24. Nur Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 64 âyettir. Sûre adını, nur âyeti denilen 35. âyetten almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. (Bu,) indirdiğimiz ve (hükümlerinin tatbikini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt alasınız diye içinde apaçık âyetler indirdik.

2. Zina eden kadın ve zina eden erkeğin her birine yüzer değnek vurun. Eğer Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, onlara karşı acıma hissi, Allah’ın dinin(i tatbik)de sizi etkisi altına almasın. Mü’minlerden bir grup da onların azabına (cezasına) şahit olsunlar.[1]

3. Zinâkâr erkek; zinâkâr veya müşrik bir kadından başkasıyla evlenemez. Zinâkâr kadın da zinâkâr veya müşrik bir erkekten başkasıyla evlenemez. Çünkü bu (evlenme şekli) mü’minlere haram kılınmıştır.[2] [bk. 24/26-32]

4. Namuslu (ve hür) kadına (zina suçu) isnad(ın)da bulunup da sonra (bu hususta) dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun ve onların şahitliğini ebedî olarak kabul etmeyin. İşte onlar (yalancılıkları dolayısıyla) fâsıktırlar.[3]

(Hükümler, kadın ve erkek için aynıdır.)

5. Ancak (hükmolunan bu cezaların infazından) sonra tevbe edip düzelenler hariçtir. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

(Tevbenin kabul zamanı içerisinde, tevbe etmeden ölenlerin cezaları, müşrik ve kasten adam öldürenlerle beraber geçmektedir (25/68-69). Tevbe etmeleri halinde de, imanını tazeleme ve sâlih amelde bulunma şartı (25/70) getirilmiştir.)

6. Eşlerine (zina suçu) isnad edip de kendilerinden başka şahitleri olmayanlar(a gelince): Onlardan her birinin (dört şahit yerine kendi) şahitliği; kendisinin hakikaten doğru sözlülerden olduğuna dair dört defa Allah’a yemin ederek şahitlik etme(si)dir.

7. Beşincide; eğer yalancılardan ise, Allah’ın lanetinin kendi üzerine olması(nı dilemesi)dir.

8. Kadının da o (kocası)nın hakikaten yalancı olduğuna dair Allah’a yemin ederek dört (defa) şahitlik etmesi, azabı (cezayı) kendisinden giderir.

9. Beşincide; o (kocası)nın söylediğinin doğru olması halinde, Allah’ın gazabının kendi üzerine olması(nı dilemesi)dir. (Artık hâkim, bu karı kocayı boşar.)

10. Ya üzerinize Allah’ın lütfu, rahmeti olmasaydı ve hakikaten Allah, tevbeleri çok kabul eden hüküm (ve hikmet) sahibi olmasaydı (haliniz nice olurdu)?!

(Hz. Peygamber ile birlikte gittiği Benî Mustalik gazvesinden dönen Hz. Âişe (r.anhâ), kervanın konakladığı sırada, hâcet için dışarı çıkmıştı. Dönüşte gerdanlığının düştüğünü fark etti ve aramaya gitti. Tekrar karargâha geldiğinde ordu hareket etmiş, kendi devesini süren de onu üzerindeki hevdec (kapalı yer)inde sanıp deveyi sürmüştü. Nihayet artçı olarak gelen ve Hz. Âişe’yi gören Safvân (ra.), devesinden inip onu bindirmiş ve orduya yetiştirmişti. Bazı münâfıklar bu işi dedikodu konusu yaptılar. Hastalandığı için babasının evinde kalmakta olan Hz. Âişe, bunu duyunca günlerce ağladı. Hz. Peygamber de çok üzülmüştü. Aradan bir ay geçmişti… İşin aslı kendi içine doğsa bile Allah’tan takviyesini bekliyordu. İşte aşağıdaki âyetler onun iffetini ve masumluğunu bildirmektedir.)[4]

11. O iftirayı uydurup çıkaranlar, şüphesiz içinizden (münâfık olan küçük) bir gruptur. Siz onu, kendiniz için şer sanmayın. Bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nipbetinde ceza) vardır. Onlardan (elebaşılık yapıp) o günahın büyüğünü yüklenen (Abdullah b. Übeyy) için de büyük bir azap vardır.

