27. Neml Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 93 âyettir. 18. âyetinde Hz. Süleyman’ın ordusuna yol veren karıncaların (neml) zikri geçtiğinden sûreye bu ad verilmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Tâ, Sîn. Bu (okuna)nlar, Kur’an’ın ve (hakikatleri bildiren) apaçık bir Kitab’ın âyetleridir. (Ki:)

2. İnananlara (bir) doğru yol (rehberi) ve müjdedir.

3. O (inana)nlar, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar, zekâtı (eksiksiz) verirler, hem de âhirete kesinkes inanırlar.

4. Âhirete inanmayanlar var ya, onlara kendilerinin (kötü) işlerini süslü gösterdik.[1] Bu yüzden onlar ‘şaşkınlık ve kalp körlüğü’ içinde bocalarlar.

5. İşte onlar için azabın en kötüsü vardır. Âhirette en çok ziyana uğrayacaklar da yine onlardır.

6. (Ey Resûlüm!) Şüphesiz ki sen, (bu) Kur’an’ı, (her şeyi) bilen, hüküm ve hikmet sahibi (Allah) katından alıyorsun.

7. Hani, Musa (gece yolunu şaşırdığında) ailesine: “Gerçekten ben bir ateş farkettim; ondan size ya (yol hakkında) bir haber getireyim, yahut da parlak bir kor getireyim de (ateş yakıp) ısınasınız.” demişti.

8. Oraya varır varmaz (kendisine) şöyle seslenildi: “Ateş(in yanıbaşın)da bulunan da etrafında bulunan da mübarek kılındı. Âlemlerin Rabbi Allah, eksiklerden münezzehtir (ve şânı yücedir).

9. “Ey Musa! Gerçek şu ki Ben mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ım.”

10. “Âsâ’nı bırak!” (Musa da âsâsını yere bıraktı ve) onu çevik bir yılan gibi hareket eder halde görünce dönüp arkasına bakma(dan kaç)tı. “Ey Musa! Korkma! Çünkü ben (yanınday)ım; huzurumda peygamberler korkmaz.”

11. “Ancak zulmeden hariçtir. Sonra (bu zalim) bir kötülüğün ardından bir iyiliğe döner (tevbekâr olur)sa, şüphesiz ben çok bağışlayıcı, çok merhamet ediciyim.”

12. “Elini koynuna sok da Firavun ve kavmine (göstereceğin) dokuz âyet (mucize ve delil)[2] arasında (o) kusursuz bembeyaz (bir el) olarak çıksın. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavimdir.” [bk. 7/108, 133; 20/22; 26/33; 27/12; 28/32]

13. Mucizelerimiz bütün parlaklığıyla apaçık onlara gelince: “Bu apaçık bir sihirdir.” dediler. [bk. 28/29-32]

14. Vicdanları onlar(ın doğruluğun)a kesin inandığı halde, sırf haksızlık ve kibirden dolayı (bilerek) inkâr ettiler. İşte bak, o fesatçıların sonu nasıl oldu?

15. Andolsun ki biz, Davud’a ve Süleyman’a bir ilim verdik de onlar: “Bizi, inanan kullarının bir çoğuna üstün kılan Allah’a hamdolsun.” dediler.

16. Süleyman, Davud’a (peygamberlik ve idarede) mirasçı oldu. Dedi ki: “Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi ve bize her şeyden bolca verildi. Şüphesiz ki bu, apaçık (bir) lütfun ta kendisidir.”

17. Süleyman’ın cinler, insanlar ve kuşlardan oluşan askerleri toplandı. İşte bunlar (onun tarafından düzenli bir şekilde) sevk ve idare olunuyorlardı.

18. Nihayet karınca vadisi üzerine geldikleri zaman, (beyleri olan) bir karınca: “Ey karıncalar! Yuvalarınıza girin, Süleyman ve ordusu farkında olmadan sizi aman ha ezip telef etmesin!” dedi.

19. (Süleyman) onun sözüne gülercesine tebessüm etti: “Ey Rabbim! Bana, anneme ve babama lütfettiğin nimetine şükretmemi ve senin razı olacağın iyi bir iş yapmamı bana ilham et (beni muvaffak kıl). Rahmetinle beni iyi (mü’min) kullarının arasında (cennete) koy.” dedi.

