10. Yunus Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 109 âyettir. Sûrenin 40, 94 ve 95. âyetlerinin Medine döneminde nâzil olduğu rivayet edilmiştir. Sûre, 98. âyette sözü edilen Hz. Yunus ve kavmine atıftan dolayı bu adı almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Râ. İşte bu (okuna)nlar hüküm ve hikmet dolu Kitab’ın âyetleridir.

2. “(Bütün) insanları, (Allah’ın azabına karşı) uyar ve iman edenlere de Rableri katından kendileri için yüksek derece ve makamlar olduğunu müjdele!” diye içlerinden bir adam(ı seçip on)a vahyetmemiz, insanlar için şaşılacak bir şey mi oldu ki (Peygamber onlara âyetleri okuyunca), kâfirler: “Bu mutlaka apaçık bir sihirbazdır.” dediler. [bk. 7/69; 38/4]

3. Şüphe yok ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (altı devrede) yaratan ve Arş’ı hükmü altına alan, (her) işi düzenli olarak idare eden Allah’tır. O’nun izni olmadan hiçbir şefaatçi (şefaatte) bulunamaz. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur. O halde (gereği gibi) O’na kulluk edin. Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?

(Âyet-i kerîmede Rabbimiz’in Allah olduğu belirtiliyor. Çünkü insanlar üzerinde hâkimiyet kuran ve Allah’ı dışlayarak rablık taslayanlar, kendi emirlerine insanları boyun eğdiren, kulluk ettiren nice Firavun ve krallar geçmiştir. Bunun için Allah, kendisinin Rab olduğunu beyan ederek kendisine kulluğu emrediyor (10/28-30). Kurtuluşa erenler de kulluğunu, Rableri Allah olarak, yerine getirenler olacaktır.) [bk. 41/30; 46/13]

4. Allah’ın gerçek bir vaadi olarak hepinizin dönüşü ancak O’nadır. Çünkü O, (bütün) halkı önce yaratır, sonra iman edip sâlih amel işleyenlere adaletle karşılığını vermek için onları (mahşerde aynen) iade eder (diriltir). Küfre sapanlara (Allah’a kulluğu kabul etmeyenlere İslâm karşıtlarına) gelince, onlara da kâfir olmaları sebebiyle kaynar sudan bir içecek ve acıklı bir azap vardır. [krş. 70/22-35]

5. Güneşi bir ışık, ayı da (aydınlık) bir nur yapan; yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için aya menziller düzenleyip koyan O’dur. Allah bunları (tesadüfen değil) ancak gerçek (bir ölçü) ile (faydası için) yaratmıştır. O, bilen bir kavim için âyetlerini geniş geniş açıklar. [krş. 36/38-39]

6. Gece ile gündüzün (uzayıp kısalarak) birbiri ardınca gelmesinde, Allah’ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde, (düşünen ve) Allah’a saygı duyup, emrine uygun yaşamak isteyen bir toplum için elbet (O’nun birliğine ve kudretine dair) nice âyetler (ibretler) vardır. [krş. 3/190]

7-8. (Âhirette) bize kavuşmayı ummayan, (sadece) dünya hayatından hoşlanıp (gönlü) onunla yatışıp rahatlayan ve bir de âyetlerimizden gafil olanlar var ya! İşte, onların kazandıkları (günahları)ndan dolayı, varacakları yer ateştir.

(Bu tip insanlar dünyaperest, materyalist kimselerdir. Allah’a karşı sorumluluk duymaz, âhirete inanmaz, hevâ ve hevesine göre yaşar, aklınca, menfaatleri neyi gerektiriyorsa onu yaparlar. Bunlara Dehriyyûn da denilir.) [krş. 6/29-30; 7/51; 23/37-42; 45/24; 64/7]

9. İman edip, sâlih (yararlı) amel işleyenlere gelince: Rableri, imanları sebebiyle onları, alt tarafından ırmaklar akan nimet dolu cennetlerine eriştirir.

10. Onların oradaki duaları: “Sübhânekellâhümme” (Allah’ım! Seni anar ve seni her türlü noksanlıktan tenzih ederiz) demeleridir. Orada (birbirine iyilik) temennileri: “Selâm” ve dualarının sonu da: “Elhamdülillâhi Rabbi’lâlemîn” (Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun) demeleridir. [krş. 13/23-24; 33/44; 36/58; 56/25-26]

11. Şâyet Allah insanların hayrı çabukça istedikleri gibi, şerri de (istediklerinde) acele verseydi, elbette onların ecelleri(nin gelmesi)ne hükmedilirdi. Ama, bize kavuşmayı ummayanları biz azgınlıkları/isyanları içinde şaşkın şaşkın bocalar halde bırakırız. [bk. 2/15; 8/32]

12. İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, gerek yan yatarken gerek otururken gerek ayakta iken (her halinde) bize yalvarır. Fakat kendisinden sıkıntısını açıp kaldırıverince, sanki kendisine dokunan o sıkıntı için bize dua etmemiş gibi (şükür ve itaati bırakıp) gider (yine günahlara dalar). İşte ölçüsüz davranan (ve haddi aşan)lara yapmakta oldukları şeyler, böyle süslü (cazip) gelmiştir. [krş. 11/10-11; 41/50-51]

13. Andolsun ki sizden önceki devirler(de gelen nesiller)i de, peygamberleri onlara açık delil (ve mucize)ler getirdikleri halde zulmettikleri ve iman etmeyecek oldukları için yok etmiştik. İşte suçlular toplumunu böyle cezalandırırız.

