28. Kasas Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 88 âyettir. Adını 25. âyetteki aynı kelimeden almıştır. Kasas, “kıssalar” demektir. 85. âyet, hicret sırasında, 52-55. âyetler Medine döneminde inmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Sîn, Mîm.

2. Bunlar apaçık (her şeyi bildiren) Kitab’ın âyetleridir.

3. (Resûlüm!) İnanan kimseler için, Musa ve Firavun’un haberinden (bir kısmını) sana gerçek şekliyle okuyacağız.

4. Doğrusu Firavun, o yerde (Mısır’da) büyüklendi (ve zorbalığa kalkıştı. Sistem ve yönetimini sürdürmek için oranın) halkını birtakım gruplara böldü. Onlardan bir grubu (İsrâiloğulları’nı baskı altında) zayıf düşürerek oğullarını boğazlıyor, kızlarını da sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardan idi.

(Kâhin, Firavun’a, “İsrâiloğulları’ndan bir erkek çocuk peygamber olarak gelecek, saltanatını yok edecek.” demişti. Bunun için Firavun da İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını yaşatmıyordu. Çeşitli zamanlarda Firavun benzerleri/kral tanrılar, benzer korku ve kaygılarla Allah yanlılarına işkence ve sindirme gibi çeşitli zulümlerde bulunmuşlardır.) [bk. 2/49; 14/16]

5. Biz de istiyorduk ki o yerde zayıf düşürülenlere ihsanda bulunalım, onları (hayırda) önderler yapalım, onları (ötekilerin yerine) mirasçılar kılalım. [bk. 2/59]

6. Ve ayrıca onlara o yerde kudret (ve hâkimiyet) verelim, Firavun’a, (veziri) Hâmân ve askerlerine de, korkmakta oldukları şeyi (başlarına getirmek suretiyle) gösterelim.

7. Musa’nın annesine: “Onu emzir, başına bir şey gelmesinden korktuğun zaman, (bir sandık içinde) denize (Nil’e) bırak. Korkma ve (ayrılmana) üzülme! Çünkü biz, onu sana geri döndüreceğiz ve onu peygamberlerden yapacağız.” diye (ilham ile) bildirdik. [bk. 20/39]

8. Nihayet (annesi Nil’e bırakınca) Firavun’un adamları onu (Nil’de) bulup aldı. Ama sonunda o, kendileri için bir düşman ve bir tasa (kaynağı) olacaktı. Şüphesiz Firavun, Hâmân ve askerleri gerçekten çok yanlış yolda idiler.

(Allah, daha emniyetli olduğu için Hz. Musa’nın azgın Firavun’un yanında yetişmesini murad etmişti.)

9. Firavun’un karısı (sandıkta bir çocuk olduğunu görünce, Firavun’a): “Benim için de senin için de göz aydınlığı (olsun). Onu öldürmeyin, olur ki bize faydası dokunur veya onu evlat ediniriz.” dedi. Onlar (işin) farkında değillerdi.

10. Musa’nın annesi (bütün umudunu kaybedip) gönlü bomboş (içi yanarak) sabahladı. Eğer biz, (vaadimize) inananlardan olması için kalbini (sabırla) pekiştirmeseydik, neredeyse on(un kendi oğlu olduğun)u açıklayacaktı.

11. (Annesi, Musa’nın) kız kardeşine: “Onun izini takip et.” dedi. (O da) onlara fark ettirmeden onu uzaktan gözetledi.

12. Biz daha önce ona, süt anneler(in sütünü emmesin)i haram etmiştik (onu bundan menetmiştik). (Musa’nın ablası onların telaşını gördü ve yanlarına geldi:) “Sizin için ona bakacak ve ona candan davran(ıp eğit)ecek bir aileyi göstereyim mi?” dedi.[1]

13. İşte (bu şekilde) biz onu, gözünün aydın olması, üzülmemesi ve Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu bilmesi için annesine geri verdik. Fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

14. (Musa) ergenlik/yiğitlik çağına erişip de olgunlaşınca,[2] biz ona hüküm (hikmet, peygamberlik) ve ilim verdik. Güzel hareket edenleri biz işte böyle mükâfatlandırırız.