20. (Süleyman) kuşları teftiş (ettik)ten sonra dedi ki: “Hüdhüd’ü neden göremiyorum, yoksa kayıplara mı karıştı?”

21. “(Gelince) kesin bir delil (makul bir mazeret) getirmediği takdirde, kesinlikle çetin bir azaba uğratacağım, yahut onu keseceğim!”

22. Derken çok geçmeden (Hüdhüd) gelip dedi ki: “Ben senin bilmediğin (bir hakikat)i öğrendim ve sana (Yemen’deki) Sebe (kavmin)den doğruluğu kesin bir haber getirdim.”

23. “Hakikaten ben, orada onlara hükümdarlık yapan bir kadın gördüm. Kendisine, (bir hükümdara gereken) her şey verilmiştir ve onun büyük bir tahtı da vardır.”

24. “Onun ve halkının, Allah’ı bırakıp güneşe secde ettiklerine de şahit oldum. Şeytan, onlara yaptıklarını süslemiş de kendilerini hak yoldan alıkoymuş. Bu yüzden onlar doğru yolu bulamıyorlar.”[3]

25. “Göklerde ve yerde gizlenen (yağmur, bitki ve diğer) şeyleri ortaya çıkaran, (nefislerinin) gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilenAllah’a secde etmeleri gerekmez mi?[4]

26. “O Allah ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur, büyük arşın Rabbi (sahibi)dir.”

27. (Süleyman da Hüdhüd’e:) “Doğru mu söyledin, yoksa yalancılardan mısın, bakacağız!” dedi.

28. “Bu mektubumu götür, onu kendilerine bırak. Sonra onlardan (biraz) uzaklaş da bak ne yapacak (ve ne cevap verecek)ler?”

29. (Hüdhüd mektubu götürüp atınca, Sebe melîkesi Belkıs) dedi ki: “Ey ileri gelenler! Doğrusu bana çok önemli bir mektup bırakıldı.”

30-31. “O, Süleyman’dan (gelmekte)dir. O, Bismillâhirrahmânirrahîm (ile başlamaktadır). Bana karşı (gelerek) büyüklük taslamayın ve bana müslümanlar olarak (teslim olup) gelin’ diyor.”

32. “Ey ileri gelenler! Bana (bu) işimde bir fikir verin. Siz benim yanımda hazır bulunmadıkça ben hiçbir işi kestirip atacak değilim.” dedi.

33. Dediler ki: “Biz hem güçlüyüz hem de (gerçekten) savaşçı bir milletiz. Emir sana aittir. Sen neyi (uygun görüp) emredeceksen, artık bak gör!”

34. (Melike genelleme yaparak) dedi ki: “Hiç şüphesiz, hükümdarlar bir memlekete girdikleri zaman, orayı bozarlar (tahrip ederler), halkının şereflilerini beş paralık ederler. Bunlar da (âdet gereği) böyle yaparlar.”[5]

35. “Ben onlara bir hediye göndereceğim. Sonra da elçiler ne ile dönecek, bir bakacağım!”

36. Bunun üzerine (elçi, hediyelerle) Süleyman’a gelince (Süleyman) dedi ki: “Bana mal ile yardım mı ediyorsunuz? Allah’ın bana verdiği (nimetler), size verdiğinden (çok) daha iyidir. Fakat siz hediyenizle sevinir/böbürlenirsiniz.”

37. “(Ey elçi! Hediyelerinle) dön onlara! (Eğer teslim olup gelmezlerse) andolsun ki onlara, (asla) güç yetiremeyecekleri bir ordu ile geliriz ve kendilerini (esaretle) hor ve hakir olarak oradan çıkarırız.”

38. (Sonra Süleyman, emrindeki başkanlara:) “Ey ileri gelenler! Onlar bana müslüman olarak (teslim olup) gelmeden önce, hanginiz onun tahtını bana getirir?” dedi.