14. Sonra onların ardından sizi yeryüzünde halifeler yaptık (hâkim kıldık) ki bakalım nasıl işler yapacaksınız.

15. Âyetlerimiz onlara, apaçık deliller halinde okunduğu zaman, (âhirette) bize kavuşmayı ummayanlar (Peygamber’e): “Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya bunu(n hoşumuza gitmeyen yerlerini) değiştir.” dediler.[1] De ki: “Kendiliğimden onu değiştirmem (asla mümkün) olmaz. Ben sadece bana vahyedilene uyar (onu bildirir)im. Eğer Rabbime karşı gelirsem, şüphesiz o büyük günün azabından korkarım.”

16. (Resûlüm!) De ki: “Allah dileseydi (Kur’an’ı bana indirmez, ben de) onu size okumazdım ve (Allah) onu size bildirmezdi. (Bilin ki) ben, bundan önce aranızda (okuma yazma bilmeden) bir ömür sürdüm. (Böyle bir şey yapamayacağımı) hiç düşünmüyor musunuz?”

17. Allah adına yalan uyduran veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim vardır? Şüphesiz günahkârlar, kurtuluşa eremezler.

18. Onlar, Allah’ı bırakıp kendilerine ne zarar ne de fayda sağlayan şeylere taparlar ve: “Bunlar, Allah yanında şefaatçilerimizdir.” derler.[2] De ki: “Siz Allah’a, göklerde ve yerde O’nun bilemeyeceği bir şeyi mi haber veriyorsunuz?” O, onların ortak tuttukları şeylerden çok uzak ve yücedir.

19. İnsanlar ancak (tevhid dinine bağlı) bir tek ümmet idi. Sonra (şirke, küfre ve batıl yollara sapıp) ayrılığa düştüler. Eğer (hesabın kıyamette görüleceğine dair) Rabbinden bir söz geçmemiş olsaydı, üzerinde ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında elbette hüküm verilir (azaba uğratılıp işleri bitirilir)di.

20. (Müşrikler:) “O’na, Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Gayb(e ait işler), Allah’a mahsustur; bekleyin. Ben de sizinle beraber (sizin için gelecek bir mucize veya azabı) bekleyenlerdenim.” [bk. 6/4-10; 8/32]

21. Kendilerine dokunan bir sıkıntıdan sonra insanlara, bir rahmet/iyilik tattıracak olsak (bir de bakarsın ki) âyetlerimiz (ve din) hakkında yine gizli bir plan kurmuşlar. De ki: “Allah’ın hilenize karşılık vermesi daha çabuktur.” Elçilerimiz (melekler) kurduğunuz hile (ve düzen)leri şüphesiz yazmaktadırlar.

22. Sizi karada ve denizde gezdiren ancak O’dur. Hatta gemilerde bulunduğunuz zaman(ı hatırlayın), o (gemiler), içinde bulunan (yolcu)ları hoş bir rüzgarla yüzüp götürdüğü ve onlar da bununla neşelendikleri sırada, şiddetli bir fırtına gelip çatar; dalga her taraftan onları kuşatır (hücum eder). Artık onlar kendilerinin tamamen kuşatıldıkları (ve kesin kurtulamayacakları)nı sandıkları sırada artık dini, yalnız Allah’a has kılarak (içlerindeki benlik putunu ve diğer putlarını atıp samimi olarak) O’na dua ederler: “Andolsun ki, eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız.” derler. [krş. 10/12]

23. Fakat (Allah) onları kurtarınca, hemen yeryüzünde yine haksız yere (hevalarına uyarak) taşkınlık yaparlar. Ey insanlar! Dünya hayatının geçici/değersiz menfaati için (yaptığınız) taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir. Sonra dönüşünüz ancak bizedir. Biz de yapmış olduklarınızı size haber vereceğiz.

24. Dünya hayatının misali gökten indirdiğimiz suyunki gibidir ki, insanların ve hayvanların yediği yeryüzü bitkileri onunla karış(ıp yetiş)ir. Nihayet yeryüzü (bitkilerle) ziynetini takınıp süslendiği, sahiplerinin de (o mahsulü biçmek ve toplamak için) ona muktedir olduklarını zannettikleri bir sırada, geceleyin veya gündüzün o yere emrimiz/hükmümüz (afet) geliverir de, sanki dün (bitkilerle hiç) zengin olmamış gibi orayı (kökünden) biçilmiş hâle getiririz. İşte biz, düşünen bir toplum(un ibret alması ve aldanmaması) için âyetleri geniş geniş açıklıyoruz. [krş. 10/24; 18/45; 39/21; 57/20]

25. Allah, (kullarını) selamet yurduna (cennetini kazanmaya) çağırır ve O, dilediğini (samimi niyetleri sebebiyle) doğru yola iletir.

