17. İsrâ Sûresi

Mekke döneminde (Hicret’ten 18 ay önce) nâzil olmuştur. 111 âyettir. İsrâ, “gece yürütmek ve götürmek” demektir. Hz. Peygamber’in Mirâç için geceleyin Mekke’den Kudüs’e götürülüşünü anlatan birinci âyetteki bu kelime, sûreye ad olmuştur. Sûrenin 26, 32, 33, 57 ve 73-80. âyetlerinin Medine döneminde indiği belirtilmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Kulu (Muhammed aleyhisselâm’ı bedeniyle,) geceleyin Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya[1] götüren (Allah’)ın şânı yüce (ve her türlü noksanlıktan uzak)tır. (Bunu,) kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz O, (evet) O, hakkıyla işitendir, görendir.[2]

2. Biz, Musa’ya Kitab verdik ve onu İsrâiloğulları’na: “Benden başkasını vekil (rab) edinmeyin.” diyerek doğruluk rehberi kıldık.

3. Ey Nuh ile beraber (gemide) taşıdığımız kimselerin nesli! Doğrusu o (Nuh), çok şükreden bir kuldu.

4. Biz, İsrâiloğulları’na Kitab’da (Tevrat’ta) şu hükmü bildirdik: “Siz o (mukaddes) yerde, mutlaka iki defa fesat (bozgunculuk) çıkaracaksınız[3] ve muhakkak surette, büyük bir kibirle çalım satacak (ve azgınlık yapacak)sınız.”

5. İşte o iki (fesat)tan birincisinin (ceza) vakti gelince, size, çok kuvvetli birtakım kullarımızı gönderdik de evlerin aralarında (bile sizi yakalamak, esir etmek için) araştırdılar. (Bu da) yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.[4]

6. (Tevbe ettikten) sonra size, onlara karşı tekrar (imkân ve galibiyet) verdik; mallarla, oğullarla yardım ettik ve sizi sayıca (evvelkinden) daha çok yaptık.

7. İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz. Şâyet kötülük ederseniz o da kendinizedir. Diğerinin (ceza) vakti gelince, yüzlerinizi (üzüntüden) kötü duruma sokmaları, birinci defa girdikleri gibi Mescid’e (Beyt-i Makdis’e) yine girmeleri ve bütün ele geçirdiklerini, yerle bir etmeleri için (size tekrar düşmanlar gönderdik).[5]

8. (Tevbe ederseniz) belki Rabbiniz size acır. Eğer (yine isyana) dönerseniz, biz de (sizi cezalandırmaya) döneriz. Biz cehennemi kâfirlere (çıkamayacakları) bir zindan yaptık.

9. Gerçekten bu Kur’an, (insanlara) en doğru olan yolu gösterir, sâlih ameller işleyen mü’minlere de kendileri için büyük bir mükâfat olduğunu müjdeler.

(İnsana dünya ve âhireti için en doğru yolu gösteren Kur’an olunca, artık gerçek müslüman, onun rehberliğinde, Hz. Peygamber’in önderliğinde doğru yolu bulur ve onda yürür. Müslüman ancak, Kur’an’a uygun bir düşünce ve yaşayış ile toplumsal çöküşten kurtulur. Hayatı ve yaptığı işler Allah’ın hükmüne ve rızasına uygun ve mükâfatına lâyık olur, yeniden medeniyetin yüksek katlarına ulaşır.) [bk. 2/2]

10. (Bu Kur’an) âhirete inanmayanlara da, kendileri için acıklı bir azap hazırladığımızı bildirir.

11. İnsan, hayrı istediği kadar (bazen) şerri de ister. İnsan çok acelecidir.[6] [bk. 21/37]

12. Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki âyet (delil) yaptık. Gece delili ayı sil(ip rahatlık için karanlık yap)tık, (arkasından da) gündüz âyetini (getirip) Rabbiniz’den bol nimet aramanız, yılların sayısını ve (vakitlerin) hesabını bilmeniz için aydınlatıcı yaptık. (Böylece biz) her şeyi genişçe anlattık. [bk. 25/61-62; 28/71-73; 36/37-38]

13. Her insanın amel[7]/hayat defterini boynuna astık (onu sevap günah, ne ile doldurursa doldursun). Kıyamet günü herkese onu, (önünde) açılmış olarak bulacağı bir kitap halinde çıkarırız. [bk. 52/16; 75/12-14; 99/7-8]

14. “Oku kitabını, bugün sana hesap görücü olarak kendi nefsin yeter!” (diyeceğiz).