12. Erkek ve kadın mü’minlerin, kendi vicdanlarında iyi bir zanda bulunup da: “Bu, apaçık bir iftiradır.” demeleri gerekmez miydi?

13. O(nlar iftiraları)na, dört şâhit getirmeli değil miydiler? Mâdem ki şâhitleri getirmediler, o halde onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir.

14. Eğer dünyada ve âhirette Allah’ın lütfu ve rahmeti üzerinize olmasaydı, içine daldığınız dedikodu yüzünden size kesinlikle büyük bir azap dokunurdu.

15. O zaman siz onu dilden dile aktarıyor, hakkında hiçbir bilginiz olmayan şeyi ağzınızda geveleyip duruyor ve bunu basit bir şey sanıyordunuz. Halbuki o, Allah’ın yanında çok büyük (bir günah)tır.

16. Onu işittiğiniz zaman: “Bunu söylememiz bize yakışmaz, hâşâ! Bu büyük bir iftiradır.” deseydiniz ya!

17. Eğer iman edenler iseniz o (iftira)nın benzerine dönmenizi Allah size, ebedî olarak yasak ediyor.[5]

18. Allah size âyetleri açıklıyor. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

19. Hayasızlığın (serbest bırakılıp) mü’minler içinde yayılmasını arzu edenler için, gerçekten dünyada ve âhirette acıklı bir azap vardır. (Bunları) Allah bilir, siz bilmezsiniz.

(İnsan tabiatının yanısıra, İslâm inanç ve ahlâk ilkelerine aykırı olan edepsiz sözler; cinsel arzuları uyandıran dar, şeffaf, açık saçık giysiler; zina, eşcinsellik vb. birer hayasızlıktır.) [krş. 2/168-169; 29/45]

20. Eğer üzerinize Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı ve Allah pek şefkatli ve merhametli bulunmasaydı (hemen cezanızı verirdi).

21. Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın! Kim şeytanın adımları ardınca giderse, şüphesiz ki o hayasızlığı ve kötülüğü emreder.[6] Eğer sizin üzerinize Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasaydı, asla hiçbiriniz temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah (her şeyi) işitendir, bilendir. [bk. 2/168-169. Ayrıca krş. 2/208]

(Hz. Ebû Bekir’in Mistah adında fakir bir akrabası vardı. Hz. Âişe’ye yapılan iftira ile bu da alâkalandığı için Hz. Ebû Bekir, ona yardım etmemeye yemin etmişti. Fakat aşağıda mü’minlerin lütufkâr davranmasını bildiren âyetle yardıma devam etti.)

22. Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar; yakınlarına, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere (mallarından bir şey) vermekte kusur etmesinler.[7] (Hatalarını) affetsinler, hoş görsünler. Allah’ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

23. Hiç şüphesiz, namuslu/iffetli, fenalıktan habersiz mü’min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünya ve âhirette lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır.

24. O gün (kıyamette) dilleri, elleri ve ayakları (dünyada) yapmış olduklarına şâhitlik edecektir. [krş. 36/65; 41/20-23]

25. O gün Allah, onlara hak olan cezalarını tastamam verecek ve onlar da Allah’ın hak (ve adaletli) olduğunu açıkça bileceklerdir.

26. Kötü kadınlar, kötü erkeklere; kötü erkekler, kötü kadınlara; temiz/iyi kadınlar, temiz/iyi erkeklere; temiz/iyi erkekler de temiz/iyi kadınlara (uygun)dur. Bu (temiz ola)nlar,[8] onların söyledikleri iftiradan uzaktır. Onlar için mağfiret ve (cennette) cömertçe bir rızık vardır. [bk. 24/3]

27. Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere (ve odalara girerken) izin almadan ve sahiplerine (seslenip) selam vermeden girmeyin. Bu sizin için daha hayırlıdır. Herhalde bunu düşünüp anlarsınız.