26. İyilik edenler ve iyi davrananlara daha güzeli ve ziyadesi[3] vardır. Onların yüzlerini (kendilerini mahcup edecek) ne bir toz (leke) ne de bir hakirlik kaplar. İşte onlar cennet ehlidirler, onlar orada ebedî kalacaklardır. [bk. 55/60]

27. Kötülük (günah) kazan(ıp da onları önemsiz say)anların cezası, yaptıkları kötülük kadardır; kendilerini de bir hakirlik (zillet) kaplayacaktır. Onları Allah’(ın azabın)a karşı hiçbir koruyucu yoktur. Onların yüzleri, sanki gecenin karanlık bir parçasıyla örtülmüştür. İşte onlar cehennem ehlidirler, orada ebedî kalacaklardır. [bk. 42/45; 3/106-107]

28-29. O gün (kıyamette) onları hep bir araya toplayacağız, sonra (Allah’a) eş tutan (Allah yerine başkasına veya başkasının emirlerine bağlanan)lara: “Siz ve ortaklarınız (olan varlıklar ve güçler)[4] yerlerinizde kalın!” diyeceğiz. Artık aralarını tamamen ayırmışızdır. Ortak (koştuk)ları da: “Siz (dünyada) bize hiç tapmıyor (aslında kendi arzularınıza tapıyor)dunuz. Şimdi sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter. Doğrusu sizin bize tapmanızdan hiç mi hiç haberimiz yoktu.” derler. [krş. 19/82; 28/63; 46/5-6]

30. İşte orada herkes, önceden (dünyada) yapmış olduğunun imtihanını verecektir. (Artık) hepsi gerçek Mevlâları olan Allah’a döndürülürler, uydurdukları (putlar, putlaşanlar) da kendilerinden kaybolup gider. [bk. 17/13-14]

31. (Resûlüm! Onlara) de ki: “Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Kulak ve gözler(i yaratmay)a kimin gücü yeter? Ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor?[5] İşleri kim (belirli bir) düzen içinde yönetiyor?” Duraksamadan hemen: “Allah” diyecekler. O halde hâlâ (emrine âsî olmaktan) sakınmaz mısınız? [bk. 9/31 ve açıklaması; krş. 3/189]

32. İşte O (her şeye gücü yeten) Allah, sizin gerçek Rabbinizdir. Artık bu gerçekten sonra (başka ilâhlara, batıllara ve ideolojilerine yönelip onlara kulluk etmek ve onlara hak görüntüsü ve süsü vermek) sapıklıktan başkası değildir. Öyleyse nasıl oluyor da (imandan) vazgeçiyor (Allah’a rağmen insanları ve putları ilâhlaştırıp bağlılık gösteriyor)sunuz? [krş. 1/4; 2/42]

33. İşte böylece yoldan sapmış (fâsık)lara karşı Rabbinizin: “Artık onlar iman etmezler.” sözü gerçekleşmiş oldu. [krş. 39/71]

34. (Resûlüm!) De ki: “(Allah’a) ortak (tanıdık)larınız içinde, ilk defa yaratan, (öldükten) sonra onu (kıyamette) aynen iade edip dirilten var mıdır?” De ki: “Ancak Allah ilk defa yaratıp, sonra onu (kıyamette) aynen iade ederek diriltir.[6] Öyleyse (doğru yoldan) nasıl döndürülüyorsunuz?”

35. De ki: “Ortak (tanıdığınız put)larınızdan doğruya götürecek olan var mı?” (Cevap veremezler.) De ki: “Ancak Allah doğruya eriştirir. O halde gerçeğe eriştiren (Allah) mı uyulmaya daha layıktır, yoksa (kendisi) götürülmedikçe doğru yolu bulamayan (uydurma ilâhlar) mı? Öyleyse ne oluyor size! Nasıl (yanlış) hükmediyor (putlara ve putlaştırılanlara bağlılık gösteriyor)sunuz?”

36. Onların çoğu, zandan başkasına uymuyor(lar). Zan ise (ilim ve) gerçekten hiçbir şey ifade etmez. Hiç şüphesiz, Allah yaptıkları şeyleri hakkıyla bilendir.

37. Bu Kur’an, Allah’tan (indirilmiş olup) başkası tarafından uydurulmuş değildir. Fakat o, önceki (ilâhî kitap)ların da (aslını) tasdik eder ve (Levh-i Mahfûz’da yazılmış)[7] Kitab’ı açıklar. Onda asla şüphe yoktur, âlemlerin Rabbi tarafından (indirilmiş)tir.

38. Yoksa: “Onu (Peygamber’in) kendisi uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer iddianızda doğru iseniz, haydi onun benzeri bir sûre getirin ve Allah’tan başka, gücünüzün yettiği kim varsa onları da (yardımınıza) çağırın!” [krş. 2/23-24; 11/13; 17/88]

39. Hayır! (O inkârcılar,) ilmini kavrayamadıkları ve hakikati/yorumu kendilerine gelmemiş olan şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de tıpkı böyle (peygamberlerini) yalanlamışlardı. İşte bak zalimlerin sonu nice oldu?

40. İçlerinde ona (Kur’an’a) inananlar da var, inanmayanlar da var. Rabbin (o Kur’an’a karşı) bozgunculuk yapanları çok iyi bilendir.