15. (Musa,) halkının dalgın (ve meşgul) olduğu bir sırada şehre girdi ve orada kavga etmekte olan iki adam gördü.[3] Biri kendi tarafından, diğeri de düşmanından (Mısırlı bir Kıptî) idi. Derken kendi tarafından olan, düşmanından olana karşı yardım istedi. Musa da on(a, düşman kavminden olan)a bir yumruk vurup işini bitirdi (kasıtsız olarak öldürdü. Bunun üzerine:) “Bu şeytanın işindendir; çünkü o apaçık saptırıcı bir düşmandır.” dedi. [bk. 20/40; 26/20-22]

16. (Musa pişman olup:) “Ey Rabbim! Gerçekten ben kendime yazık ettim, beni bağışla.” dedi. Bunun üzerine (Allah) onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

17. “Ey Rabbim! Bana lütfettiğin nimetler hakkı için, artık suçlulara asla arka çıkmayacağım.” dedi.

18. (Musa) şehirde korku içinde (neticeyi) gözeterek sabahladı. (Sabahleyin) bir de gördü ki dün kendisinden yardım isteyen (adam, başka bir Kıptî’ye karşı) yine kendisinden feryat edi(p yardım isti)yor. Musa ona: “Hakikaten belli ki sen bir azgınsın.” dedi.

19. Derken (Musa), yine her ikisinin de (kendisinin ve yardım isteyenin) düşmanı olan (adam)ı yakala(yıp ayır)mak isteyince, o adam (korkusundan) dedi ki: “Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? (Demek ki) sen yeryüzünde bir zorba olmak emelindesin de, ortalığı düzeltenlerden olmak istemiyorsun.” dedi.[4]

20. O sırada şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi: “Ey Musa! İleri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen çık (git buradan). Hakikaten ben, sana öğüt veren (senin iyiliğini isteyen)lerdenim.” dedi. [krş. 40/28]

21. Bunun üzerine (Musa) korkarak (ve etrafı) gözetleyerek oradan çıktı: “Ey Rabbim! Beni zalimler güruhun(un elin)den kurtar.” dedi.

22. (Musa) Medyen tarafına yönelince: “Umarım ki Rabbim bana doğru (düzgün) yolu gösterir (de giderim).” dedi.[5]

23. Nihayet Medyen suyuna varınca, o (kuyu)nun başında (hayvanlarını) sulayan bir grup insan buldu. Onlardan başka, (bir de koyunlarının suya yaklaşmasını) engelleyen iki kadın gördü. (Onlara:) “(Bu) haliniz ne?” dedi. (Onlar da:) “Çobanlar (hayvanlarına) su içirip götürünceye kadar biz (içlerine sokulup da hayvanlarımızı) sulayamayız. Babamız da çok ihtiyardır (bu yüzden iş bize kalıyor).” dediler.

24. Bunun üzerine (Musa) onlarınkini sulayıverdi. Sonra gölgeye dönüp çekildi: “Ey Rabbim! Doğrusu bana indirdiğin (lütfundan indireceğin) her türlü hayra muhtacım.” dedi.

25. Derken o iki (kız)dan biri utana utana yürüyerek ona geldi: “Bizim için (koyunları) sulamanın ücretini vermek için babam seni çağırıyor” dedi. Bunun üzerine (Musa), onun (babasının) yanına gelip (başından geçen) hikayeyi anlatınca, o: “Korkma, o zalimler topluluğundan kurtuldun.” dedi.

26. O (kız)lardan biri: “Babacığım! Onu ücretli (çoban) tut. Çünkü ücretle tuttuklarının en hayırlısı, (bu) güçlü ve güvenilir olan (adam)dır.” dedi.

27. (Kızların babası Şuayb, Musa’ya:) “Bana sekiz yıl çalışmana karşılık, bu iki kızımdan birini sana nikâhlamayı arzu ediyorum. Eğer on (yıl)a tamamlarsan, o da senin tarafından (bir lütuf)tur. Ben sana zahmet vermek de istemem. İnşaallah beni iyilerden bulacaksın.” dedi.

28. (Musa:) “Bu, seninle benim aramda (bir ahit)tir. Bu iki müddetten hangisini bitirirsem, artık bana karşı hiçbir haksızlık yok (demek)tir. Allah söylediğimize vekildir.” dedi.