28. Eğer orada bir kimse bulamazsanız, size izin verilinceye kadar içeriye girmeyin. Eğer size: “Geri dönün (müsait değiliz).” denilirse, hemen dönün. Bu sizin için daha nezih (bir hareket)tir. Allah yaptıklarınızı (hakkıyla) bilendir.

29. İçinde oturulmayan fakat sizin için bir faydalanma bulunan evlere (ve odalara) girmenizde üzerinize bir günah yoktur. Allah açığa vurduğunuzu da, gizlediğinizi de bilir.

30. Mü’min erkeklere söyle, gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar ve mahrem yerlerini (ırzlarını) korusunlar! Bu onlar için daha temiz (bir hareket)tir. Hiç şüphesiz Allah, onların yaptıklarından haberdardır.

31. Mü’min kadınlara da söyle: Gözlerini (harama istekle bakmaktan) sakınsınlar, mahrem yerlerini korusunlar. Ziynetlerini/ziynet sayılan yerlerini meydana çıkarmasınlar/göstermesinler. Ancak (kendiliğinden) görünen (el, yüz) bu emrin dışındadır. Başörtülerini, yakalarının üstüne kadar (boyunlarını örtecek şekilde) koysunlar.[9] Ziynet (ve ziynet sayılan yer)lerini kendi kocalarından veya babalarından veya kocalarının babalarından veya kendi oğullarından veya kocalarının oğullarından veya kardeşlerinden veya kardeşlerinin oğullarından veya kız kardeşlerinin oğullarından veya kendi (mü’min)[10] kadınlarından veya ellerinin altındaki sahip oldukları (cariyeleri)nden veya kadına ihtiyaç duymayan (tamamen şehvetsiz) erkek hizmetçilerinden veya kadınların mahrem yerlerini henüz anlamayacak çocuklardan başkasına aç(ıp göster)mesinler. Gizledikleri ziynetlerinin bilinmesi için ayaklarını vurmasınlar. Ey mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe edin (ve emirlerini yerine getirin) ki kurtuluşa eresiniz. [bk. 33/32-34, 59]

32. İçinizdeki bekârları, köle ve cariyelerinizden sâlih (evlenmesi uygun) olanları evlendirin. Eğer fakir iseler, Allah lütfuyla onları zengin eder. Allah lütfu ve ihsanı geniş olandır, O her şeyi bilendir. [bk. 4/25]

33. Evlenme (imkânı) bulamayanlar da Allah kendilerini lütfundan zengin ed(ip imkân ver)inceye kadar iffetli/namuslu kalsınlar (haramdan sakınsınlar). Ellerinizin altındaki (köle ve cariye)lerden mükâtebe (hür olmak için kazanıp bedel ödeme) isteyenlerle eğer onlar için bir hayır görüyor/bunu yapabileceklerini düşünüyorsanız hemen yazı(lı olarak sözle)şin. Allah’ın size verdiği maldan onlara da verin (yardımcı olun). Dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için, (hele de) namuslu kalmak isterlerse,[11] cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları zorlarsa, şüphesiz ki Allah, zorlanmaları sebebiyle (onları) çok bağışlayan, çok merhamet edendir.[12] [bk. 4/25]

34. Muhakkak ki size, hem (gereken şeyleri) açıklayan âyetler, hem sizden evvel gelip geçmişler(in)den misaller, hem de (Allah’ın emirlerine uyup azabından) korunanlar için bir öğüt indirdik.

35. Allah, göklerin, yerin (herşeyin) nuru(nu, aydınlığını veren)[13]dir. O’nun nurunun misali bir hücre içindeki (kuvvetli) bir lamba gibidir. O lamba bir cam içindedir. O cam sanki inciden bir yıldızdır ki güneşin doğduğu yere de, battığı yere de nispeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden yakılır.[14] Onun (zeytinin parlak) yağı, kendisine bir ateş değmese bile neredeyse ışık verir. (Bu da) nur üzerine nurdur (ışığı pırıl pırıl aydınlıktır). Allah dilediği (layık gördüğü) kimseyi nuruna kavuşturur.[15] Allah insanlar için misaller verir. Allah her şeyi bilendir.