15. Kim (Allah ve Resûlü’nün gösterdiği) doğru yola gelirse, ancak kendisi için doğru yola gelmiştir. Kim de saparsa, ancak kendi aleyhine sapmıştır. Hiçbir günahkâr, başkasının (işlediği veya onun günahına sebep olmadığı) günah yükünü yüklenmez. Biz, bir peygamber göndermedikçe (hiçbir kavme) azap edici değiliz. [bk. 16/25; 29/13-14; 35/18 ve krş. 39/71; 40/49-50; 67/8-9]

16. Biz, bir memleketi (zulüm, isyan ve taşkınlıklarından dolayı) helak etmek istediğimiz zaman, onun refahtan şımarmış (kendini yeterli görüp Allah’a ihtiyaç duymayan) elebaşılarına (tebliğcilerle ibadet ve itaati) emrederiz, onlar da fâsıklığa saparlar/dinî kuralları çiğnerler. Artık o (ülke)nin üzerine azap sözü hak olur. Derken biz de onu yerle bir ederiz. [bk. 6/123; 11/116-117; 23/63-64; 34/33-35]

17. Nuh’tan sonra nice asırlar(da insanlar)ı helak ettik.[8] Kullarının günahlarından haberdar ve görücü olarak Rabbin yeter. [krş. 21/11; 22/45]

18. Kim (haram helal ayırmaksızın sadece) şu çabucak geçen (keyif verecek dünyalık şeyler)i isterse, dilediğimiz kimseye istediğimiz kadarıyla onu hemen veririz. Sonra ona cehennemi hazırlarız. Oraya kınanmış ve (rahmetimizden) kovulmuş olarak atılır. [bk. 11/15; 42/20]

19. Kim de inanarak âhireti(nin güzel olmasını) ister ve ona (lâyık) bir gayret ile çalışırsa, onların da çalışmaları takdir görür (karşılığı verilir).

20. Her birine; gerek (dünyayı isteyen) onlara, gerek (âhireti isteyen) bunlara Rabbinin ihsanından veririz, Rabbinin (dünyadaki) ihsanı (hiç kimseden) esirgenmiş değildir.

(Yüce Allah’ın mü’min veya kâfiri ayırmadan onlara dünyalık verişi, o verdiklerini ne amaçla kullandığından hesaba çekmek içindir. [bk. 102/8])

21. Bak, biz onların kimini kimine (rızıkta ve bazı hususlarda) nasıl üstün kıldık. Elbette âhiret, ‘erişilecek dereceler’ bakımından daha büyük, (kazanılacak) faziletler bakımından da (elbette) daha üstündür.

22. Allah ile beraber başka bir ilâh edinme![9] Sonra yerilmiş ve tek başına (bırakılmış olarak) oturup kalırsın.

23. Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya babaya ihsanı (iyiliği ve güzel davranmayı) emretti. Eğer onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa erişirlerse, onlara “öf” (bile) deme! Onları azarlama ve onlara çok nazik (ve tatlı) söz söyle. [krş. 9/113; 31/14]

24. Onlara merhametten dolayı alçak gönüllülük kanadını indir ve: “Ey Rabbim! (Bunlar) küçükken beni (acıyıp) yetiştirdikleri gibi (sen de şimdi) onlara acı (ve esirge).” de.

25. Rabbiniz (onlara karşı) içinizde olanı en iyi bilendir. Eğer siz iyi (yaşayıp İslâm’a uyan) kimseler olursanız şüphesiz O, çok tevbe eden (ve itaatle kendisine yönelen)leri bağışlayıcıdır.

26. Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa (iyilik ve yardımla) hakkını ver, (malını lüzumsuz yere) saçıp savurma!

27. Çünkü (malı) saçıp savuranlar,[10] şeytanın kardeşleri olmuşlardır. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.

28. Eğer (fakirlere verecek bir şeyin bulunmadığı için) Rabbinden umduğun bir rahmeti (bir rızkı) beklediğin sırada onlardan yüz çevirmek zorunda kalırsan, bari onlara yumuşak söz söyle (de öyle gönder).

29. Elini boynuna bağlama (cimrilik yapma), onu büsbütün de açma (israfçı olma). Sonra kınanmış, pişman olmuş bir halde oturup kalırsın.[11]

30. Hiç şüphesiz, Rabbin dilediğine rızkı genişletir ve (dilediğine de) daraltır. Çünkü O, kullarından haberi olan, hakkıyla görendir.

31. Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin (onları çeşitli usullerle yok etmeyin). Onlara da, size de biz rızık veriyoruz. Doğrusu onları öldürmek büyük bir günahtır. [bk. 81/8-9 ve dipnot]

32. Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o bir hayasızlıktır/yüz kızartıcı çirkin bir iştir ve (cehenneme götüren) çok kötü bir yoldur.[12]

33. Allah’ın haram kıldığı canı, haklı/meşru (bir sebep) olmadıkça öldürmeyin. Kim haksızlığa uğramış olarak öldürülürse, biz onun velîsini (ölenin mirasçısını, kısas hakkını istemeye) yetkili kıldık. O da (kısasla) öldürme işinde (kendince daha fazlasını isteyerek) aşırı gitmesin. Çünkü kendisine (zaten) yardım edilmiştir.

34. Yetim malına da ergenlik çağına erişinceye kadar, ancak (o malı geliştirmek gibi) en güzel bir durum olmadıkça yaklaşmayın. Verilen sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir. [bk. 4/2-6; 6/152]

35. Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru (ve hassas) terazi ile tartın. Bu daha hayırlıdır, sonu da daha güzeldir. [krş. 83/1-5]

36. Hakkında bilgin olmayan şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül; bunların hepsi ondan (o ardına düştüğün şeyden) sorumludur. [bk. 49/12]

37. Yeryüzünde böbürlenerek yürüme! Çünkü sen ne yeri yarabilirsin (ne de) boyca dağlara erişebilirsin.

38. Böylesi kötü şeylerin hepsi,[13] Rabbinin katında hoş görülmeyen (davranışlar)dır.

39. Bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmet(ler)dendir. Allah ile beraber başka bir ilâh edinme (Allah yerine ona bağlanma); sonra kınanmış, kovulmuş olarak cehenneme atılırsın. [krş. 1/4; 9/31; 23/117]

40. (Ey müşrikler!) Rabbiniz, oğulları sizin için beğenip seçti de melekleri de kendisine kız çocukları edindi, öyle mi![14] Doğrusu siz, (vebali) çok büyük söz söylüyorsunuz. [krş. 16/57; 19/88-95; 43/15-18; 53/21-22]

41. Hiç kuşkusuz düşünüp öğüt almaları için biz, (bu ihtarları) şu Kur’an’da türlü şekillerde tekrar tekrar anlattık. Fakat bu, onlara, (haktan) uzaklaşıp kaçmaktan başka (bir şey) artırmıyor.

42. De ki: “Eğer dedikleri gibi O’nunla beraber birtakım ilâhlar olsaydı, o zaman onlar, Arş’ın sahibine (o ilâhları vasıtasıyla yaklaşmak, üstün mevkiler elde etmek için) mutlaka bir yol ararlardı.”

(Nitekim Allah’ın emirlerine karşılık, kendi ilke ve emirlerini yürürlüğe koyan Firavun, Nemrut ve benzerleri de otoritelerine dayanarak ilâhlaşma gayreti içinde olmalarına rağmen, yine de Arş’ın sahibi Allah’a karşı aciz kalıp ölmüşlerdir.)

43. O (Allah), onların dediklerinden tamamen münezzehtir (uzaktır), çok yücedir, uludur.

44. Yedi (kat) gök, yer ve onların içindekiler O’nu tesbih eder. O’na, hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur.[15] Fakat (siz) onların tesbihlerini anlayamazsınız. Doğrusu O, Halîm’dir (cezaya acele etmez ve) çok bağışlayıcıdır. [bk. 22/18]

45. Kur’an okuduğun zaman, seninle âhirete inanmayanların arasına gizli bir perde çekeriz.

46. (Ve) onların kalplerine (kötü niyetlerinden dolayı) onu anlamalarına engel olacak perdeler, kulaklarına da ağırlık koyduk. Kur’an’da Rabbini bir olarak andığın zaman, nefretle arkalarını dön(üp gid)erler. [bk. 39/45]

47. Onların, seni (Kur’an okuduğun zaman) dinlerken, ne sebeple dinlediklerini ve (kendi aralarında) fısıldaşırken de o zalimlerin: “Siz ancak, büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz.” dediklerini biz çok iyi biliriz.

48. Bak (Resûlüm!) Sana (sihirbaz, kâhin, şair, mecnun diye) nasıl benzetmeler yaptılar da (bu yüzden) saptılar. Artık bir yol (bulmay)a güçleri de kalmadı.