29. Musa, (aralarında konuşulan) müddeti bitirip ailesiyle (Mısır tarafına) yola çıkınca Tûr’un (sağ) tarafından bir ateş farketti. Ailesine: “Siz durup bekleyin, çünkü ben bir ateş gördüm. Belki oradan size bir haber veya (ocak yakıp) ısınırız diye bir parça kor getiririm.” dedi.

30. Derken oraya varınca, o mübarek bölgedeki vadinin sağ kıyısındaki ağaçtan şöyle seslenildi: “Ey Musa! Şüphesiz âlemlerin Rabbi (olan) Allah benim, ben!” [bk. 20/10-14]

31. “Âsâ’nı (yere) bırak.” (Musa bıraktığı zaman) onun çevik bir yılan gibi titreyip hareket ettiğini görünce, arkasına dönüp bakmadan kaçtı. “Ey Musa! Buraya gel, korkma. Çünkü sen emniyette olanlardansın.” denildi.

32. “Elini koynuna sok, (o) kusursuz olarak bembeyaz (parlak bir halde) çıkacaktır. Korkudan dolayı (açılan) kollarını kendine kavuştur (ve kendini topla, kaçma). İşte bu iki (mucize), Firavun ve ileri gelenlerine (karşı) Rabbinden (sana verilen) iki kesin delildir. Çünkü onlar yoldan çıkan bir kavim oldular.” [bk. 20/22; 26/33; 27/7-13]

33. (Musa) dedi ki: “Ey Rabbim! Ben (yanlışlıkla) onlardan birisini öldürdüm. Onun için beni öldüreceklerinden korkuyorum.”

34. “Kardeşim Harun’un ifadesi benden daha düzgündür. Bunun için onu da benimle beraber, beni tasdik eden (ve destekleyen) bir yardımcı olarak gönder. Doğrusu, beni yalanlamalarından korkuyorum.” [bk. 20/26-31]

35. (Allah) buyurdu ki: “Senin pazunu (gücünü) kardeşinle pekiştireceğiz. İkinize de bir kudret (ve galibiyet) vereceğiz ki âyetlerimiz sayesinde asla size erişemezler. Siz ve size uyanlar galip geleceksiniz.” [bk. 20/30-36]

36. Musa, onlara açık açık âyetlerimizle gelince: “Bu uydurulmuş bir sihirden başkası değildir. Biz önceden yaşamış atalarımızdan bunu işitmedik.” dediler.

37. Musa: “Rabbim, kendi katından kimin hidayet getirdiğini ve (dünya) yurdun(un hayırlı) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilir. Şu gerçektir ki zalimler iflah olmaz.” dedi.

38. Firavun dedi ki: “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka ilâh olduğunu bilmiyorum (tanımıyorum). Ey Hâmân! Haydi benim için çamurun üzerinde ateş yak (tuğla hazırla) da bana yüksek bir kule yap! Belki ben Musa’nın ilâh’ını görürüm.[6] Çünkü ben onu yalancılardan sanıyorum” [krş. 40/36-37]

39. Kendisi ve askerleri o yerde haksız yere büyüklük tasladı. Onlar hakikaten bize döndürülmeyeceklerini sandılar.

40. Biz de Firavun’u ve askerlerini tutup denize attık. (Resûlüm!) İşte bak, o zalimlerin sonu nasıl oldu?

(Firavun kendi sistemini kurup ülkeyi idare bakımından bütün otoriteyi kendisinde topladığından, ordusu kuvvetli, etrafı da uygun ve müsait olduğundan, kendisini en yüce rab ilan etmişti (79/24). Onu onaylayan ve destekleyenler de, kurduğu zalim sistemin ileri gelenleri/Mele zümresi idi. Hz. Musa’nın Allah’tan getirdiği şeriata ne kendisi inanıp boyun eğiyor ne de halkına göz yumuyordu. Hz. Musa tarafını tutanları hainlikle suçluyor ve onlara ölüm fermanı çıkarıyordu. Gayesi, getirdiği ve kurduğu sisteme insanlar hep boyun eğsinler, hep onu sevsinler, ondan korkup ona kul olsunlar idi. Nihayet tâğûtî hükümranlığı bitti. Allah onu ibretlik, korkunç bir ölümle öldürdü.)