36. (O lamba,) Allah’ın, yükseltilmesine ve içlerinde adının anılmasına izin verdiği evlerde (ve mescidlerde)dir ki onların içinde sabah akşam O’nu tesbih eder. [Nur için bk. 4/174; 6/122; 39/22; 57/19, 28]

37. (İşte) nice adamlar (var)dır ki onları ne ticaret ne de alışveriş, Allah’ı anmaktan, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoyar. Onlar, (dehşetinden) kalplerin ve gözlerin halden hâle geçeceği bir günden korkarlar. [bk. 18/46; 63/9]

38. Çünkü Allah, kendilerini yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandıracak ve (ayrıca) lütfundan onlara daha fazlasını da verecektir. Allah dilediğine hesapsız rızık verir.

39. İnkâr edenlerin/küfre sapanların (iyi sandıkları) amelleri ise, düz arazide (ufukta görülen) bir serap gibidir (uzaktan parıldar), susayan, onu su zanneder. Nihayet o(nun yanı)na vardığı zaman, hiçbir şey bulamaz ve (tıpkı bunun gibi o kâfirlerin âhirette eli boşa çıkar da) yanında (sadece) Allah’ı bulur. O da onun hesabını eksiksiz görür. Allah hesabı çok çabuk görendir. [bk. 18/104; 88/2-7]

(Açıktan veya içten içe Allah’ı inkâr edenlerin veya gönderdiği hükümleri beğenmeyen, ona uymak isteyenleri dışlayıp baskı uygulayan, dini afyon sayan yahut yaptığı işlerde Allah’ın rızasını, emir ve yasaklarını hiçe sayıp böylece Allah’ı aradan çıkaranların şöhret ve menfaat uğruna yaptığı bütün iyi işlerin Allah yanında hiçbir değeri yoktur, âhiret azabı ise mahfûzdur.) [bk. 25/23; 47/1, 33-34]

40. Yahut (o inkârcıların amelleri) engin bir denizdeki karanlıklar gibidir ki onu bir dalga kaplar, onun üstünden diğer bir dalga, onun üstünden de (koyu) bir bulut ve (böylece) karanlıklar üstünde karanlıklar. O(rada bulunan kimse) elini çıkarsa neredeyse onu bile göremez. Allah kime (niyet ve ameline göre) bir nur (hidayet ve ışık) vermemişse, artık onun için bir nur (hidayet ve ışık) olamaz.

(İşte görülüyor ki küfür, insanı boğan karanlıklar denizidir. Küfre sapanlar, aklını Allah’ın istediği doğrultuda kullanmamış, Kur’an’ın rehberliğini ve Peygamber’in uyarılarını dışlamış, böylece bunların verdiği aydınlığı terk edip karanlıklar içinde kalmışlardır. Bu sebeple dünyada yaptıkları bütün iyi işler de boşa gitmiştir. Âhiret aydınlığı ise, iman edip sâlih amelde bulunanlaradır (bk. 47/1, 32; 57/12). Aynı zamanda yüce Allah bu misalle, engin denizlerin derinliklerine doğru karanlık tabakaların oluştuğunu bildirmektedir. Son yüzyıldaki bilimsel çalışmalar, denizlerdeki yoğunluk farkıyla iç dalgalar, hem de derinliklere doğru ışık miktarının azalması nispetinde kat kat karanlıklar olduğunu ortaya çıkarmıştır. “Belirli karanlıktaki bütün renkler simsiyah olarak algılanır.”) [bk. Kurter, s. 32]

41. Görmez misin ki göklerde ve yerdekiler ve havada kanat çırparak uçan (sıra sıra) kuşlar, bizzat Allah’ı tesbih ederler! Her biri duasını da, tesbihini de kesin şekilde bilir. Allah onların yaptıklarını hakkıyla bilendir. [bk. 17/44]