(Eğer müslüman olduklarını bildirselerdi veya aralarında bir güven antlaşması olsaydı dokunulmazlık altında olurlardı.)[6]

39. Cinlerden bir ifrit (kuvvetli bir cin): “Sen makamından kalkmadan önce, ben sana onu getiririm. Benim, bunu yapabilecek gücüm ve (bu konuda kendime) güvenim var.” dedi.

40. Kendisinde Kitab’dan bir ilim bulunan kimse (olan veziri Âsâf b. Berhiyâ) da: “Gözünü kırpmadan evvel, ben onu sana getiririm.” dedi. (Süleyman) o(nun tahtı)nı yanında yerleşmiş olarak görünce: “Bu, Rabbimin (bir) lütfudur. (Bu da) şükür mü edeceğim yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni imtihan etmek içindir. Kim şükrederse, ancak kendi (faydası) için şükretmiş olur. Kim de nankörlük yaparsa, şüphesiz ki Rabbim zengindir (hiçbir şeyinde noksanlık olmaz), çok kerem sahibidir.” dedi.

41. (Yine) dedi ki: “Tahtını onun tanıyamayacağı hâle getirin (değişiklik yapın). Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacak mı?”[7]

42. Artık (Melike) gelince (ona): “Senin tahtın böyle mi?” denildi. (O da:) “Sanki bu odur. Zaten bundan önce bize ilim verilmiş (Allah’ın kudretini ve senin peygamberliğini anlamış) ve müslüman olmuştuk.” dedi.

43. (Fakat önceleri) Allah’tan başka taptığı şeyler (müslüman olmaktan) onu alıkoymuştu. Çünkü o inkâr eden bir kavimden idi.

44. Ona: “Köşke gir!” denildi. Onu(n avlusunu) görünce derin bir su zannetti[8] ve ayaklarını aç(ıp sıva)dı. (Süleyman:) “O billurdan (döşenip) düzeltilmiş bir avludur.” dedi. (Melike:) “Ey Rabbim! Hakikaten ben kendime yazık etmişim. (Şimdi) Süleyman ile birlikte, âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.” dedi.

45. Andolsun ki biz, Semûd (kavmin)e de “Allah’a kulluk edin.” (desin) diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Bir de gördü ki onlar (inanan ve inanmayan olarak) birbirleriyle çekişen iki grup (olmuşlar). [bk. 7/73-77; 11/61-68; 26/141-159]

46. (Salih) dedi ki: “Ey kavmim! Niçin iyilikten önce kötülük işleme konusunda aceleci davranıyorsunuz? Allah’tan mağfiret dilemelisiniz ki bu sayede merhamet olunasınız.”

47. (Onlar:) “Senden ve seninle beraber olanlardan dolayı uğursuzluğa uğradık.” dediler. (Salih de:) “Sizin uğursuzluğunuz, Allah katında (amelinize karşılık yazılmış)tır. Belki siz, (çeşitli olaylarla) imtihan edilen bir kavimsiniz.” dedi.

48. O (Hıcr adlı baş)şehirde dokuz (çete başı) adam vardı ki o yerde (Allah’a itaate karşı diretip) bozgunculuk çıkarırlar, düzeltmeye uğraşmaz (ve iyiliğe yanaşmaz)lardı.[9]

49. (Onlar bir arada) Allah’a and içerek: “Biz mutlaka ona (Salih’e) ve ailesine, bir gece baskını yapalım (ve onları öldürelim). Sonra da (hakkını arayan) velîsine, (Salih) ailesinin öldürüldüğünde hazır değildik (görmedik) ve biz kesinlikle doğru (söyleyen) kimseleriz.’ diyelim.” dediler.

50. (Böyle) bir tuzak kurdular. Biz de onlar hiç farkında değillerken (kendilerini helak eden) bir tuzak hazırladık.

51. İşte bak, tuzaklarının sonucu nasıl oldu, (nasıl) onları ve kavimlerini topyekün yok ettik! [bk. 8/30; 13/42]

52. İşte zulümleri yüzünden çöküp ıssız kalan evleri! Hiç şüphesiz, bunda, bilen bir kavim için elbette bir ibret vardır.