41. Biz, o (inkârda direten, hakka karşı batılı savuna)nları ateşe (sokacak işlere) çağıran önderler yaptık. Kıyamet gününde de kendilerine yardım edilmez.

42. Bu dünyada biz onların arkalarına bir lanet taktık (her zaman lanetle anılacaklardır). Kıyamet gününde ise onlar, (yüzleri) çirkinleşmiş (nefretlik) kimselerden olacak. [bk. 11/98]

43. Andolsun ki biz, ilk devir nesillerin(den Nuh, Hûd, Salih ve Lût kavimlerin)i helak ettikten sonra, Musa’ya, düşünür (ve öğüt alır)lar diye (kavmindeki) insanlara, kalp gözleri için aydınlık (ve apaçık delil)ler; hem de doğru yol ve rahmet olarak, Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

44. (Ey Resûlüm!) Musa’ya (vahyedip) emri(mizi) bildirdiğimiz zaman, sen (Tûr’un) batı tarafında değildin. Onu görenlerden de olmadın. [krş. 3/44; 12/102]

45. Fakat biz (Musa’dan sonra) nice nesiller yarattık. Onların (devirlerinin) ömrü uzayıp gitti (onlar da vahyi ve şeriatı hem unuttular, hem değiştirdiler.) Sen Medyen halkı[7] içinde ikamet edip âyetlerimizi onlardan (ve başkalarından) oku(yup öğren)medin. Aksine (bütün haber ve bilgileri) gönderen biziz. [bk. 2/75]

46. (Musa’ya) seslendiğimiz zaman, (Resûlüm!) Sen Tûr’un yanında da değildin. Fakat Rabbinden bir rahmet olarak, senden önce kendilerine (uzun zamandır)[8] bir uyarıcı (peygamber) gelmemiş bir kavmi uyarman için (gönderildin). Olur ki düşünüp öğüt alırlar.

47. Kendilerinin işlediği (günahlar) yüzünden onlara bir felaket isabet edince: “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de senin âyetlerine uyarak mü’minlerden olsaydık.” diyecek olmasalardı (seni peygamber göndermezdik. Bu bahaneyi kaldırmak için seni gönderdik.) [krş. 4/165; 5/19; 6/156-157]

48. (Fakat) kendilerine tarafımızdan hak (Kur’an ve peygamber) gelince: “Musa’ya verilen (mucize)lerin bir benzeri, ona da verilmeli değil miydi?” dediler. Onlar, daha önce Musa’ya verilenleri inkâr etmemişler miydi? (Mekke kâfirleri Tevrat ve Kur’an için:) “İki sihir birbirine destek oldu.” dediler. Hem: “Doğrusu biz hepsini de inkâr edenleriz.” dediler.

49. De ki: “Eğer bu iddianızda tutarlı (doğru) iseniz, Allah katından, bunlardan (yani Tevrat ve Kur’an’dan) daha doğru bir kitap getirin de ben ona uyayım.”

50. Eğer sana cevap vermezlerse (ki cevap veremezler), bil ki onlar, sadece heveslerine uyuyorlar. Allah’tan (gelen bir delil veya vahye dayalı)[9] bir yol gösterici olmadan, kendi arzusuna (veya işine gelenlere) uyandan daha sapık kimdir? Şüphesiz ki Allah, zalimler toplumunu doğru yola iletmez.

51. Biz onlara gerçekten düşünsün (ve öğüt alsın)lar diye sözü(müzü vahiyle) birbiri ardınca ulaştırdık.

52. Kendilerine bu (Kur’an’)dan önce kitap verdiklerimiz(den bir çoğu) buna inanırlar. [bk. 2/121; 3/199; 17/107]

53. Onlara (Kur’an) okunduğu zaman: “O’na inandık. Doğrusu o, Rabbimizden (gönderilen) bir haktır. Şüphesiz biz ondan önce de müslüman olan kimseler idik.” dediler.

54. İşte onlara sabır (ve imanda sebat) etmelerinden dolayı, mükâfatları iki defa verilecektir. Onlar, kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerine rızık (olarak) verdiğimiz şeylerden hayra harcarlar.