42. Göklerin ve yerin mülkü (ve idaresi) Allah’ındır. Dönüş de ancak Allah’adır.

43. Görmez misin ki, Allah bulut(lar)ı (dilediği tarafa) sevk eder, sonra on(lar)ın arasını birleştirir, sonra on(lar)ı üst üste yığar (yoğunlaştırır). Bir de bakarsın ki yağmur on(lar)ın arasından çıkmış. Gökten, oradaki dağlar (gibi bulutlar)dan dolu indirir de onunla dilediğine musibet (afet) verir, dilediğinden de onu çevirir. Şimşeğinin parıltısı neredeyse gözleri kör eder! [krş. 7/57 ve dipnotu]

44. Allah gece ile gündüzü (peş peşe getirerek, uzatıp kısaltarak) evirip çeviriyor. Hiç şüphesiz bunda (hakikatleri gören) basîret sahipleri için elbette bir ibret vardır.[16]

45. Allah (türlerine göre) her hayvanı (önce kendi şekil ve özellikleriyle ana maddesi) sudan (nutfeden) yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde (sürünerek) yürür, kimi iki ayağı üzerinde yürür, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürür. Allah dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye kâdirdir. [bk. 21/30 ve açıklaması]

46. Andolsun ki biz, (hakikatleri) açıklayan âyetleri indirdik. Allah dilediği kimseyi (halis niyet ve sâlih amellerine göre) doğru yola iletir.

47. (Münâfıklar:) “Allah’a ve Resûl’e inandık ve itaat ettik.” derler. Sonra içlerinden bir grup bunun arkasından yüz çevirir. İşte onlar inanmış değillerdir.

(Âyet-i kerîme göstermektedir ki yalnız dilden, “Allah ve Resûlü’ne inandık ve itaat ettik.” deyip de kalbinden tasdik etmemek münâfıklık, emirlerine itaat etmemek de fâsıklıktır. Allah ve Resûlü’nün emirlerini beğenmeyerek yüz çevirip de din dışı/dine aykırı olanlarla tatmin olmak ise imansızlık ve kâfirliktir.)

48. Onlar aralarında hükmetmek için Allah’a ve Resûl’ü(n hükümleri)ne çağırıldıkları zaman bir de bakarsın ki onların bir kısmı hemen yüz çevirir.

49. Şâyet hak (bu emir ve hükümler), kendileri (lehi)ne gözükürse, itaat ederek ona gelirler.

50. (Onların) kalplerinde (bir inkâr) hastalığı mı var? Yoksa şüphe mi ettiler? Yoksa Allah’ın ve Resûlü’nün kendilerine haksızlık edeceğinden mi korktular? Hayır! Asıl onlar, kendileri zalimdirler.

51. Aralarında hüküm verilmesi için Allah’a ve Resûlü’ne çağırıldıkları zaman, mü’minlerin sözü ancak: “İşittik ve itaat ettik.” demeleri (teslimiyet göstermeleri)dir. İşte asıl umduklarına erenler onlardır.

52. Kim Allah’a ve Resûlü’ne itaat eder, Allah’a saygı duyarak emirlerine uygun yaşarsa, işte asıl kurtuluşa erenler onlardır.

53. Eğer kendilerine (münâfıklara) emredersen, mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin ederler. De ki: “Yemin etmeyin (sizden istenen) güzel bir itaattir.[17] Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.”

54. De ki: “Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz artık onun üzerine düşen, sadece kendisine yüklenen (vahyi duyurma ve açıklama görevi)dir. Sizin üzerinize düşen de, size yüklenen (itaat görevi)dir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulursunuz. Peygamber’in üzerine düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.”

55. (Resûlüm!) Allah, sizden iman edip de sâlih amel işleyenlere vaadetti ki: Kendilerinden öncekileri[18] (kâfirlerin yerine) hükümran kıldığı gibi, elbette onları da (dinlerini ve kitaplarını tahrif edenlerin yerine) yeryüzünde hükümran yapacak (devlet-hilâfet verecek), onlar için beğendiği dinlerini (İslâm’ı) mutlaka kendileri için iktidar yapıp sağlam temellere oturtacak ve korkularının ardından onları kesinlikle tam bir güvene erdirecektir.[19] (Çünkü onlar) hiçbir şeyi bana ortak koşmadan kulluk ederler. Artık kim bundan sonra nankörlük ederse işte onlar, yoldan çıkan (fâsık)ların ta kendileridir. [krş. 8/26; 14/14; 21/105]

56. Namazı dosdoğru/gereğine uygun kılın, zekâtı verin ve Peygamber’e itaat edin ki rahmete kavuşturulasınız.[20]

57. Sakın ha, o inkâr edenlerin, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakan (kimse)ler olduklarını zannetme! Onların varacağı yer ateştir. O ne kötü bir dönüş yeridir!