49. Dediler ki: “Birtakım kemik (yığını) ve un ufak toz (halinde bir avuç toprak) olduğumuz zaman, biz mi yeni bir yaratılışla diriltilecekmişiz?” [bk. 36/77-78; 75/3; 79/10-12]

50-51. (Resûlüm!) De ki: “İster bir taş, ister bir demir (gibi) olun, ister gönüllerinizde (aklınızda ve tasavvurunuzda) büyüyen (dağlar gibi) bir yaratık (olun, Allah sizi âhirette diriltecektir).” Yine: “Bizi kim (orada) diriltip geri çevirecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratan (diriltip çevirecektir).” O zaman sana başlarını sallayacaklar da (alay ederek): “Ne zamanmış o?” diyecekler. De ki: “Belki de yakındır.” [bk. 30/27]

52. O gün (Allah) sizi çağıracak, siz de hemen hamdederek O’nun çağrısına (kabirlerinden koşarcasına) uyacaksınız ve (kıyametin dehşetinden dolayı kabirlerinizde) ancak pek az kaldığınızı zannedeceksiniz. [krş. 36/52]

53. (Mü’min) kullarıma söyle: “En güzel olan (söz)ü söylesinler.”[16] Çünkü şeytan aralarına fesat (ve kavga) sokar. Şeytan şüphesiz, insana apaçık bir düşmandır.

54. (Onlara söyleyeceğiniz en güzel kelime şudur:) “Rabbiniz sizi daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azap eder.”[17] (Resûlüm!) Biz seni onların üzerine (zorlayıcı) bir vekil olarak göndermedik.

55. Rabbin göklerde ve yerde olanları (ve hallerini) daha iyi bilir. Andolsun ki biz, peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık, Davud’a da Zebur’u verdik.[18] [bk. 2/253]

56. De ki: “O’ndan başka ilâh sandı(ğınız ve Allah yerine kendisine bağlılık gösterdi)klerinizi çağırın. Onların, sizden ne (bir) sıkıntıyı kaldırmaya ne de (onu sizden) çevirmeye güçleri yeter.” [bk. 27/59-63; 34/22]

57. Onların (Allah’a yaklaştırsın diye) yalvardıkları (Mesih, Üzeyr, melek ve diğerleri) ne varsa, (hepsi) kendileri (muhtaç olup salih amellerle) Rablerine yaklaşmaya vesile/yol ararlar; O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur. [krş. 5/35]

58. Hiçbir ülke yoktur ki kıyamet gününden önce orayı yok etmeyelim, yahut (günahkâr, inkârcı gidişinden dolayı) şiddetli bir azap ile cezalandırmayalım. Bu(nların hepsi), Kitab’da (Levh-i Mahfûz’da) yazılıdır. [krş. 11/100-101; 65/8-9]

59. (Sana) âyetler (mucizeler) göndermekten bizi alıkoyan, ancak öncekilerin onu yalanlamış olmasıdır. Biz Semûd kavmine de (inanmaları için) açık bir mucize olarak o dişi deveyi verdik ve (onu öldürdüler de) bu yüzden (kendilerine) zulmettiler (helak oldular). Halbuki biz âyetleri ancak (helak için değil, âhiret azabından) korkutmak için göndeririz. [bk. 7/73; 11/64-65; 26/141-159]

60. Hani sana: “Şüphesiz Rabbin, insanları (ilmiyle, kudretiyle) kuşatmıştır.” demiştik. (Geceleyin) sana gösterdiğimiz (Mirâç’taki) temâşâyı ve Kur’an’da lanetlenmiş olan (cehennemdeki zakkum isimli) ağacı, ancak insanlara bir imtihan olarak meydana getirdik. Biz onları (bu ağaçla) korkutuyoruz. Fakat bu, onların (inatlarından dolayı) daha da azgınlıklarını artırıyor.

61. Hani vaktiyle meleklere: “Âdem’e (kudretim için) secde edin.” demiştik de hemen secde ettiler, yalnız şeytan etmedi: “Ben çamurdan yarattığın kimseye hiç secde eder miyim?!” dedi. [bk. 2/30-34; 7/12; 38/76]

62. “Şu bana üstün kıldığına baksana! Eğer kıyamet gününe kadar beni (öldürmez) ertelersen, Andolsun ki onun soyunu, birazı hariç, hükmüm altına al(ıp azdır)acağım.” dedi. [bk. 15/40; 38/82-83]

