42. Şûrâ Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 53 âyettir. Adını 38. âyette geçen “işleri aralarında danışma iledir” anlamındaki “şûrâ” ibaresinden almıştır. 23, 24, 25 ve 27. âyetleri Medine döneminde inmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hâ, Mîm.

2. Ayn, Sîn, Kâf.

3. (Resûlüm!) Mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah, sana ve senden öncekilere işte şöyle vahyeder:

4. Göklerde olanların da, yerde olanların da hepsi ancak O’nundur. O, pek yücedir, çok büyüktür.

5. Neredeyse gökler (Allah’ın heybetinden) tâ üstlerinden yarılacak! Melekler, Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerdeki (mü’min)ler için mağfiret dilerler. Haberiniz olsun ki Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [bk. 40/7-9]

6. O’ndan başka (birtakım ilâh ve tâğûtları) velîler/dostlar edinenler var ya, Allah onları(n hallerini) gözetlemektedir. (Resûlüm!) Sen, onlar üzerinde bir vekil değilsin (yalnız uyarıcısın).

7. (Resûlüm!) Biz sana işte bu şekilde Arapça bir Kur’an vahyettik ki (bütün) şehirlerin anası (merkezi olan Mekke şehri sakinleri)ni ve etrafında bulunan (dünyadaki insan)ları uyarasın ve (onları) hakkında hiç şüphe olmayan o toplanma günü(nün dehşeti)ne karşı korkutasın. (O gün toplananlardan) bir kısmı cennette, bir kısmı da çılgın alevdedir.

8. Eğer Allah dileseydi, onları bir tek ümmet yapardı. Fakat O, dilediğini/dileyeni (niyet ve amellerine göre) rahmetine sokar. Zalimlerin ise ne bir dostu ne de bir yardımcısı vardır.

9. Yoksa O’nu bırakıp başkasını mı velî (dost ve yardımcı)lar edindiler. Oysa asıl (ve hakiki) “dost ve yardımcı” Allah’tır. Ölüleri O diriltir. O, her şeye hakkıyla kâdirdir.

10. Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şey hakkında onun hükmü/çözümü Allah’(ın buyruğun)a[1] göredir. İşte O Allah, benim Rabbimdir. O’na dayanıp güvendim ve ancak O’na yönelirim.

11. (O) gökleri ve yeri yoktan yaratandır. Size de kendinizden eşler, hayvanlara da (kendilerinden) eşler yarattı. Bu (nizam içinde) sizin neslinizi devam ettiriyor. Hiçbir şey O’nun benzeri değildir. O, hakkıyla işitendir, görendir.

12. Göklerin ve yerin (hazinelerinin)[2] anahtarları yalnız O’nundur. (O,) rızkı dilediğine yayar (genişletir), dilediğine de kısar. Çünkü O, her şeyi hakkıyla bilendir.

13. (Allah) Nuh’a dinden buyurduğu şeyleri, size (de aynen) şeriat (din ve umûmî kanun) yaptı.[3] Gerek sana vahyettiğimiz, gerek İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya vasiyet ettiğimiz şey: Dini dosdoğru tutmanız ve onda ayrılığa düşmemenizdir.[4] Fakat müşrikleri davet ettiğin şey (yani tevhid), onlara ağır geldi. Allah (niyet ve amellerine göre) dilediğini bu (tevhid dini)ne seçer ve (kendisine itaatle) yöneleni de buna eriştirir.

14. Onlar (Ehl-i Kitab ve diğerleri) ancak kendilerine (Allah’ın kitapları) bilgi geldikten sonra, aralarındaki dikbaşlılık/çekememezlik yüzünden (dinde) ayrılığa düştüler. Eğer belli bir vakte kadar (azaplarının ertelenmesine dair) Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, aralarında elbet hüküm verilir, (işleri bitirilir)di. Arkalarından Kitab’a mirasçı kılınanlar da onun hakkında endişe dolu bir şüphe içindedirler. [krş. 41/45]

15. (Resûlüm!) İşte bunun için sen, (onları tevhid dinine) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların arzularına uyma ve de ki: “Ben Allah’ın indirdiği her Kitab’a inandım ve bana aranızda âdil davranmam emredildi. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de size aittir. Bizimle sizin aranızda artık hiçbir tartışma (konusu) yoktur. Allah (kıyamette) hepimizi bir araya toplayacaktır. Zaten dönüş ancak O’nadır.” [bk. 5/49; 10/41; 23/71; 38/26]

16. (İnsanlar tarafından)[5] kabul edildikten sonra, Allah (ve son dini) hakkında (hâlâ saptırmak için) tartışanlar var ya, onların delilleri, Rableri yanında boştur. Onların üzerine hem bir gazap vardır, hem de şiddetli bir azap onlar içindir.