58. Ey iman edenler! (Köle ve hizmetçi olarak) ellerinizin sahip olduğu kimseler ve sizden olup da henüz bulûğa ermemiş (küçük)ler, şu üç vakitte (odanıza girmek isterlerse) sizden izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin (istirahat için) elbiselerinizi çıkardığınız zaman ve yatsı namazından sonra. (Çünkü bunlar) sizin üstünüzün açılabileceği üç (mahremiyet) vaktidir. Bunlardan başka (zamanlarda girmelerinde) size de, onlara da bir günah yoktur. (Onlar, hizmet için) yanınızda dolaşabilir, birbirinizin yanında olabilirsiniz. Allah size âyetleri bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

(Bu âyet-i kerîmede ahlâkî bir eğitim verilmektedir. Küçük çocukların bile yatılacak zamanlarda, büyüklerin yanına rastgele girmesini önlemek, ilerde muhtemel kötü durumların ortaya çıkmasını engellemek içindir.)

59. Çocuklarınız bülûğ çağına ulaştıkları zaman, kendilerinden önceki (büyük)lerin izin istedikleri gibi, onlar da (yatak odasına girmek için) izin istesinler. Allah size âyetlerini bu şekilde açıklar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

60. Hayızdan kesilmiş (doğurganlık vasfını kaybetmiş), evlilik ümit ve arzusu kalmamış (ihtiyar) kadınlara gelince: Ziynet ve ziynet sayılan yerlerini göstermeyerek, (süslenip bir çekiciliğe başvurmayarak) dışarıda giydikleri elbiselerini çıkarmalarında kendileri için bir günah yoktur. Ama sakınmaları (ve örtünmeleri) kendileri için daha hayırlıdır. Allah (her şeyi) işitendir, bilendir. [krş. 24/31]

61. (Bekçi olarak bırakıldıkları evlere izinsiz girmede, ihtiyaçları olan yemeği yemede) görme özürlüye, topala ve hastaya bir günah olmadığı gibi, size de; (kendi) evlerinizden[21] yahut babalarınızın evlerinden yahut annelerinizin evlerinden yahut erkek kardeşlerinizin evlerinden yahut kız kardeşlerinizin evlerinden yahut amcalarınızın evlerinden yahut halalarınızın evlerinden yahut dayılarınızın evlerinden yahut teyzelerinizin evlerinden yahut anahtarlarına sahip ol(up çalış)tığınız (evler)den yahut dostlarınız(ın evlerin)den yemenizde bir günah yoktur. (Güven ve meşru ölçüler dahilinde) birarada/toplu olarak veya ayrı ayrı yemenizde de üzerinize bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz zaman, Allah tarafından bereket ve güzel bir sağlık (dileği) olarak, kendi (ev halkınıza, kimse yoksa kendi kendi)nize selam verin.[22] Allah, size âyetleri böylece açıklıyor ki düşünüp anlayasınız.

62. Gerçek mü’minler ancak, Allah’a ve Resûlü’ne (tam) inananlar ve o (Resûl) ile beraber topluca (veya topluma ait) bir iş için bulundukları zaman, ondan izin alıncaya kadar (ayrılıp) gitmeyenlerdir. (Resûlüm!) Doğrusu senden izin isteyenler, Allah’a ve Resûlü’ne gerçek anlamda inanan kimselerdir. Öyle ise, bazı işleri için senden izin istedikleri zaman, onlardan dilediğine izin ver ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 9/43-45]

63. Peygamber’in (sizi) çağırmasını, birinizin diğerini çağırması gibi tutmayın[23] (hemen koşun). Allah, sizden birbirinin arkasına saklanarak sıvışıp gidenleri kesinlikle bilir. (Peygamber’in) emrine aykırı davrananlar, kendi (baş)larına bir bela gelmesinden veya kendilerine acıklı bir azabın çarpmasından sakınsınlar.