63. (Allah da): “Çekil git, artık onlardan kim sana uyarsa, muhakkak ki cehennem, tam bir ceza olarak sizin cezanızdır.” buyurdu. [bk. 7/18]

64. “Onlardan gücünün yettiği kimseyi, sesinle (ayartmanla, şehvet içeren çalgılarla günaha kaydırabilirsen) kaydır;[19] atlı ve yaya bütün kuvvetlerini üzerlerine topla; mallarda ve evlatlarda onlara ortak ol,[20] onlara (aldatıcı şeyler) vaad et. Zaten (bilirim ki sen) şeytan[21] onlara aldatmadan başka (bir şey) vaad etmez(sin). (krş. 4/118-119, 7/16-17)

65. “Doğrusu benim (gerçek) kullarım üzerine senin (hiç) bir tesir gücün yoktur. Vekil olarak (onlara) Rabbin yeter.”

66. Rabbiniz, bol nimetinden (rızık) aramanız için, denizde gemileri yürütendir. Şüphesiz O, size karşı çok merhametlidir.

67. Denizde bir musibete (bir tehlikeye) maruz kaldığınız zaman, O’ndan başka tapındıklarınız (zihninizden) kaybolur. (Artık yardımı Allah’tan istemeye başlarsınız.) Fakat O, sizi karaya çıkarıp kurtarınca, yine yüz çevirirsiniz. Şu insanoğlu çok nankördür! [bk. 16/53]

68. (Allah’ın) kara tarafında iken (sizi) yere batırmasına veya üzerinize taşlar yağdıran bir kasırga göndermesine karşı bir güvenceniz mi var? (Bunlar başınıza geldikten) sonra kendinize hiçbir koruyucu bulamazsınız. [krş. 67/16-17]

69. Yahut, sizi bir kere daha oraya (denize) döndürüp inkâr etmeniz sebebiyle, üzerinize kırıp geçiren bir fırtına gönderip sizi boğmayacağı konusunda güvenceniz mi var? (Bunlar başınıza geldikten) sonra, kendinize hiçbir yardımcı (ve koruyucu) bulamazsınız.

70. Gerçekten biz, Âdemoğlunu şerefli kıldık. Onları karada ve denizde (bineklerle) taşıdık, onlara güzel/temiz/helal şeylerden rızık verdik ve hakikaten onları yarattıklarımızdan pek çoğuna üstün kıldık.[22]

71. O gün (kıyamet)te insanların hepsini önderleriyle çağıracağız; kimin kitabı (amel defteri) sağından verilirse onlar, kitaplarını (sevine sevine) okurlar ve kıl kadar bir haksızlığa uğratılmazlar. [krş. 18/49; 45/28-29]

(İnsanlardan kimi peygamberlerin önderliğinde Allah’ın emrine uygun yaşamış kimi de yaşantıları Allah’ın emirlerine muhalif olan önderlerin/liderlerin peşinden gitmişler, onlara bağlanmışlar, hatta onları tabulaştırmışlardır. Yüce Allah hem bu tür liderlere hem de onlara tabi olanlara iki kat ceza vereceğini âyetlerde açıklamıştır. [bk. 2/165-167; 7/38; 33/66-68; 37/22-35; 38/59-61] Kıyamette, “Her kim dünyada neye tapmış/bağlanmış ise onun peşinden gitsin.” denecek. Tâğûta bağlananlar da onların peşinden gidecek.) [bk. Buhârî, “Rikak” 52]

72. Kim bu dünyada (hakikatlere) kör ise, o, âhirette de kördür; hatta, yol bulmadaki şaşkınlığı daha da beterdir.

(Onlar, İslâm’ın yolunu bırakıp kendilerine hoş gelen küfrün, şirkin ve batılın yolunu seçtiler ve onun içerisinde bocalayıp durmaktadırlar.) [bk. 2/15-16; 20/124-127]

73. Onlar, bize karşı sana vahyettiğimiz şeyden başka bir şey uydurman için az kalsın seni fitneye düşürecekler (kendi uydurdukları bazı kuralları sana kabul ettirecekler) ve o takdirde seni dost edineceklerdi. [krş. 6/56; 109/1-6]

74. Şâyet, seni (hakta) sabit kılmasaydık, onlara birazcık meyledecektin.

75. O takdirde, hem hayatın hem de ölümün (azab)ını sana kat kat tattırırdık. Sonra bize karşı kendin için hiçbir yardımcı bulamazdın.