17. Hak olarak Kitab’ı ve mîzânı (adalet ve ölçüyü) indiren Allah’tır. Ne bilirsin belki de (kıyamet) saat(i) yakındır?

18. Ona inanmayanlar (alay ederek) onun, acele gelmesini isterler. İnananlar ise ondan korkarlar ve onun (geleceğinin) gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki o (kıyamet) saat(i) hakkında tartışan (ve ondan şüphe eden)ler, elbet (haktan) uzak bir sapıklık içindedirler.

19. Allah, kullarına çok lütufkârdır; dilediğini rızıklandırır. O, çok kuvvetlidir, (her şeye) galiptir. [bk. 11/6]

20. Kim (ameliyle) âhiret kazancını/sevâbını[6] isterse, onun kazancını artırırız. Kim de (bile bile âhiret sorumluluklarını terkeder ya da gerekli görmez de yalnız) dünya ekinini (menfaatini) isterse, ona da bundan veririz. Fakat âhirette ona (sevaptan) hiçbir nasip yoktur.[7] [bk. 2/114; 3/85; 5/41; 11/15-16; 17/18-19; 29/36; 87/11; 92/15]

21. Yoksa onların, Allah’ın izin vermediği şeyleri, dinde kendilerine meşru sayıp/hüküm koyan (Allah’a karşılık edindikleri) ortakları mı var?[8] Eğer (azabın kıyamet gününe ertelenmesine dair) O’nun sözü (hükmü) kesin olmasaydı, onların aralarında (dünyada), elbet hüküm veril(ir, işleri bitiril)irdi. Şüphesiz zalimler için pek acıklı bir azap vardır.

22. O zalimlerin (dünyada) kazandıkları (kötülükler) yüzünden (kıyamette) korku içinde olacaklarını ve onun (cezasının) başlarına geleceğini göreceksin. İman edip de sâlih (sevaplı) amel işleyenler ise cennet bahçelerindedir. Rablerinin huzurunda diledikleri şeyler kendilerinindir. İşte bu, (mü’minlere) büyük lütfun ta kendisidir.

23. İşte bu (lütfu)nu Allah, iman edip de sâlih amel işleyen kullarına müjdelemektedir. (Resûlüm!) De ki: “Bun(u duyurmam)a karşı sizden (Allah’a) yakınlıkta[9] sevgiden başka bir karşılık istemiyorum.” Kim bir iyilik işlerse, onun için bu iyiliği (karşısında alacağı sevâbı) artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayan, (güzel amele) bol karşılık verendir.

24. Yoksa (Kur’an’la ilgili olarak senin için), Allah’a karşı yalan uydurdu mu diyorlar? Allah, izin verseydi (de öyle yapsaydın) ebedî olarak senin kalbini mühürlerdi. (Ama böyle olmadığı için) Allah, (onların söyledikleri) batılı mahveder ve (Peygamberi’ne indirdiği) sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O, gönüllerde (gizli) olanları bilendir. [krş. 69/40-47]

25. O, kullarından tevbeyi kabul eden, (tevbe ile) kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir.

26. (O) iman edip de sâlih amel işleyenler(in duasın)ı kabul eden ve onlara lütfundan (verdiğini) artırandır. Kâfirlere gelince: Onlara da şiddetli bir azap vardır.

27. Eğer Allah, (bütün) kullarına rızkı bollaştırsaydı, yeryüzünde muhakkak azgınlık ederlerdi. Fakat (O, rızkı) dilediği kadar indirir. Çünkü O, kullarından hakkıyla haberi olandır, (her şeyi) görendir.

28. O, (insanlar) ümit kestikten sonra (kullarına) yağmuru indiren, rahmet (ve bereket)ini (her yere) yayandır. Övülmeye layık gerçek dost ve yardımcı da O’dur.

29. Gökleri ve yeri yaratması ve canlıları (yaratıp) oralarda yayması O’nun (sonsuz kudretinin) alametlerindendir. O, dilediği zaman onları (tekrar) toplamaya da kâdirdir. [krş. 2/164]

30. Sizin başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandığınız (günahlar) yüzündendir.[10] (O,) yine de çoğunu affeder.[11]

31. Siz, yeryüzünde (Allah’ı) aciz bırakacak (belalara engel olacak) da değilsiniz. Sizin için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır.