55. Onlar boş/faydasız ve uygunsuz söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve: “Bizim işlerimiz (amellerimiz) bize, sizin işleriniz de sizedir. Size selam olsun (hoşça kalın), biz cahil(lik eden)leri istemeyiz. (Cahil kimselerle oturup kalkmayız/arkadaşlık etmeyiz.)”[10] derler. [krş. 6/68]

56. (Resûlüm!) Şüphesiz sen, sevdiğini doğru yola eriştiremezsin. Fakat Allah dilediğini (iyi niyet ve amellerine göre) doğru yola eriştirir. O, doğru yola erişecek olanları daha iyi bilir. [krş. 2/171; 12/103]

(Resûlullah (sas.), kendisini her yönüyle himaye eden amcası Ebû Tâlib’in ölmeden önce iman edip müslüman olmasını çok istemişti. Fakat o, çevre ve mevkisinin verdiği gururu yenemeyip “Çevrem ve kadınlar beni ayıplar.” diyerek Allah’a ve Resûlü’nün tebliğine teslimiyet göstermeden/müslüman olamadan ölmüştü.)

57. “Eğer seninle beraber doğru yola (tevhide) uyarsak, yerimizden (yurdumuzdan) koparıl(ıp atıl)ırız.” derler.[11] Biz, tarafımızdan onları, bir rızık olarak her şeyin mahsullerinin oraya toplandığı emniyetli bir Harem (olan Mekke)’de yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.

58. Biz, (böyle) refahından şımarıp azmış (peygamberlerini ve ilâhî hükümleri tanımamış) nice memleketleri helak ettik. İşte onların meskenleri! Kendilerinden sonra ancak pek azı oturulabilecek halde kalmıştır. (Oralara hep) biz mirasçı olduk. [krş. 17/16-17; 34/17]

59. Senin Rabbin, memleketlerin ana merkez(ler)ine, âyetlerimizi onlara okuyacak bir peygamber göndermedikçe, o memleketleri helak edici değildir. Zaten biz, ancak halkı zalim (ve inkârcı) memleketleri (azapla) helak etmişizdir. [bk. 17/15; 26/208-209]

60. Oysa size verilen her şey, dünya hayatının (geçici) istifadesi ve ziynetidir. Allah’ın yanında olan ise daha hayırlı ve daha devamlıdır. Akıl erdiremiyor musunuz?

61. Kendisine, (iman ve sâlih amellerinden dolayı cennet gibi) güzel bir vaad ile söz verdiğimiz ve kendisi de (âhirette) buna kavuşan kimse, dünya hayatının (geçici) zevki ile faydalandırdığımız, sonra da kıyamet gününde (azap için tutulup huzurumuza) getirilen kimse gibi midir?

62. O gün (Allah) onlara seslenip: “Kendi zannınızca benim ortaklarım olduklarını iddia ettikleriniz nerede?” diyecek.

63. Üzerlerine (azap) söz(ü) hak olanlar[12] (o gün): “Ey Rabbimiz! İşte bunlar, bizim azdırdığımız kimselerdir. Kendimiz azdığımız gibi, onları da azdırdık. Artık (onlardan) uzaklaştığımızı sana arz ederiz. Zaten onlar, bize tapmıyorlar (aslında kendi arzu ve heveslerine tapıyorlar)dı.” derler.

64. (Onlara: “Haydi!) Çağırın (Allah’la) ortak (hale getirip bağlandığınız ilâh)larınızı!” denilecek. Onları çağıracaklar fakat, onlar kendilerine cevap vermeyecekler ve (karşılarında) azabı göreceklerdir. Keşke onlar (dünyada iken) doğru yola gelselerdi.[13]

65. O gün (Allah) onlara seslenip: “Peygamberlere ne cevap verdiniz?” diyecek.

66. O gün onlara haber yolları körelmiş/kapanmış (cevap imkânları ve bahane güçleri bitmiş)tir. Artık onlar birbirlerine de soramazlar.

67. Ama kim (bu dünyada) tevbe ve iman edip iyi (sevaplı) iş (ve hareket)ler yaparsa, o takdirde kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.

68. Rabbin dilediğini yaratır ve seçer. Seçmek, onlara ait değildir. Allah, eş koştukları şeylerden uzaktır ve (O’nun) şânı yücedir.