53. İnanıp da (küfür ve isyandan) sakınanları kurtardık. [bk. 7/73-79; 11/63-68]

54. Lût’u da (peygamber olarak gönderdik). Vaktiyle, o kavmine demişti ki: “Siz göz göre göre hâlâ o hayasızlığı yapacak mısınız? [krş. 7/80-84; 11/74-83; 15/57-77]

55. “Gerçekten, kadınları bırakıp da şehvetle erkeklere mi yaklaşacaksınız? Doğrusu siz, ne yaptığını bilmeyen (beyinsiz) bir kavimsiniz.” [bk. 26/165-166]

56. Kavminin cevâbı da: “Lût ailesini memleketinizden çıkarın. Çünkü onlar, temizlik taslayan insanlardır.” demekten başka (bir şey) olmadı.

57. Biz de onu ve ailesini karısı hariç kurtardık. Onun da, geride (helak içinde) kalanlardan (olmasını) takdir ettik.

58. Üzerlerine (taş halinde) bir yağmur yağdırdık. Ne kötü idi uyarıl(dıkları halde iman edip yola gelmey)enlerin yağmuru! [bk. 26/161-173]

59. (Resûlüm!) De ki: “Hamdolsun Allah’a, selam olsun O’nun seçtiği kul (peygamber)lerine. Allah mı hayırlı yoksa (müşriklerin) ortak koştukları (Allah yerine kendisine bağlılık gösterdikleri) şeyler mi?”

60. Gökleri ve yeri yaratıp gökten sizin için su indiren kimdir? İşte biz onunla, sizin bir ağacını bile bitiremeyeceğiniz, gönül açan güzel bahçeler bitirdik. Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Hayır! Onlar (haktan) sapan bir kavimdir. [bk. 6/99; 7/57; 16/11; 29/63]

61. Yahut, yeryüzünü durulacak bir yer yapan, aralarında ırmaklar meydana getiren, orada köklü (ve yüce) dağlar var eden ve iki deniz arasına bir perde koyan kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var? Hayır! Onların çoğu (bu gerçekleri) bilmezler. [bk. 25/53 ve dipnotu]

62. Yahut darda kalmışın, dua ettiği zaman isteğini karşılayan, kötülüğü/zararı aç(ıp gider)en ve sizi yeryüzünde hükümdarlar yapan kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Ne kadar sığ düşünüyorsunuz!

63. Yahut o kara ve denizin karanlıkları (ve tehlikeleri) içinde size (ilerisi için) yol gösteren ve rahmetinin (yağmurun)[10] öncesinde rüzgarları müjdeci olarak gönderen kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! Allah, onların ortak koştukları (ilâhmış gibi bağlılık gösterdikleri) şeylerden çok yücedir.[11]

64. Yahut mahlûkâtı(n her birini) baştan yaratan, (öldükten) sonra onu (mahşerde diriltip aynen) iade edecek olan kimdir? (bk. 29/19-20) Size gökten ve yerden rızık veren kimdir? Allah ile beraber bir tanrı mı var?! De ki: “Eğer (var diyor da) doğru (söyleyen) kimselerseniz delilinizi getirin.” [bk. 17/56; 18/51; 34/22-23]

65. De ki: “Göklerde ve yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilmez. Ancak Allah bilir. (Dolayısıyla onlar) ne zaman dirileceklerini de bilmezler.” [bk. 6/59; 31/34]

66. Fakat âhiret hakkındaki bilgileri (gelen peygamberlerle) kendilerine hep ulaşmıştır. Ama onlar, bu hususta şüphe içindedirler. Hatta, onlar bu konuda büsbütün kördürler.

67. İnkâr edenler dediler ki: “Biz ve atalarımız toprak olduktan sonra, gerçekten mi (diriltilip) çıkarılacağız?”

68. “Andolsun ki biz de, atalarımız da daha önce bununla tehdit edildik. Bu evvelkilerin masallarından başka bir şey değildir.”

69. (Resûlüm!) De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın da suçluların sonu nasıl olmuştur görün (ibret alın).”

70. (Resûlüm!) Onlar(ın inkârların)a karşı üzülme. (Sana) tuzak kurmalarından dolayı da bir sıkıntı duyma!