32. Denizde dağlar gibi akıp giden (gemi)ler de, O’nun (kudretinin) alametlerindendir.

33. Eğer O dilerse, rüzgarı durdurur da, onlar da denizin üstünde durakalırlar. Şüphesiz ki bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.

34. Yahut onları (o gemilere binenleri, çıkaracağı fırtınalarla) kazandıkları (günahlar) yüzünden helak eder. (O,) yine de bir çoğunu affeder (kurtarır).

35. Âyetlerimiz hakkında tartışanlar bilsin(ler) ki kendileri için kaçacak hiçbir yer yoktur.

36. Size verilen ne varsa, dünya hayatının (geçici) menfaat(ler)idir. Allah yanında bulunan (mükâfat)lar daha hayırlı ve daha devamlıdır.[12] (Bu da) iman eden ve Rablerine güvenip dayananlar içindir.

37. (Onlar) büyük günahlardan, hayasızlık (ve çirkin işler)den kaçınırlar; kızdıkları zaman (da onlar) bağışlarlar. [bk. 3/134]

38. (Onlar) Rableri(nin çağrısı)na gelirler, namazı dosdoğru kılarlar. İşleri aralarında danışma iledir. (Onlar) kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de (Allah için) harcarlar.

(Bu âyet-i kerîme müslümanların mühim işlerinde şûrâ usulüne başvurmaları gerektiğine, İslâm idare şeklinin ise kendi aralarında ehliyet ve takvâ sahibi kimselerden seçecekleri şûrânın kararlarıyla olması lazım geldiğine delil teşkil etmektedir.)

39. Onlar, bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman yardımlaşıp kendilerini savunur (zulme baş eğmez)ler.

(Âyet-i kerîmede görüldüğü gibi, hangi şekliyle olursa olsun zulme elbirliği ile karşı konulur. Çünkü zulme göz yummak caiz değildir. Bu durum, zalimin zulmüne, günah ve azabına ortak olmaktır. Hz. Ömer’in adaleti gibi bir adalet isteyenler O’nun halkı gibi bir halk olmalıdır.) [krş. 11/113]

40. Kötülüğün karşılığı, onun dengi bir kötülüktür. Kim de affeder, barışı sağlarsa, onun mükâfatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zulmedenleri sevmez. [bk. 16/126]

41. Kim de zulme/haksızlığa uğradıktan sonra o (hasmı)ndan aynı şekilde öcünü/hakkını alırsa, işte bunlar aleyhine olacak bir yol (hiçbir sorumluluk) yoktur.

42. Ancak sorumluluk ve ceza insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere saldıranlaradır. İşte, onlar için acıklı bir azap vardır. [bk. 5/33-34]

43. (Fakat) kim de sabreder ve (kötülüğü) bağışlarsa, şüphesiz bu, azmedilip yapılmaya değer, (hayırlı) işlerdendir.

44. Allah kimi (bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa, artık bundan sonra onun için hiçbir dost (ve yardımcı) yoktur. O zalimlerin, azabı gördükleri zaman: “Geri dönmeye bir yol var mı?” dediklerini görürsün. [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 32/12; 63/10-11]

45. Yine onların, o (cehennem ateşi)nin karşısına getirildiklerini, aşağılık bir halde boyunlarını bükerek göz ucuyla gizli gizli bakmakta olduklarını görürsün. İman edenler de (onlara): “Gerçek ziyana uğrayanlar (dünyadaki İslâm dışı yaşayışları sebebiyle) kıyamet günü kendilerini de, (bütün) ailelerini de ziyana uğratanlardır.” diyeceklerdir. Haberiniz olsun ki zalimler hiç şüphesiz devamlı bir azap içindedirler. [krş. 2/165-167]

46. Onların Allah’tan başka kendilerine yardım edecek hiçbir dostları yoktur. Allah kimi (bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa, artık ona hiçbir (kurtuluş) yol(u) yoktur.

47. Allah tarafından geri çevrilmesi (mümkün) olmayan gün gelmeden önce, Rabbiniz(in çağrısın)a uyun. O gün sizin için ne sığınılacak bir yer ne de (günahlarınızı) inkâr(a imkân) vardır.