69. Rabbin, onların sînelerinde gizledikleri şeyi de açığa vurdukları şeyi de (çok iyi) bilir. [bk. 13/10]

70. O Allah, ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Başta ve sonda (dünyada ve âhirette) hamd O’na mahsustur. Hüküm de yalnız O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz.[14]

71. (Resûlüm!) De ki: “Söyleyin bakalım? Eğer Allah üzerinize geceyi kıyamete kadar devamlı (karanlık) kılsa, Allah’tan başka, size ışık getirecek ilâh kimdir? Hâlâ (hakikatleri) işitmeyecek misiniz?”

72. De ki: “(Yine) bana söyleyin bakalım, eğer Allah, üzerinize gündüzü kıyamete kadar devamlı kılsa, içinde dinleneceğiniz bir geceyi, Allah’tan başka, size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ (Allah’ın kudretini) görmez misiniz?”

73. (Allah) rahmetinden dolayı geceyi ve gündüzü yarattı ki hem (gece) içinde dinlenesiniz, hem de (gündüz) O’nun lütfundan (rızık) arayasınız ve (nimetlerine) şükredesiniz. [bk. 17/12; 25/47; 78/9-11]

74. O gün (Allah) onlara seslenip: “Benim ortaklarım sandıklarınız (putlar ve aşırı sevgiyle bağlanıp putlaştırdıklarınız) nerede?” diyecek. [bk. 2/165]

75. (O gün) her ümmetten (dünyadaki inkârlarına) birer şahit (peygamber) çıkarırız da: “Haydi, kesin delilinizi getirin!” deriz. Artık hak (dinin Allah’ın olduğunu bilecekler ve uydur(up tap)tıkları şeyler de kendi (huzur)larından kaybolup gidecek.

76. Kârun, Musa’nın kavminden (amcasının oğlu) idi. Ama onlara karşı azgınlık etti. Biz ona öyle hazineler verdik ki anahtarları(nı bile taşımak) güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Çünkü Allah (böbürlenip) şımaranları sevmez.”

77. “Allah’ın sana verdiği (her türlü) şeyde[15] âhiret yurdunu da ara. Dünyadan (helalinden olarak) nasibini de unutma! Allah’ın sana iyilik ettiği gibi sen de iyilik et. (Emirlerine muhalefet ederek) yeryüzünde bozgunculuk (yapmayı) isteme! Çünkü Allah bozguncuları sevmez.” [bk. 2/201-202; 63/10]

(Yüce Allah bu âyet-i kerîmede dünya ve âhiret nasibini aramada bir denge tavsiye etmektedir. Sonraki âyetlerde, aşırı hırsın ve tamamen dünyaya dalmanın, dünyaperestliğin ve onunla böbürlenmenin felaketini bildirmektedir. İslâm’ın bildirdiği ölçüler dâhilinde dünya ve âhiret dengesini temin için çalışmak, İslâm’ın öngördüğü yaşama biçimidir. Çünkü dinimiz, Allah’ın emirlerine uygun yaşamın yanında çalışıp helalinden kazanmayı ve helale harcamayı övmüş ve emretmiştir. Aksine haramı helali, günahı sevabı ve âhireti düşünmeden Allah’a kulluktan uzaklaşıp yalnız dünya için çalışmak, insanı aç gözlü, maddeperest, çıkarcı ve maksadı için her türlü acımasızlığı ve hainliği yapar hâle getirir. Âhiret nimetlerinden de nasibi olmaz. Hadîs-i şerîfe göre ‘büyük bir fitne çıkmadıkça’ yalnız âhirete çalışmak için toplumdan ayrılıp dünya işlerini bırakmak/el etek çekmekle, sosyal bir varlık olan insan, kendi yaratılışına, Allah ve Resûlü’nün emirlerine aykırı hareket etmiş olur). [bk. 57/20-21; 103/1-3]

78. (Kârun:) “Bu (servet) bana, ancak benim ilmim sayesinde verildi.” dedi.[16] O, kendisinden evvelki nesillerden, ondan daha güçlü ve taraftarları kendisinden daha çok nicelerini Allah’ın helak ettiğini bilmiyor muydu? Artık suçlulara günahları sorulmaz (cezaları verilir).