(Buraya kadarki âyetlerde, sadece müşriklerin yanlış inançları eleştirilip çürütülmekle kalınmamış, aynı zamanda inkârcıların iddialarına da cevap verilmiştir. Tabiat olayları üzerinde bu kadar ayrıntılı durulması bu sebepten olmalıdır. İnanmayanların bu olaylar dolayısıyla tefekküre çağırılması söz konusudur.)

71. (İnkârcılar:) “Eğer doğru (söyleyen) kimselerseniz, bu tehdit (günü) ne zaman?” derler.

72. De ki: “Acele olmasını istediğiniz (azab)ın bir kısmı, başınıza gelmek üzeredir.”

73. Şüphesiz ki Rabbin insanlara karşı (yine de) lütuf sahibidir (azabını geciktirir). Fakat onların çoğu şükretmezler.

74. Muhakkak ki Rabbin, sînelerinin gizlediklerini de açığa vurduklarını da elbette bilir.

75. Gökte ve yerde gizli hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitab (Levh-i Mahfûz)’da olmasın.

76. Şüphesiz ki bu Kur’an, İsrâiloğulları’na, hakkında ayrılığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatmaktadır.

77. Doğrusu o, inananlara doğru yol için bir rehber ve bir rahmettir.

78. Şüphesiz Rabbin, onlar arasında hükmünü verecek (yerine getirecek)tir. O mutlak galiptir, her şeyi hakkıyla bilendir.

79. (Resûlüm!) O halde Allah’a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık bir gerçek üzeresin.

80. Şüphesiz sen, (kalpleri) ölmüşlere duyuramazsın. Arkasını dönmüş kaçarlarken o sağırlara da davetini işittiremezsin.

81. Sen o (kalp gözü) körleri, sapıklıklarından çevirip doğru yola getirecek de değilsin. (Sen) âyetlerimize iman edecek kimseden başkasına duyuramazsın. İşte müslüman olanlar onlardır. [bk. 7/179; 27/80; 35/22]

82. (Kıyametin kopmasına dair) o söz başlarına gelince, onlara yerden bir Dâbbe[12] (garip ve acayip bir canlı) çıkarırız ki o, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyleyecektir. (Artık tevbe kapısı kapanmış olup gerçek inananla inanmayan ortaya çıkacaktır.)

83. O gün (mahşer)de, her ümmetten âyetlerimizi yalanlayanları bir grup halinde toplarız. Artık onlar (hepsi bir arada) tutuklanıp (öylece hesaba) sevk edilirler.

84. Nihayet (hesap yerine) geldikleri zaman (Allah) buyurur: “Âyetlerimi, (evet) onları bir bilgiyle kavrayamadığınız halde (körü körüne) yalan mı saydınız? Yoksa neydi o (âyetlerimi geçersiz sayarak) yaptığınız?” [bk. 77/34]

85. Zulmettiklerinden dolayı hak ettikleri o söz (azap) onlar üzerine gerçekleşmiştir. Artık onlar konuşamazlar.

86. Görmediler mi, biz içinde dinlenmeleri için geceyi ve (çalışıp) görmeleri için de gündüzü yarattık. Hiç şüphesiz bunda, inanan bir toplum için elbette ibretler vardır.

87. Sûr’a üfürüldüğü gün, Allah’ın diledikleri hariç, göklerde olanlar ve yerde bulunanlar(ın hepsi) dehşete kapılırlar. Her biri, hor ve hakîr olarak (boyun büküp) O’na gelirler.[13]

88. Dağları görür de onları donmuş (hareketsiz ve yerlerinde durur) zannedersin. Halbuki onlar, bulutların geçmesi gibi geçip gider.[14] (Bu,) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz O, yaptıklarınızdan hakkıyla haberi olandır.

89. Kim (Allah’ın huzuruna) iyilik (ve tevhid)le gelirse ona, bu (hali)nden daha hayırlısı vardır. Onlar, o günün dehşetli korkusundan emniyettedirler. [krş. 6/160; 28/84]

90. Kim de kötülükle (ve şirkle) gelirse, yüzleri (üstüne) ateşe yıkıl(ıp yatırıl)ır: “Yaptıklarınızdan başkasıyla mı cezalandırılacaksınız?” (denilir.)