41. (Resûlüm!) Şâyet hâlâ seni yalanlarlar (getirdiklerini kabullenmezler) ise de ki: “Benim işim bana, sizin işiniz de size aittir. Siz benim yaptığımdan uzaksınız, ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.” [bk. 109/1-6]

42. İçlerinden sen(in okuduğun)a kulak verenler de vardır. Fakat sağır(laşmış)lara sen mi işittireceksin? Akıllarını kullanıp anla(mak iste)miyorlarsa! [krş. 2/18]

43. İçlerinden sana (ve mucizelerine) bakanlar da var. Fakat (hakikati) göremiyorlarsa, körlere doğru yolu sen nasıl göstereceksin?

44. Şüphesiz ki Allah, insanlara (gücünün üstünde bir şey yükleyerek onlara) hiçbir şekilde zulmetmez. Fakat insanlar (Allah’tan uzaklaşıp nefislerine uyarak kendi) kendilerine zulmederler.[8] [krş. 4/79]

45. (Allah) onları, o gün (kıyamet günü, onca zamandan sonra) sanki (dünyada) gündüzün bir saati kadar bir süre kalmışlar gibi bir araya toplayacak, (onlar da) kendi aralarında birbirlerini tanıy(ıp tanış)acaklar. (Fakat) Allah’a kavuşmayı yalanlayıp da (hayatı bu dünyadan ibaret sayıp) doğru yola gelmeyenler, elbette büyük zarara uğramış (olacak)lardır. [bk. 20/104; 23/112-114]

46. (Resûlüm!) Onları tehdit ettiğimiz (azab)ın bazısını sana dünyada göstersek veya (onu görmeden) seni vefat ettirsek bile, sonunda onların dönüşleri ancak bizedir (o zaman hallerini görürsün.) Elbette Allah, onların yaptıklarına şâhittir.

47. Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. [bk. 39/69]

48. (Onlar:) “Eğer dediğiniz doğru ise bu vaad(edilen azap) ne zaman?” derler.

49. (Resûlüm!) De ki: “Allah’ın dilemesi dışında, ben kendi kendime (bile) ne bir zarar ne bir fayda (verme gücüne) sahibim.” Her ümmet için bir ecel vardır. Ecelleri geldiği zaman, artık bir an geri de kalamazlar, ileri de geçemezler. [bk. 63/11]

50. De ki: “O’nun azabı geceleyin veya gündüzün size gelirse (düşündünüz mü ne yaparsınız) söyleyin bana.”[9] Günahkârların onu acele istemesi(ne sebep) nedir?

51. (Yoksa azap) gerçekleştikten sonra mı iman edeceksiniz? (O zaman size: “Önceden) o azabın gelmesini acele isterken, şimdi mi iman ediyorsunuz?” (denilir.)

52. Sonra o (kendilerine) zulmeden (küfür ve şirkle ölen)lere: “Ebedî azabı tadın! Siz kazandığınızdan başkasıyla mı cezalandırılacaksınız? (Cezanız ancak yaptığınıza karşılıktır.)” denilir.

53. (Resûlüm!) “O (kıyamet ve azap) gerçek midir?” diye sana sorarlar. De ki: “Evet, Rabbim hakkı için elbette o gerçektir. Siz (Allah’ı bundan) aciz bırak(ıp kurtul)acak değilsiniz.” [bk. 34/3; 64/7]

54. (Küfür yoluna saparak) zulmeden herkes, yeryüzündeki her şeye sahip olsa, (azaptan kurtulmak için) elbette onu fidye verirdi. Onlar azabı görünce, (duydukları) pişmanlığı açıklarlar.[10] Artık onlar (için) haksızlığa uğratılmaksızın aralarında adaletle hüküm verilir.

55. Haberiniz olsun ki göklerde ve yerdeki şeyler(in hepsi) şüphesiz Allah’ındır. Yine iyi bilin ki Allah’ın vaadi gerçektir, fakat onların çoğu (bunu) bilmezler.

56. O, hem diriltir hem öldürür ve ancak O’na döndürüleceksiniz.

57. Ey insanlar! Rabbinizden size, bir öğüt, gönüllerde olan (kötü duygulara, batıl inançlara, dert ve sıkıntı)lara bir şifa, inananlara bir yol gösterici ve bir rahmet (olan Kur’an) gelmiştir. [krş. 17/82; 41/44]

(Kur’ân-ı Kerîm; en güzel ahlâkı öğütleyen, şirk, küfür ve nifak gibi mânevî hastalıkları gideren, hayat nizamını, dünya ve âhiret saadetini bildiren hidayet ve rahmettir. Ancak kalplerin Kur’an’a açık olması lazımdır. Sıkıntı ve stresin giderilmesi için de bol Kur’an okunmalıdır.)

58. De ki: “(İnsanlar) ancak bununla, Allah’ın lütfu ve rahmeti (olan İslâm ve Kur’an)[11] ile sevinsinler. Bu onların toplayıp durdukları (bütün dünyalık) şeylerden hayırlıdır.”

59. De ki: “Baksanıza, Allah size rızık olarak ne indirdi ise siz ondan (kimini) haram ve (kimini) helal yaptınız.” De ki: “Bu hususta Allah mı size izin verdi, yoksa siz Allah’a iftira mı ediyorsunuz?”[12]

60. Allah’a yalan uydurup iftira edenlerin kıyamet günü (uğrayacakları âkıbetleri) hakkında zanları (ve beklentileri) nedir? Şüphesiz Allah, insanlara karşı (azabı erteleyip, kâfire de mü’mine de nimet vermesiyle) lütuf sahibidir. Fakat onların çoğu (buna) şükretmezler.