79. Derken (maddeperest Kârun bir gün), ziyneti (ve ihtişamı) içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını (sevip) isteyenler: “Keşke, Kârun’a verilen (mal) gibi bizim de olsaydı. Hakikaten o büyük bir nasip (ve şans) sahibidir.” dediler.

80. Kendilerine (mânevî) ilim verilenler ise: “Yazıklar olsun size! Allah’ın sevabı (mükâfatı), iman edip de sâlih amel işleyenler için (kahrından verdiği dünyalıktan) daha hayırlıdır. Ona da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz.” dediler.

81. Nihayet biz onu da sarayını da yer(in dibin)e geçir(iver)dik. Artık Allah’a karşı, kendisine yardım eden bir topluluğu da olmadı. O, kendisini kurtaranlardan da değildi.[17]

82. Dün onun yerinde olmayı isteyenler, (sabahleyin): “Vay be! Demek ki Allah, kullarından dilediğine rızkı veriyor da, kısıyor da. Eğer Allah bize lütfetmeseydi, elbette bizi de (yere) batırırdı. Vay! Demek ki küfre sapanlar iflah olmaz!” demeye başladılar.

83. İşte âhiret yurdu(ndaki cennet) ki: Biz onu, yeryüzünde (emirlerimizi yerine getirmede) büyüklenmek ve (onları ihlâl ederek) bozgunculuk etmek istemeyen kimselere veririz. (En güzel) sonuç (olan cennet), muttakîlerin (Allah’ın emrine uygun yaşayanların/karşı gelmekten ve onları yaşantı alanı dışına atarak saygısızlık etmekten sakınanların)dır. [krş. 2/33; 19/63; 38/49; 43/35; 89/10-14]

84. Kim iyilikle gelirse, onun için ondan daha hayırlısı vardır. Kim de kötülükle gelirse, o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları kötülük kadar cezalandırılırlar. [krş. 6/160; 27/89-90]

85. Hiç şüphesiz bu Kur’an’ı (okuyup amel etmeyi) farz kılan (Allah), elbette seni dönülecek yere döndürecektir.[18] De ki: “Rabbim, hidayetle geleni de apaçık bir sapıklık içinde olanı da en iyi bilendir.”

86. (Resûlüm! Bu) Kitab’ın, sana (vahiyle) indirileceğini ümit etmiyordun. (Bu,) ancak Rabbinden bir rahmet (olarak indirilmiş)tir. O halde inkârcılara arka çıkma!

87. Allah’ın âyetleri sana indirildikten sonra, onlar(ı tatbik etmek)ten sakın seni alıkoymasınlar! (Korkmadan, yılmadan) Rabbine (insanları) davet et. Asla müşriklerden[19] (ve de onlardan yana) olma!

88. Allah ile birlikte başka bir tanrıya yalvarıp tapma/tapınma![20] O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zâtından başka (maddî) her şey yok olacaktır. Hüküm (ve mutlak hâkimiyet) sadece O’nundur ve siz ancak O’na döndürüleceksiniz. [krş. 55/26-27]


[1] Çünkü o da süt annelerin arasında saraya girmiş, çocuğun hiçbir kadının memesini emmek istemediğini görmüştü.

[2] Olgunlaşma yaşının 33 mü, 40 mı olduğunda ihtilaf edilmiş ise de “40” diyenler, Ahkâf sûresinin 15. âyetini delil getirerek görüşlerini sağlamlaştırmışlardır. Çünkü bu iki âyette “eşüdde” (bedenî) erginlik/yiğitlik çağı ifadesinden sonra bir ileri durumu ifade eden lafızlar kullanılmıştır. Burada “istevâ” lafzı ile aklî ve rûhî kuvvetin kemâle/mükemmelliğe yükselmesi ifade edilmektedir ki bu da zikredilen âyette belirtildiği gibi 40 yaştır. [bk. Râzî, XVII, 487]

[3] “Vecede” “gördü” anlamına da gelmektedir.

[4] Kıptî bunu duyunca, kâtilin Musa (as.) olduğunu anlamış ve derhal Firavun’a haber vermiş, o da Hz. Musa’nın öldürülmesi için ferman çıkarmıştır.

