’ın nimetini, nankörlükle/küfürle değiştirenleri ve halklarını helak yurduna yani cehenneme sürükleyenleri görmedin mi? Onlar(ın hepsi) oraya girecekler. Orası ne kötü bir duraktır!

30. Onlar, (insanları) Allah yolundan saptırmak için O’nun yerine birtakım denk (varlık ve şahıs)lar koy(up Allah yerine onlara bağlanmayı sağla)dılar. De ki: “(Şimdilik dünyada) eğlenin, hiç şüphe yok ki dönüşünüz ateşedir.” [bk. 2/165; 10/70]

31. İman eden kullarıma söyle: Namazı dosdoğru kılsınlar, içinde ne bir dostluğun ne alışverişin bulunduğu bir gün gelmeden evvel, kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) gizli ve açık olarak infak etsin (harcasın)lar.

32. Allah, gökleri ve yeri yaratandır, semadan yağmur indirip onunla sizin için rızık olarak meyve (ve mahsul)ler çıkarandır, emri ile denizde akıp gitmesi için gemileri istifadenize veren, ırmakları da istifadenize verendir.

33. Âdetleri üzere (düzenli bir şekilde yörüngelerinde) seyreden güneşi ve ayı sizin istifadenize sunan, geceyi ve gündüzü size faydalı kılan O’dur. [bk. 7/54; 25/13; 36/37-40; 39/5]

34. (O Allah), kendisinden isteyebileceğiniz her şeyden[7] size verdi. Öyle ki Allah’ın nimetini sayacak olsanız, sayamazsınız. (Buna rağmen) doğrusu insan (yine de) çok zalim, çok nankördür.

35. Hani İbrahim (hanımı Hacer ile oğlu İsmail’i Mekke yöresine yerleştirip) şöyle demişti: “Ey Rabbim! Bu şehri emniyetli kıl,[8] beni ve oğullarımı heykellere/putlara tapmaktan uzak tut.”

36. “Ey Rabbim! Çünkü onlar (putlar), insanlardan bir çoğunun sapmasına sebep oldular. Artık kim bana uyarsa, işte o bendendir. Kim de bana karşı gelirse (onu sana bırakırım). Şüphesiz sen çok bağışlayan, çok merhamet edensin.”

37. “Ey Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin mukaddes evin (olan Beytullah’ın) yanında, ekinsiz (çorak) bir vadiye yerleştirdim. Ey Rabbimiz! Namazı ikâme etsinler (orada diye böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının[9] gönüllerini onlara meylettir ve onları (çeşitli) meyveler ile rızıklandır[10] ki sana şükretsinler.”

38. “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.” [krş. 2/126]

39. “İhtiyar halime rağmen bana, İsmail ve İshak’ı veren Allah’a hamdolsun. Şüphesiz Rabbim duayı (elbette) işitendir (kabul edendir).”[11]

40. “Ey Rabbim! Beni ve neslimden (gelenleri) de namazı gereği gibi kılanlardan eyle. Ey Rabbimiz! Duamı kabul buyur.”

(Burada kendimize, zürriyetimize ve geçmişlerimize dua etmemiz işaret ediliyor.)

41. “Ey Rabbimiz! Hesabın görüleceği kıyamet gününde beni, annemi, babamı[12] ve tüm mü’minleri bağışla.”

42. (Ey Resûl!) Allah’ı zalimlerin yaptığı şeylerden sakın habersiz zannetme! Ancak (Allah) onları, gözlerin (dehşetten) dışarı fırlayacağı bir güne (kadar) erteliyor (zaman tanıyor).

43. (O gün onlar) başlarını göğe dikerek, gözleri kendilerine dön(üp bak)amayacak şekilde koşup dururlar. Artık onların kalpleri (kafaları dehşetten dolayı) bomboştur.

44. (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği o günü haber verip uyar. Çünkü zulmedenler (o gün): “Ey Rabbimiz! Bize kısa bir süre tanı da senin çağrına uyalım, peygamberlere tâbi olalım.” derler. (Fakat boşunadır. O zaman kendilerine şöyle denilir:) “Önceden (dünyada) sizin için hiçbir zeval olmadığına (sonunuzun gelmeyeceğine) dair yemin etmiyor muydunuz?”