76. (Resûlüm!) Seni (dâvandan vazgeçiremeyince) yurdun (olan Mekke’)den çıkarmak için seni tedirgin etmek üzeredirler; ama o takdirde, kendileri de senin ardından pek az kalacak (ve helak olacak)lar.[23]

77. Senden önce gönderdiğimiz peygamberler(i dışlayanlar) hakkındaki (ilâhî) kanun (bu)dur. Sen bizim sünnetimizde asla bir değişiklik bulamazsın.

78. Güneşin (tepe noktasına gelip) kaymasından, gecenin kararmasına kadar (öğle, ikindi, akşam, yatsı vakitlerinde) namaz kıl; sabah namazını da[24] (öylece kıl). Çünkü sabah namazı (için, o vakitte birleşen gece ve gündüz melekleri tarafından) şâhitlik edilir. [Beş vakit namaz için ayrıca bk. 11/114; 30/17-18]

79. Gecenin bir kısmında (uyan,) sana mahsus bir ilave olarak gece namazı (teheccüd) kıl. Rabbinin (böylece) seni övülmüş bir makama[25] gönder(ip orada oturt)ması muhakkaktır.

80. De ki: “Yâ Rabbi! (Hicretle gireceğim yere) beni doğruluk (ve hoşnutluk) üzere dahil et. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk (ve hoşnutluk) çıkışıyla çıkar. Bana tarafından yardım edici bir kuvvet (iktidar) ver.”

81. De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu.” Çünkü batıl, daima yok olmaya mahkumdur. [bk. 34/49]

(İslâm’a uygun olmayan her inanç, her fikir ve hareket Allah katında batıldır; geçersizdir. İslâm’ın nuruyla aydınlananlar küfür karanlığından kurtulurlar. Çünkü karanlığı gideren ancak ışıktır. Peygamberimiz Mekke’nin fethi günü 360 putu asâsıyla iterken bu âyeti okumuştur.) [krş. 21/18]

82. Biz Kur’an’dan, inananlar için, şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz.[26] (Kur’an) zalimlerin de (inkârlarından dolayı) ancak ziyanını artırır. [krş. 10/57; 41/44]

83. İnsana nimet verdiğimiz zaman o, (buna rağmen şükür ve taatten) yüz çevirir ve ‘büyüklük taslayıp uzaklaşır’. Ona bir zarar dokununca da pek ümitsiz olur.[27] [krş.10/12; 11/10-11; 41/50-51]

84. De ki: “Herkes kendi yapısına (ve huyuna) göre hareket eder. Rabbiniz de kimin en doğru yolda olduğunu daha iyi bilir.”

85. (Resûlüm!) Sana ruh(un ne olduğun)u sorarlar. De ki: “Ruh, Rabbimin emrinden (yarattığından bir şey)dir. Size (ona ait) ilimden ancak pek az bir şey verilmiştir.”

(Ruh, insanın hayat kaynağıdır. Her ne kadar görünmese de varlığı inkâr edilmeyenlerdendir. Yaratan Rabbimiz, onun mahiyetini bildirmemiş denmektedir. Uzun yıllar psikoloji ve psikanaliz çalışmalarıyla da bilinememiştir. Ancak onun varlığını tezahürlerinden ve vücut makinesini çalıştırmasından anlıyoruz.)

86. Andolsun ki biz dilersek, sana vahyettiğimizi giderir (senin hâfızandan siler)iz. Sonra bize karşı, bu hususta kendine bir vekil (yardımcı) da bulamazsın.

87. (Böyle olmayışı, ancak) Rabbinin sana merhameti dolayısıyladır. Çünkü O’nun sana olan lütfu[28] pek büyüktür.

88. De ki: “Andolsun ki (bütün) insanlar ve cinler, şu Kur’an’ın benzerini (yapıp) getirmek için toplansa, birbirine arka çık(ıp yardım et)seler yine de onun benzerini getiremezler.” [krş. 2/23-24; 10/38; 11/13]

89. Hiç şüphe yok ki biz, bu Kur’an’da insanlara her bir misali türlü şekillerde açıkladık. Yine de insanların pek çoğu,inkârcılıkta direndiler.

90. Dediler ki: “Yerden bize bir pınar fışkırtmadıkça biz sana asla inanmayız!

91. “Ya da, senin hurma ve üzüm bağların olup aralarından şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın.

92. “Veya, senin iddia ettiğin gibi, göğü üzerimize parça parça düşürmelisin[29] veya Allah’ı ve melekleri kefil (olarak karşımıza) getirmelisin.”