[5] Medyen, Akabe Körfezi’nin doğu kıyısında bir yerleşim yeridir. Mısır ile arası sekiz günlük yol mesafesinde idi. Firavun’un idaresi altında değildi.

[6] Firavun bunu alay etmek için söylüyordu. Bazıları bu sözün bir laftan ibaret kaldığnı söylemişlerse de, bazıları da böyle bir kulenin yapılıp yıkıldığını nakletmişlerdir. (bk. Elmalılı c. 6/187)

[7] Şuayb (as.) ve o halktan ona iman edenler.

[8] Gerek Hz. İsa ile Peygamberimiz arasındaki 538 senede, gerekse ceddi Hz. İsmail’den beri geçen tahminen 2500 sene içinde.

[9] Dinde kaynağını vahiyden almayan bütün yolgöstericilik ve deliller, kesinliği ve kalıcılığı olmayan batıl arzuların mahsulüdür.

[10] “Nâdanlar eder sohbet-i nâdanla telezzüz / Dîvânelerin hemdemi dîvâne gerektir.” (Ziya Paşa)

[11] Bu söz, iman zayıflığındandır. Çünkü tevhide inanmak, kalpteki ve dışarıdaki putları terketmek, müşriklerden korkmamak, samimi mü’minlerin işidir

[12] Şeytanlar, kötü ve fesatçı kimseler, küfre, şirke ve tâğûta çağıranlar.

[13] Âyette görüldüğü gibi, suçlarını itiraf edenler yine de suçu kendilerinin peşinden gelenlere atmaktadırlar. Zaten nefislerine hoş gelmese onlar da o liderlere uymazlardı. Çünkü onlar Allah’ın emirlerini atıp yasaklarını yapan kimselerdi. [krş. 2/165-167; 9/31; 25/43]

[14] Eğer Allah’tan başka bir ilâh daha olsaydı, o da ayrı emirler verir, hükümler koyar ve her biri kendi emrinin geçerli olmasını isterdi. Böylece kâinatın nizamı ve insanların hayat düzenleri bozulur, şaşkınlık ve sıkıntı içinde bocalarlardı. [bk. 21/22]

[15] Allah (cc.) güç, kuvvet, mal, evlat, ilim vs. ne vermişse her birinde.

[16] Kârun Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı İsrâiloğulları içinde en iyi bilendi (Celâleyn). Bir Arap şairi olan Hâfız İbrahim’in söylediği beytin anlamı buna ve benzerlerine çok uygun düşmektedir: “Güzel ahlâk ile bezenmeyen ilim, sahibini aşağıya atan binit hayvanı gibidir.”

[17] İnsanı tuğyâna yani Allah’a ihtiyaç duymayıp isyan ve zulme sürükleyen en büyük etkenlerden biri malının çokluğu, diğeri de siyâsî otoritesi ile büyüklenip şımarmasıdır. Âdetullah gereği bunların her ikisi de helake götürücüdür (16/112; 28/58). İşte Kârun’da bu ikisi de vardı. Verilen mal/servet nimetiyle hem nankörlük yapıyor, Firavun gibi Allah’ı hesaba katmayıp emirlerini hiçe sayıyor, zevk ve sefa içinde yaşıyor, hem de halkın zayıflarını küçük görüp onlara zulmediyor, haklarını vermiyor, üstelik otoritesiyle kendisini ülkenin rabbi görüyordu. İşte bu sebeple Allah’ın gazabına ve azabına uğrayıp yandaşları ile helak oldu. [bk. 28/38-42; 79/24-25]

[18] Fetihle tekrar Mekke’ye kavuşturacaktır. Bu âyet, hicret sırasında Cuhfe’de nâzil olmuş ve bu müjde ile Resûlullah (sas.) teselli bulmuştur.

[19] Hevâlarını veya Allah’tan başka varlıkları ilâhlaştıran, Allah yerine ona bağlılık gösterenler.

[20] Allah’tan başka varlıkları putlaştırıp onlara yalvarma, bağlılık arzetme, sığınma, tapma ve tapınma şirk ve küfür olduğundan burada menedilmiştir. [bk. 29/41-42; 25/68 ve dipnotu]