48. (Resûlüm!) Eğer (imandan) yüz çevirirlerse (üzülme), biz seni onların üzerine bir bekçi göndermedik. Sana düşen, sadece tebliğ etmektir. Doğrusu biz insana, tarafımızdan bir rahmet (bir refah) tattırdığımız zaman onunla sevinir. Eğer kendi işledikleri (günahlar) yüzünden başlarına bir kötülük gelirse, artık o insan hemen (önceki nimeti unutan) bir nankör olur. [bk. 2/272; 13/40; 70/20-21]

49. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) yalnız Allah’ındır. (O) dilediğini yaratır. Dilediğine kız (çocuk)lar bağışlar, dilediğine de erkek (çocuk)lar bağışlar.

50. Yahut (dilediğine) çift olarak hem erkek, hem de kız evlatlar verir. Dilediğini de kısır bırakır. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, (her şeye) kâdirdir.

51. Allah’ın bir insanla konuşması, (yüz yüze değil) ancak (ya rüyada veya kalbe ilham şeklindeki)[13] bir vahiyle, yahut bir perde arkasından[14] yahut bir elçi (melek) gönderip izniyle dilediğini vahyetmesi ile olur. Şüphesiz O, çok yücedir, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir.

52. (Resûlüm!) İşte biz sana böylece, emrimizden bir ruh (yani kalplere can veren Kur’an’ı)[15] vahyettik. Sen (bundan önce) Kitab nedir, iman(ın esasları) nedir bilmezdin. Fakat biz onu (Kitab’ı) bir nur yaptık; kullarımızdan dilediğimizi onunla doğru yola eriştiririz. Şüphesiz ki sen de, elbette doğru yolu gösteriyor (rehber oluyor)sun.

53. (O yol,) göklerde olan ve yerde olan şeylerin sahibi Allah’ın yoludur. Dikkat edin (bütün) işler, ancak Allah’a dönüp varır.


[1] Fîrûzâbâdî, s. 300; Mehmet Vehbi, XIII, 5111. [bk. 4/53-60, 65]

[2] Celâleyn.

[3] Nuh (as.), kendisine şeriat gelen peygamberlerin ilkidir (Celâleyn). [Resûlullah’a gelen şeriat için bk. 45/18]

[4] Bunlar ilâhî dinlerin esasını teşkil etmektedir.

[5] Meraği, XXV, 30.

[6] Âyetteki “hars” (ekin) kelimesine bu anlam verilmiştir (Mukâtil, s. 179).

[7] Âyet-i kerîmede hem müjde hem büyük bir ihtar vardır.

[8] Demek ki Allah’ın koyduğu hükümleri beğenmeyip onlara aykırı hükümleri koymakta kendini meşru/yetkili saymak Allah’a ortaklık etmektir. 9/31. âyette ise bunları istekle kabul edenlerin durumu bildirilmektedir. [bk. 1/4; 2/256; 4/60; 16/36; 33/36; 43/18]

[9] Âyet-i kerîmedeki “kurbâ” (yakınlık) lafzı, 25/57. âyette belirtilen hususa göre “Allah’a yakınlık” olarak alınıp birinci tercih yapılmıştır. Hasan-ı Basrî’ye göre de “akrabalıkta” anlamındadır. Bu durumda ifade, “Sizden akrabalıkta sevgi ve saygıdan başka bir mükâfat istemiyorum.” şeklinde olur. Bu isteğin altındaki sebep, Hz. Peygamber’in, Kureyş kabilesi içinde, hatta her oymağı arasında var olan güçlü akrabalık bağından dolayı, kendisini sevmelerini, bunun için de eziyet etmemelerini, tebliğinin önünü kesmemelerini istemesidir.

[10] Toplumlara gelen zelzele, sel baskını, tûfan, kasırga, kıtlık ve benzeri afetler birer musibet olduğu gibi; ahlâkî çöküşler, geçim sıkıntısı, sevgisizlik, saygısızlık, güvensizlik, beceriksiz idareciler, ekonomik bozukluklar, haksızlık, adaletsizlik ve benzerleri de toplum için birer musibettir. [bk. 35/45]

[11] Hz. Ali buyurmuştur ki: “Kur’an’ın bu âyeti mü’minler için en ümit verici âyetidir. Zira Kerim olan Allah bir kere azap etti mi artık tekrar azap etmez. Affedince de onu geri almaz.” [bk. 2/284]

[12] Hz. Ebû Bekir (ra.), bu âyetin inişiyle birlikte Allah uğrunda bütün malını vermişti.

[13] Celâleyn.

[14] Hz. Musa’da olduğu gibi, Allah’tan gelen sözleri işitmekle.

[15] Sâbûnî (Safve), III, 148.