64. İyi bilin ki göklerde ve yerde olanlar, şüphesiz Allah’ındır. O sizin ne (iş ve inanç) üzerinde olduğunuzu bilir, kendi (huzuru)na döndürül(üp götürül)dükleri gün, onlara yaptıkları şeyleri haber verir. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.


[1] 1 Zina, akıl bâliğ iki cinsin iradeleriyle gayr-i meşrû ilişkide bulunmasıdır, suçtur. Zinanın tarifi için bk. 17/32 dipnotu. Zina eden âkil, bâliğ ve hür bekârlara celde (sopa), evlenmişlere de recm cezası, Hz. Peygamber’in uygulamasıyla sabit olmuştur. “Recm, bu âyetten önce oldu.” diyenler de vardır. İmam Suyûtî ise “Neshedilmeyen her âyet neshedilenin yerini tutar” demiştir. Fakat Hulefâ-i Râşidîn zamanında da “Hz. Peygamber uyguladı.” diye uygulanmıştır. Sahabe, tâbiîn, Haricîlerin bir kısmı dışında, ümmetin imam ve âlimleri bu konuda icmâ etmişlerdir. Gaye, hem Allah’ın hududunun çiğnenmemesi hem de müslümanların şerefinin, namusunun nesep ve neslinin temiz kalması, nesli ve toplumu bozan namussuzluk fitnesinin önlenmesidir. İslâm fıkhına göre bu cezaları uygulamanın şartı ise, zina edenleri dört kişinin birlikte açıkça görmeleri ve aynen şâhitlik etmeleri (4/15) veya zina edenlerin bilinçli ve ısrarlı dört kere itirafları ile cezalandırılmalarını istemeleridir. Bu şartlar dolayısıyla recm edilerek öldürme cezası oldukça zorlaşmış ve yok denecek kadar az uygulanmıştır. Cezada uygulama şekli yetkilillere aittir. (San’ânî, IV, 4-7, Kurtubî XVI, 505; Suyuûtî el-itkan s. 33).

[2] Müşriklerle evlenme ancak tevbe edip İslâm’a girmeleri ile mümkün olur. [bk. 2/221]

[3] Dört şahit şartı aynı zamanda iftiraya meydan vermemek içindir.

[4] Vâhidî, s. 214-217 ve Münâfikûn sûresi.

[5] Âyetteki “ya’izuküm” lafzı İbni Abbas’a göre, “Size haram ediyor, sizi nehyediyor.” demektir (Hazîn, III, 354; Celâleyn).

[6] Âyet-i kerîmede fuhuş (hayasızlık) ile münker (kötülük) lafızlarının birlikte gelmesiyle aynı zamanda fuhuştan zina, münkerden de hırsızlık ve adam öldürmeyi içine alan genel suçlar kastedilmiştir (Behiy (Kavramlar), s. 253).

[7] Yahut, “Vermemek üzere yemin etmesinler.”

[8] Hz. Peygamber, Hz. Âişe ve Hz. Safvân.