91-92. (De ki:) “Bana ancak, kendisini saygıdeğer kıldığı bu şehrin (Mekke’nin) Rabbine kulluk etmem ve Kur’an’ı (tebliğ için) okumam emredildi. Her şey O’nundur. Ve benim müslümanlardan olmam emredildi.” Artık kim doğru yolu bulursa, ancak kendi (fayda)sı için o yolu bulmuş olur. Kim de saparsa (ona da): “Ben, ancak (kötülükten ve kötü sonuçtan) uyaranlardanım.” de.

93. Yine de ki: “Allah’a hamdolsun. O, size âyetlerini (kudretinin delillerini) gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız (fakat fayda vermeyecektir). Rabbin yaptıklarınızdan gafil değildir.” [krş. 41/53]


[1] İnanmadıkları için dünyaperest, maddeperest olurlar.

[2] Bu dokuz mucize ve delil için bk. 10/75; 17/101 ve dipnotu.

[3] Yahut, “Bu yüzden göklerde ve yerde gizlenen şeyleri ortaya çıkaran ve gizlediklerini de, açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmeye yol bulamıyorlar.” diye tercüme edilebilir. Burada “yehtedûn”dan sonraki kısım mef’ûl mahallindedir, “lâ” zâittir (Celâleyn).

[4] Veya, bir önceki âyete bağlı olarak, “Hem de bu yüzden… gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilen Allah’a secde etmiyorlar.” [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[5] Çünkü otoritesini kendi saltanat gücünden, hevâ ve hevesinden alanlar böyle yaparlar.

[6] Sa’dî, s. 549.

[7] Cinler, melike Belkıs’ı kötüleyerek, aklî dengesinin bozuk olduğunu söylemişlerdi (Semerkandî, IV, 419).

[8] Halbuki Hz. Süleyman, yaptırdığı köşkün avlusunu kristalle kapatmış, içine deniz hayvanlarının resimlerini koydurmuştu. Fakat o, bunu fark edemeyip, su zannetti. Böylece bir kez daha kendisini acziyet içinde gördü (Semerkandî, IV, 420).

[9] Nitekim dişi deveyi öldüren de bunların reisi idi.

[10] Beydâvî.

[11] Müşrikler “Allah var” derler. Fakat O’nun sevgisini ve yetkisini devre dışı bırakıp yerine birtakım eşya ve varlıkları yüceltirler. Yücelttikleri varlıkları putlaştırdıklarından onların huzuruna gidip sevinç, şikayet ve dileklerini onların huzurunda dile getirirlerdi. Böylece onlara tapmış olarak, onlar adına güç birliği yaparlardı. İşte yüce Allah, insan ve diğer varlıkları kendi yerine koyanlara bağlanmayı ortak koşma olarak nitelendirmektedir. [bk. 2/165; 6/97-102; 9/31; 17/56; 34/22]

[12] Kıyamet alametlerinden olan Dâbbe hakkında geniş bilgi için bk. Elmalılı, V, 3701-3704.

[13] Kur’ân-ı Kerîm’de üç çeşit sûr üfürülmesinden söz edilir. [Diğerleri için bk. 36/51-54; 39/68]

[14] Burada dağların geçip gitmesinde, dünyanın döndüğüne işaret vardır. Şimdi dünya ile birlikte dönüp giden dağlar, Sûr’a üfürüldüğü gün parçalanıp ufalanacak ve yerlerinden kaybolup gideceklerdir. Diğer taraftan Levha tektoniği alanında çalışmalarla varılan bilimsel netice kısaca şöyledir: Yer kabuğu “mağma”nın üzerinde yüzmekte olup üzerindeki dağlar ve diğer şeyler hareket halindedir. Bu hareket ortalama yılda 1-2 cm olup bu da insanın hissedebileceği bir hız değildir. Fakat jeolojik olarak mühimdir. İşte hareketsiz zannedilen dağların bu yönden de bulutlar gibi hareket ettiğini bilim ispat etmiştir (Hoşgören, s.19-22).