93. “Yahut da, altından bir evin olmalı veya göğe çıkmalısın. Bize okuyacağımız bir kitap indirmedikçe (göğe) çıkmana da asla inanmayız!” De ki: “Fesübhânallâh (aman yâ Rab!) Ben sadece peygamber olan bir insan değil miyim? (Bunları ancak, Allah dilerse yaparım, O’nun da şânı ne yücedir.)” [bk. 25/7-9; 26/187]

94. Kendilerine doğru yol rehberi (Kur’an) geldiği zaman, insanların iman etmelerine ancak: “Allah bir insanı mı peygamber gönderdi?” demeleri mânî oldu.

95. De ki: “Eğer onlar, yeryüzünde sakin sakin yürüy(üp dolaş)an melekler olsaydı, elbette biz de onlara (kendileri gibi) gökten melek bir peygamber gönderirdik.” [bk. 6/9]

96. De ki: “Benimle sizin aranızda şâhit olarak Allah yeter. Hiç şüphesiz O, kullarından haberi olan, (onları) görendir.” [bk. 6/19]

97. Allah (niyet ve ameline göre) kime hidayet ederse, doğru yolda olan odur. Kimi de (içinde bulunduğu) sapıklıkta bırakırsa artık sen onlar için, O’ndan başka bir yardımcı asla bulamazsın. Kıyamet günü biz onları kör, dilsiz ve sağır olarak yüzü koyun toplayıp süreriz (haşrederiz).[30] Varacakları yer cehennemdir. Onun ateşi (etlerini yakıp bitirip) sönmeye yüz tuttukça (etlerini tazeler) ateşin kızgın alevini artırırız. [krş. 20/74; 25/14; 87/13]

98. İşte bu onların cezasıdır. Çünkü onlar âyetlerimizi inkâr ettiler ve: “Bir kemik yığını ve ufalanmış kırıntı haline geldikten sonra hakikaten biz mi yeni bir yaratılışla dirilecekmişiz?” dediler.

99. Onlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’ın kendilerinin benzerini yaratmaya kâdir olduğunu görmediler mi? (Allah) onlar için (geleceğinden) asla şüphe edilmeyen bir vade koymuştur. Böyle iken zalimler ancak küfürde direndiler. [bk. 36/81-82; 40/57]

100. De ki: “Şâyet, Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman harcama(kla tükenir) korkusuyla, kesinlikle yine tutar (cimrilik eder)diniz.” Zaten insan çok cimridir. [krş. 70/18-19]

101. Andolsun ki biz, Musa’ya açık açık dokuz âyet (mucize ve delil)[31] vermiştik. İşte İsrâiloğulları’na sor. (Musa, mucizelerle) onlara geldiği zaman, Firavun ona: “Ey Musa! Muhakkak ki ben seni büyülenmiş zannediyorum.” dedi.

(İbni Abbas’ın rivayetine göre, mucizeler şunlardır: Asânın ejderha oluşu, elin ışık vermesi, çekirge istilası, ekin biti, kurbağa, kan, taştan suyun fışkırması, denizin yarılması, Tûr’un kaldırılması.)

102. (Musa) dedi ki: “(Ey Firavun!) Pek iyi bilirsin ki bunları, birer ibret (belge) olmak üzere göklerin ve yerin Rabbinden başkası indirmemiştir. Ey Firavun! Ben de seni(n) kesinlikle helak edilmiş (olacağını) zannediyorum.”

103. Derken (Firavun) onları, yer yüzünden silip atmak (kökünü kazımak, yok etmek)[32] istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birlikte suda boğduk.

104. Bundan sonra da İsrâiloğulları’na: “(Artık) oturun o yerde, âhiret vaadi (kıyamet) geldiği zaman, sizi (onlarla) derleyip bir araya getireceğiz.” dedik.

105. Biz onu (Kur’an’ı) ancak hak olarak indirdik. O da hak (ve hakikat) olarak indi. Seni de ancak (sevâbımızın) müjdeleyici(si) ve (azabımızı haber veren) uyarıcı olarak gönderdik.

106. Yine biz, Kur’an olarak onu, insanlara sindire sindire (ve ağır ağır) okuman için (âyet âyet, sûre sûre) ayırıp (gerektikçe) peyderpey indirdik. [bk. 25/32]

107. De ki: “İster ona inanın, ister inanmayın. Şu gerçektir ki ondan (Kur’an’dan) önce ilim verilenler(den Ehl-i Kitab mü’minleri), kendilerine o (Kur’an) okunduğu zaman (derhal) yüzüstü[33] secdeye kapanırlar.”