61. Sen her ne halde bulunsan, Kur’ an’dan her ne okusan ve siz her ne iş yapsanız ona daldığınız an, (bilin ki) biz sizi görüyoruz. Ne yerde ne de gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbin(in bilgisin)den gizli değildir. Ne bundan daha küçük ne de daha büyük, hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfûz’da yazılı) olmasın. [bk. 6/59; 11/6]

62. Haberiniz olsun ki Allah’ın velîlerine (dostlarına) hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.

(Yukarıdaki âyet-i kerîmede bildirildiği gibi velî, iman edip takvâya ermiş kimselerdir. Bunu biraz açıklamak gerekirse, “İman etmek” kelimesi tefekkür kuvvetinin mükemmelliğine; “takvâya ermek” tâbiri de amelî kuvvetin mükemmelliğine işarettir. Demek oluyor ki bir kulun, Allahu Teâlâ’ya yakın olması/Allahu Teâlâ’nın kendisinin velîsi olması için, kelamcıların da beyanına göre, delillere dayalı dosdoğru iman/inanç içinde olup (kalbini mârifetullah ile doldurması) Allah’ın rızasına/İslâm’ın esaslarına göre sâlih amel yapması gerekir. Allahu Teâlâ da kendisine iman edenlerin/teslim olanların dostu olup onları karanlıktan aydınlığa çıkaracağını (2/257), âhiret hayatı için korku, dünya hayatı için üzüntü duymayacağını bildirmekte ve her iki hayat için müjdeler vermektedir.) [bk. 41/30]

63. Onlar, (Allah’a) iman eden ve emirlerine uygun yaşayanlardır.

64. Onlar için dünya hayatında da âhiret hayatında da müjde(ler) vardır. Allah’ın sözlerinde asla değişme yoktur. İşte bu (müjdeye erişmek) en büyük mutluluk (ve kurtuluş)tur.

65. (Resûlüm!) O (inanmaya)nların sözü (ve övünmeleri) seni üzmesin. Çünkü bütün üstünlük Allah’ındır. O (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

66. İyi bilesiniz ki göklerde ve yerdekiler(in hepsi) şüphesiz Allah’ındır. Allah’tan başkalarına tapanlar bile (gerçekte Allah’a) ortak yaptıklarına tâbi olmazlar. Onlar ancak zan ve tahmine uymakta ve sadece yalan uydurup söylemektedir.[13]

67. Geceyi, dinlenesiniz diye sizin için (karanlık) kılan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılan O’dur. Şüphesiz bunda, dinleyen bir topluluk için (büyük) ibretler vardır.

68. (Kâfirler:) “Allah çocuk edindi.” dediler. Hâşâ! O, bundan uzak ve yücedir. O (hiçbir şeye) muhtaç değildir. Göklerde ve yerde olan şeyler sadece O’nundur. Bu (çocuk sahibi olma) husus(un)da yanınızda hiçbir (ilmî) delil yoktur. Siz, Allah hakkında bilmediğiniz şeyi mi söylüyorsunuz? [bk. 19/89-93]

69. De ki: “Allah’a karşı (böyle) yalan uyduranlar (asla) kurtuluşa eremez (iflah olamaz)lar.”

70. (Onlar için) dünyada biraz faydalanma vardır; nihayetinde, dönüşleri ancak bizedir. Sonra, kâfir olduklarından dolayı o çok şiddetli azabı onlara tattıracağız.

71. Onlara Nuh’un haberini oku. Hani o kavmine şöyle demişti: “Ey kavmim! Benim (aranızda) durmam ve Allah’ın âyetleriyle öğüt vermem size ağır geliyorsa, (bilin ki) ben ancak Allah’a güvenip dayandım. Haydi siz ortaklarınızla birlikte (bana yapacağınız) işiniz hakkında ittifak edip karar verin! Sonra yapacağınız işiniz, size bir tasa olmasın. Sonra (o hükmünüzü) bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.” [bk. 11/25-48]

72. “Eğer (benim imana dâvetimden) yüz çeviriyorsanız (ne diyeyim), zaten ben sizden hiçbir karşılık istemedim. Benim mükâfatımı ancak Allah verecektir ve bana müslümanlardan olmam emredildi.”

73. Yine de (halkı) onu yalanladılar. Biz de hem onu hem de gemide onunla beraber bulunanları kurtardık ve bunları, onların yerine (yeryüzünde) hükümran kıldık. Âyetlerimizi yalanlayanları da (suda) boğduk. Bak, (Allah’ın azabıyla) uyarılan (fakat inanmayan)ların sonu nasıl olmuştur?

74. Sonra onun ardından, (birçok) peygamberi kendi kavimlerine gönderdik. (Bunlar da) onlara apaçık âyet (delil ve mucize)ler getirdiler. Ama berikiler, daha önce yalan saydıkları şeye bir türlü inanmıyorlardı. İşte sürekli haddi aşanların kalplerini böyle mühürleriz.

75. Sonra, onların ardından da Musa ile Harun’u âyetlerimizle[14] birlikte Firavun ve onun ileri gelen adamlarına gönderdik. (Onlar da inanma hususunda) büyüklük tasladılar ve günahkâr bir kavim oldular.