45. Siz (üstelik, Âd ve Semûd kavimleri gibi) kendilerine zulmedenlerin yerlerine yerleştiniz. Onlara ne (azaplar) ettiğimiz size açıklanmıştı ve size (buna dair birçok) misaller de göstermiştik.

46. Hal böyleyken yine de onlar, (peygamberlere karşı) tuzaklar kurdular. Halbuki onların tuzaklarıyla, dağlar bile kaybolacak olsa, yine de hilelerinin (karşılığı) Allah katındadır (hilelerini kendi aleyhlerine çevirir).

47. O halde asla, Allah’ın peygamberlerine verdiği sözden döneceğini sanma! Şüphesiz Allah mutlak galip, intikam sahibi (herkesin hak ettiği cezayı verici)dir.

48. Öyle bir gün gelecek ki yer başka yere; gökler de (başka göklere) değiştirilecek, (insanların hepsi kabirlerinden kalkıp) her şeye üstün gelen tek Allah’ın huzuruna çıkacaklar. [krş. 11/106-107]

49. O gün günahkârların, kelepçelerle birbirine bağlanmış olduğunu görürsün.

50. Onların gömlekleri katrandandır. Yüzlerini de ateş bürüyecektir. (Çünkü yüzleri Hakk’a yönelmemişti.)

51. (Bütün bunlar,) Allah’ın herkese (hayır ve şer olarak) kazandığının karşılığını vermesi içindir. Allah hesabı çok çabuk görendir.

52. Bu (Kur’an), insanlara bir tebliğdir. Hem de onunla (insanların) uyarılmaları, (Allah’ın) ancak bir tek ilâh olduğunu bilmeleri ve akıl sahiplerinin de düşünüp öğüt almaları içindir.


[1] Bu âyet-i kerîmede, daha hicret emri öncesinde Mekke’de iken Resûlullah’ın da -diğer peygamberlerin başına geldiği gibi- memleketinden hicret edeceğine, sonra onu çıkaranların yurduna mâlik olacağına işaret vardır.

[2] Mehmed Vehbi, III, 1068.

[3] Dînî konularda Allah’a karşı gelenlere itaat, şeytana itaat etmek gibidir.

[4] Âyet-i kerîmede mâzî sîgası kullanılması, Allah’ın ilm-i ezelîsinde bunun kat’î olarak gerçekleştiğini, kullara göre de ilerde olacağını bildirmektedir.

[5] Râzî, XIII, 547-552; Sicistanî, s. 232; Mehmed Vehbi, VII, 2696.

[6] Buhârî, “Tefsîr”, 14. sûre.

[7] Yahut, “İstediğiniz şeylerin hepsini size verdi.” Bu şekildeki mânada, âyetteki “min” harfi teb’îziyye değil, beyaniyye veya zâide olur (Ebü’s-Suûd, V, 48; Kurtubî, IX, 367).

[8] Hz. İbrahim emniyet istiyor; sebebi de putların ve putperestlerin bulunduğu beldede emniyette olmamasıdır. Böyle yerlerde anne rahmindeki cenin dahi emniyette değildir.

[9] İbrahim (as.) “insanlardan bir kısmı” ifadesini kullanmasaydı, insanların hepsi gönüllerini onlara verirler, yahudi ve hıristiyanlar da orada haccederlerdi. Onların iman ve haclarını kendilerine bırakmıştır (Beydâvî; Celâleyn).

[10] Allah duasını kabul etti, orayı emin bir yer kıldı. Her mevsimde meyvelerin, mahsullerin her çeşidi orada toplandı (Beydâvî; Celâleyn).

[11] İbrahim (as.), İsmail (as.) doğduğunda 99, İshak (as.) doğduğunda ise 112 yaşında idi (Beydâvî; Celâleyn).

[12] Bu dua, Hz. İbrahim’in babasına istiğfâr etmekten nehyedilmesinden önce idi. [bk. 9/113-114]