[9] Yani, kadınlar saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyunlarını, gerdanlarını, sînelerini açık tutmayıp bu suretle iyice örtsünler ve o halde bu emri yerine getirebilecek baş örtüsü kullansınlar. Buna Arapça’da “hımar” çoğuluna “humur” denir ve bu bilinen baş örtüsüdür. Türban ise Fransızca’dan alınmış olup boyun kökünden alnın üstündeki kıl bitimine kadar saçları örten kulağı göğsü ve boynu açıkta bırakan bir örtüdür. Bu âyetten önce câhiliye kadınları, baş örtülerini boyunlarına bağlarlar, uçlarını arkaya bırakırlar, gerdan ve gerdanlıklarını açık tutarlardı. İşte bu âyet-i kerîme ile câhiliye dönemi örtünme şekli kalktı. Elmalılı’nın da dediği üzere, anlatılan ölçüler dâhilinde müslüman kadınların başlarını örtmesi farzdır (Elmalılı, IV, 3507). Hz. Peygamber’den beri de uygulama böyledir. Bunun aksini düşünmek, yüce Kur’an’ın emrini, menfaate ve arzuya uydurmaktır. Allah’ın hükmü ve müslümanların uygulaması böyledir. Buna karşılık “başını isteyen açsın, isteyen örtsün” ve benzeri söylemler Allah’ın emrine aykırıdır. İslâm, kadını bir bütün kabul eder. Bunun için de izin verilen yerlerin dışında kadının her yeri ziynettir, fıtraten güzeldir; erkeğin dikkatini çeker ve hislerinin uyanmasına sebep olur. Böylece İslâm, kadınlara hem şehvetle bakışı, eliyle, diliyle onları rahatsız edişi, hem de kadınların şehveti tahrike sebep olan açılışlarını, cilveli konuşma ve davranışlarını, cinsel bir taciz olarak haram kılmıştır. Bu da temiz bir aile ve cemiyet kurulmasını temin içindir. Örtünmenin şekli ise 33/59’da ve (Müslim (Davudoğlu), II, “Libas” 125, hadis no: 2128) gibi hadislerde belirtilmiştir. TC Diyânet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu da 03.02.1993 tarih ve 6 nolu karar ile bu belirtilen ölçülere uygun olarak kadınların tesettürlerinin ve başlarını örtmelerinin farz olduğunu yayınlamıştır.

[10] bk. Râzî, XVIII, 289. Mü’min olmayan kadınlar, yabancı erkek hükmündedir.

[11] Zina haram olduğundan usûl-i fıkıhta belirtildiği gibi burada mefhûm-u muhalefet yani “iffetli/namuslu kalmak istemeyenleri zorlayın” şeklinde anlaşılmaması için paranteze “hele de” kelimesi konulmuştur.

[12] Bunlar, asırlarca uygulanan kökleşmiş ve bir çırpıda kaldırılması mümkün olmayan kölelik müessesesini ortadan kaldırmak için İslâm’ın almış olduğu bir dizi tedbirden biridir. (Köle ve cariye için bk. 2/221; 5/89; 47/4.)

[13] bk. Kurtubî, XII, 256; Sâbûnî, II, 340.

[14] Tûr-i Sînâ’da o zeytin ağacından Hz. Musa’ya gözüken ışık ilâhî nurun ışığıdır. Bu nur, Allah’ın dilediği yerde ve kalpte parlar.

[15] Hidayetine eriştirir, Kur’an’a uymaya muvaffak kılar ve aydınlığa çıkarır (Zuhaylî (Tefsîr), s. 355 vd.).

[16] 43 ve 44. âyetlerin sonundaki “ebsâr” kelimesi aynı olduğu halde ayrı anlamlara gelmektedir. Buna edebiyatta “cinas” denir.

[17] Veya “Yemin etmeyin, itaatinizin durumu malumdur.”

[18] İsrâiloğulları’nı Mısır ve Şam’da.

[19] Bu âyet-i kerîme, Allah’ın dînini hâkim kılmak hususunda müslümanlara güven vermekte ve onlara kötülüğün ve inkârcılığın yaygınlaşması durumunda ümitsizliğe düşmemelerini bildirmektedir. [bk. 21/105]

[20] Peygamber’e (sas.) gerçek itaat, onun emirlerini tutmak, yasaklarından kaçınmak ve sünnetlerini yerine getirmekle mümkündür.

[21] Çocukların ve eşin evi, insanın kendi evi hükmündedir.

[22] Evde kimse yoksa bile “es-selâmu aleyküm” demek gerekir. Bu selama melekler mukabele ederler. Camilerde de böyledir (Celâleyn). Yahut “es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhissâlihîn” diye selâm vermek gerekir.

[23] Yahut, Peygamber’i (sas.) çağırırken kendi aranızda birbirinizi çağırdığınız gibi (ismiyle) çağırmayın. “Yâ Resûlallah!” diye nazikçe çağırın, anarken de saygıyla anın ve ismi anılınca salavat getirin. [bk. 49/1-3]