76. Onlara tarafımızdan hak (mucize) gelince: “Şüphesiz bu apaçık bir sihirdir.” dediler.

77. Musa (onlara): “Size hak (mucize) gelince dil mi uzatırsınız? Bir sihir mi bu? (Bilin ki) sihirbazlar umduklarına/kurtuluşa eremezler.” dedi.

78. Dediler ki: “Sen, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan bizi çeviresin de yeryüzünde otorite/büyüklük yalnız ikinize kalsın diye mi bize geldin? Biz ikinize de asla iman edecek değiliz.”

79. Firavun: “Bilgili bütün sihirbazları bana getirin.” dedi.

80. Sihirbazlar gelince Musa onlara: “Atın atacağınız şeyleri (ortaya)!” dedi.

81. Onlar (hünerlerini ortaya) atınca Musa: “(Meydana) getirdiğiniz şey sihirdir, Allah şüphesiz ki onu boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozgunculuk yapan (hilekâr)ların işini rast getirmez.” dedi.

82. Günahkârlar hoşlanmasa da Allah sözleriyle hakkı gerçekleştirecektir.

83. Firavun ve ileri gelen (zorba)ların kendilerine işkence yapmaları korkusu sebebiyle Musa’ya (başlangıçta) kavminin bir kısım gençlerinden başkası inanmadı. Çünkü Firavun, o yerde (Mısır’da) cidden ululuk taslayan (bir diktatör) ve hakikaten aşırı gidenlerdendi.

84. Musa dedi ki: “Ey kavmim! Şâyet Allah’a (gerçekten) inandıysanız ve O’na teslim olmuş iseniz, artık ancak O’na güvenip dayanın.”

85-86. (Onlar da) “Biz ancak Allah’a güvenip dayandık. Ey Rabbimiz! Zalim kavm(in zulmüne uğratmak)la bizi imtihan (konusu) yapma! Bizi, rahmetinle o inkârcılar toplumundan kurtar.” dediler.

87. Musa’ya ve kardeşine: “Kavminiz için Mısır’da evler hazırlayın; o evlerinizi kıblegâh (mescid)[15] yapın ve (oralarda cemaatleşerek) namazı da dosdoğru kılın.[16] (Ey Musa! Artık) iman edenlere (kurtulacaklarını) müjdele!” diye vahyettik.

(Allah’a ibadeti/kulluğu yasaklayarak, insanları kendine itaat ettirerek tanrılık iddiasında bulunan Firavun, İsrâiloğulları’na ait mescidleri tahrip etmişti ki yüce Allah onlara bu emri verdi. Bu âyet-i kerîmede gerek Firavun ve benzerlerinin, gerek câhiliye toplumunun zulüm devirlerinde, hemen o yeri terk etmek değil, orayı mescid edinerek veya evleri mescid yaparak dini öğrenme, İlâhî dâvâyı birlikte savunma ve böylece kurtuluşa ermede, inananlara bir metod bildirilmektedir.)[17]

88. Musa (dua edip): “Ey Rabbimiz! Doğrusu sen, Firavun’a ve ileri gelen yandaşlarına dünya hayatında (nice) ziynet ve mallar verdin.[18] Ey Rabbimiz! Bunlar, (kötü yollarda ve iradeleri zayıf kullarını) senin yolundan saptırmaları için (kullanılmakta)dır. Ey Rabbimiz! Onların mallarını silip belirsiz hâle getir (yok et) ve kalplerini şiddetle daralt (bunalsınlar). Çünkü onlar, acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler” dedi.[19] [krş. 43/33-35]

89. (Allah) buyurdu ki: “İkinizin de duası kabul edildi.[20] Yine doğruluğa (ve doğru yola çağırmaya) devam edin ve bilmezlerin yoluna asla uymayın.”

(Davette, ilzâm-ı hüccette sebat gösterin, acele etmeyin. Zira isteğiniz, vakti gelince yerine getirilecektir. Rivayete göre, Musa (as.) bu duadan sonra kırk yıl daha kavminin arasında kalmış, duasının kabulü ondan sonra tahakkuk etmiştir.)[21]

90. İsrâiloğulları’nı (Kızıl)denizden geçirdik. Firavun ve askerleri de saldırmak ve zulmetmek için onların arkalarına düştü (ve denize daldı). Nihayet boğulma durumuna gelince (Firavun şöyle) dedi: “Ben, İsrâiloğulları’nın inandığından başka hiçbir ilâh olmadığına inandım, artık ben (O’na) teslim olanlardanım.” [bk. 20/78; 40/84-85]

91. “Şimdi mi (iman ediyorsun)? Halbuki sen bundan önce (kendini tanrılaştırarak Allah’a) isyan etmiş ve (böylece) fesatçılardan olmuştun.”

(Artık bu türlü iman-ı yeis denilen ölüm anındaki iman geçersizdir.)

92. “Bugün de biz, senden sonrakilere ibret olması için cesedini (batıp gitmekten) kurtar(ıp sahile at)acağız.” Yine de insanlardan çoğu bizim âyetlerimizden hakikaten gafildirler.[22] [krş. 7/103; 10/90-92; 43/55-56]

93. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’nı çok güzel bir yere yerleştirdik Onlara temiz, güzel, hoş rızıklar verdik. Onlar, ancak kendilerine ilim[23] gelinceye kadar ayrılığa düşmediler (de ilim geldikten sonra ayrılığa düştüler). Şüphesiz Rabbin kıyamet günü, ayrılığa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm verecektir. [krş. 20/80-81]

94. Eğer sen, sana indirdiğimiz (geçmiş peygamberlerin haberlerin)den (ufak bir) şüphe ediyorsan, senden önceki (indirdiğimiz) Kitab’ı okuyanlara sor. Ama andolsun ki Rabbinden (hiç şüphe kalmayacak şekilde) gerçek gelmiştir. O halde asla şüphe edenlerden olma! [bk. 7/157]

95. Sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma! Yoksa (dünya ve âhirette) ziyana uğrayanlardan olursun.

(Bu iki âyette Hz. Peygamber’in şahsında bütün insanlara hitap vardır.] [bk. 28/87-88]

96-97. (Küfür ve inkârlarıyla) Rabbinin (azap) kelimesi üzerlerine hak olanlar, kendilerine her türlü âyet gelse bile, acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.

(Ölümün belirmesiyle, pişmanlık anındaki iman kabul olmayıp kişiyi kurtarmaz.) [bk. 40/84-85.]

98. Fakat o (azabı gördükleri) vakit inanıp da imanları kendilerine fayda veren bir memleket (halkı) olsaydı ya! Ancak Yunus’un kavmi hariçtir. (Çünkü) bunlar (azabın geleceğini sezip hemen tevbe ve) iman edince, dünya hayatında rezil ve rüsvâ olma azabını onlardan kaldırdık ve onları bir zamana kadar (yaşatıp) faydalandırdık. [bk. 37/139-148]

99. Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi iman ederdi! (Ama onları kendi iradelerine bıraktı.) O halde insanları, mü’min olmaları için sen mi zorlayacaksın? [bk. 2/256; 11/118-119; 16/93; 18/29; 32/13; 76/3-4]

(Allah, dinde yani imanda zorlamadı irade hürriyeti ve tercih hakkı verdi, hür bıraktı. İsteyen müslüman olur gereğini yapar, isteyen de kâfirlikte kalır. Kimi de bunların arasında fâsık ve münâfık olur (bk. 2/256; 3/19; 76/3). Dünyada Kur’an’ın/İslâm’ın yolundan sapmış olanlar, âhirette bu suçun kendilerinde olduğunu itiraf edeceklerdir.) [bk. 7/23; 28/16; 34/50]

100. Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimsenin iman etmesi mümkün değildir. (Allah), murdarlığı (azabı/rezilliği, Allah için) aklını kullanmayanlara verir. [krş. 67/10]

(“Allah’ın izni olmadıkça hiç kimse iman edemez.” demek, “herkes O’nun irade ve iznine muhtaç” demektir. Muhtaçlık ise O’ndan ihlasla istemeyi ve iznine lâyık olmayı gerektirir. Yoksa iman etmemek, O’nun izin vermediğinden değildir.)

101. De ki: “Göklerde ve yerde neler var bakın!” Ama bunca âyetler (ibretler) ve uyarmalar, inanmayacak bir kavme ne fayda verir?

102. Onlar, kendilerinden önce gelip geçmiş (ümmet)lerin (başlarına gelen acı) günlerinin benzerinden başkasını mı bekliyorlar? De ki: “Haydi bekleyin, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”

103. Sonunda azap gelince, peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Böylece üzerimize düşen bir borç olarak mü’minleri kurtarırız.

104. De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinim hakkında şüphe içinde iseniz, ben Allah’tan başka sizin taptıklarınıza tapmam.[24] Ben ancak sizi öldürecek olan Allah’a kulluk (ibadet ve itaat) ederim. Ben mü’minlerden olmakla emrolundum.”

105. “Ve yüzünü hanîf (Allah’ı birleyici) olarak dine çevir. Sakın (Allah’ın kudret ve hâkimiyetini yaratılmışlara vererek) müşriklerden olma!”

106. “Allah’tan başkasına, sana ne fayda ne de zarar verebilecek olan şeylere yalvarıp tapma/tapınma! Eğer (bunu) yaparsan o takdirde şüphesiz ki sen, (kendine) zulüm edenlerden olursun.” (diye emrolundum). [bk. 25/68 ve dipnotu]

107. Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa artık onu, kendisinden başka kaldıracak (hiçbir güç) yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu geri çevirecek hiçbir kuvvet de yoktur. (O,) kullarından dilediğini buna eriştirir. O çok bağışlayıcı, çok esirgeyicidir.

108. De ki: “Ey insanlar! Rabbinizden size hak (Peygamber ve Kur’an) gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiş olur. Kim de (haktan) saparsa, ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ben sizin üzerinizde bir vekil (ve bekçi) değilim.”

109. (Resûlüm!) Sana vahyedilene uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O hüküm verenlerin en hayırlısıdır.


[1] Öncelikle, Kur’an’ın hükümlerinin uygulanmasına engel olmaya çalışmışlar ve baskı uygulamışlar, zaman zaman ellerindeki otorite ve fırsatlara göre yürürlükten kaldırmışlar, çaresiz kalınca da dini değiştirmek istemişlerdir. [bk. 47/1, 32]

[2] Putları ilâhlaştıranların dışında ümmetlerin kimi peygamberlerini ilâhlaştırdı. Halbuki peygamberler de birer kul olup ancak Allah’ın izniyle şefaat ederler. Kimi kendisine gelen peygamberden başka peygamber tanımadı. Kimi de bütün yönleriyle hayat nizamı olan Kur’an geldiği halde tâğûtları/Allah yolundan saptıranları, batılı ve şirki güzel gösteren yollara düştüler. Yine de inandıklarını zannettiler. [bk. 2/91-92; 4/59-61, 65, 76; 5/17, 72-73; 9/30]

[3] Bire yedi yüz ve daha fazlası (Beydâvî) veya cennet ve Cemâlullah (Nesefî (Tefsîr), II, 160-161).

[4] Müşrikler, senelik gider bütçesi olarak hayvan ve mahsullerinin bir kısmını, Allah ile denk tuttukları, hatta Allah’tan daha fazla sevip saygı duydukları putlar adına harcama yapmaya ayırırlardı. Bunun için onlara “ortakları” denilmiştir. [bk. 6/136]

[5] Muhtelif âyetlerde geçtiği üzere Mekke müşrikleri Allah’ı kabul ediyorlardı. Fakat O’nun Rabliğini, emirlerinin (vahyinin) hayatlarına hâkim olmasını ve ona göre yaşamayı kabul etmiyorlardı.

[6] Eski Mısır, Yunan ve Hind dinlerinde, tenâsuha/reenkarnasyona, yani ölen insan ruhunun başka bir bedene girerek tekrar dünyaya döneceğine inanırlardı. Fakat İlâhî dinler yani Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm bunu reddeder. Çünkü Allah, ruhu yalnız insanlara mahsus yaratmıştır ve herkesin kendisine aittir; herkes kendisinden sorumludur. İslâm’da öldükten sonra dirilme ve hesap verme ancak mahşerde olacaktır. Buna inanmak, Allah’a inanmanın gereğidir. [bk. 4/136; 13/5; 28/64; 29/57; 36/12, 50-51, 77-79; 75/4; 78/40; 79/10-14]

[7] Elmalılı, IV, 492; Seyyid Kutub, VII, 560.

[8] Kuluna hiç zulmetmez Hüdâ’sı       Kulun çektiği kendi cezâsı.

[9]Era’eytüm” lafzı “bana haber verin” anlamındadır (Beydâvî).

[10] Âyet-i kerîmedeki “eserrû” (açıkladılar) Zemah-şerî’ye göredir. Diğer bazı müfessirlere göre ise kelimenin anlamı “(korkularından) gizlediler” anlamında kullanılmıştır.

[11] Taberî, XI, 87; Celâleyn.

[12] Demek oluyor ki Allah’ın yasak kıldığı şeyleri helal/serbest yapmak, emrettiklerini de haram/yasak yapmak kimsenin hakkı değildir. [bk. 9/29, 31, 67]

[13] Burada; müşriklerin put ve benzerlerine tapmakla, bunları, asıl taptıkları kendi zan ve düşüncelerine siper yaptıklarına işaret edilmektedir. Aslında Mekke müşrikleri Allah’a ibadet ve itaate karşı olduklarından put heykellere tapınma gösterileri yapmakta idiler.

[14] Bu âyetlerle ifade edilmek istenen mucize ve delillerin dokuz olduğu 17/101 ve 27/12. âyetlerde geçmektedir. Bunlar şunlardır:  1. Hz. Musa’nın asâsının yılan oluşu (27/10). 2. Elini koltuğuna sokup bembeyaz çıkartması (27/12). 3. Öleni diriltip katili söyletmesi (2/73). 4, 5, 6, 7, 8. Tûfan felâketi, çekirge, haşerat ve kurbağa istilası, sulardan kan akması (7/133). 9. Vebâ felâketi (7/134).

[15] Beydâvî; Sâbûnî (Safve), I, 594-595.

[16] Hz. Musa Kâbe’ye doğru namaz kılardı (Beydâvî).

[17] Râzî, XII, 453; İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 204; Seyyid Kutub, VIII, 53; Sâbûnî (Safve), I, 595; Mevdûdî, II, 333.

[18] Yahut “felâ yü’minû…” kelimesini “li yudıllû” kelimesine atıfla diğer mana şöyle olur: “Ey Rabbimiz! (Herhalde insanları bunlarla) senin yolundan saptırsınlar, iman etmesinler, tâ ki çetin azabı görsünler diye verdin…”

[19] Hz. Musa’nın bedduası üzerine Firavun ve ona tâbi olanların, paraları nakışlı taşa çevrildiği gibi şeker ve diğer yiyecekleri de taş kesildi (İbni Kesîr [Sâbûnî], II, 205; Râzî, XII, 458; Bilmen, III, 1423-24).

[20] Bu duaya Harun (as.) da “âmin” demişti (Beydâvî).

[21] (Beydâvî).

[22] Bu âyet-i kerîme Hz. Musa dönemindeki Firavun’un suda boğulduktan sonra cesedinin batıp kaybolmayacağına ve insanları ibret için teşhir durumuna getirilip gösterileceğine işaret etmektedir.

[23] Tevrat’ta vasıfları bildirilen Hz. Peygamber’e inen Kur’an.

[24] Çünkü onlar, Allah’ı bırakıp put heykellere gidip önünde haykırırlar, şikayet ve dilekte bulunurlar, ona sığınırlar ve onlar için merasimler tertip ederlerdi.