108-109. “Rabbimizin şânı yücedir. Şüphesiz Rabbimizin (bildirdiği her) vaadi, mutlaka yerine getirilmiştir.” derler. Ağlayarak yüzleri üstüne (secdeye) kapanırlar ve (Kur’an dinlemek) onların saygısını artırır.[34] [bk. 47/17; 41/44]

110. De ki: “İster ‘Allah’ diye dua edin, ister ‘Rahmân’ diye; hangisi ile dua etseniz, nihayet en güzel isimler O’nundur.”[35] Namazda sesini pek yükseltme, pek de (duyamayacak kadar) kısma, bu ikisinin arasında bir yol tut. [bk. 25/60; 59/22-24]

111. “Hiçbir çocuk edinmeyen, mülkünde (hâkimiyetinde) ortağı olmayan, acizliği olmadığından dolayı da bir yardımcıya ihtiyacı bulunmayan Allah’a hamdolsun.” de ve O’na tekbir getir (büyüklüğünü ilan et). [krş. 2/116, 5/17, 72-73; 4/100, 171]


[1] Mescid-i Aksâ’yı ilk yapan Hz. Davud’dur. Burada sözü edilen bereket hem dünyevî hem dînîdir. Çünkü Beyt-i Makdis ile çevresi (Filistin, Şam, Ürdün) peygamberlerin ibadet ettikleri ve vahye mazhar oldukları yörelerdir.

[2] Mirâç hadisesi hicretten bir yıl kadar önce (M. 621) meydana gelmiştir. Mirâç hususunda Hz. Peygamber sahih hadislerinde nasıl anlatmışsa aynen öyle iman ederiz. Bunun dışındaki muhakemeler imanı bozabilir. [bk. 17/60; 53/11-18]

[3] Birincide, Tevrat’ın hükümlerine karşı gelmeye başladılar ve Hz. Şa’yâ’yı öldürdüler. İkincide ise Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya’yı öldürdüler. Hz. İsa’yı da öldürmeye teşebbüs ettiler (Beydâvî).

[4] Çoğunluk bu olaya “Buhtunnasr” olayı demişlerdir. M.Ö. 586’da İsrailoğulları’nın âlimlerini öldürdüler. Tevrat’ı yaktılar ve onlardan yetmiş bin esir aldılar. Mescid-i Aksâ’yı tahrip ettiler. “Buhtunnasr (M. Ö. 604-561) II. Babil hükümdarıdır. el-Cüveynî (1028-1085), onun bu tahrip olayını, yahudilerin şeriat ahkâmına uymadıkları, bozuk işler yaptıkları ve mâbetlerine put diktikleri için yaptığını kaydetmektedir. (Cüveynî, s. 11)

[5] 5 İkinci defa M.Ö. 168’de Romalılar tarafından yıkıldı. Kudüs M.S. 638 yılında Hz. Ömer tarafından fethedildi.

[6] Her hatırına geleni sonunu düşünmeden hemen ister veya yapar (Beydâvî). [bk. 10/11]

[7] Âyet-i kerîmedeki “tâir” lügatte kuş demek ise de, burada “amel” ile tefsir edilmiştir (Celâleyn). Hayr olsun şer olsun, insanların yaptığı bütün davranışları içine alır.

[8] Hz. Nuh’un, kavmi helak olan ilk peygamber olduğuna işaret edilmektedir.

[9] Hem Allah’a inanılıp hem de nefisten veya başkasından gelen emirler Allah’ın emirlerinden üstün tutulur, öne geçirilirse Allah ile beraber bir ilâh edinilmiş olunur. [krş. 1/4; 49/1]

[10] Bu, İslâm’a uygun olmayan moda, zevk, eğlence, lüks, konfor ve benzerleri için harcama yapanların dikkat etmesi gereken bir âyettir.

[11] İsraf sadece malda değil, aklı, gücü, zamanı ve ömrü kötü kullanmada da olur. Hepsi pişmanlığa götürür ve sorumlu olunur.

[12] Zina, akıllı ve ergenlik (büluğ) çağına gelmiş olan erkek ve kadının, aralarında geçerli (meşru) nikah akdi olmadan (4/24) kendi arzularıyla cinsel ilişkide bulunmalarıdır. Yüce Allah, bu âyet-i kerîme ile, zinaya yaklaşmayı yani zinaya sevk eden yolları bile yasaklamıştır. Harama yönelen göz, dil/ağız, el gibi duyu organları sahibini zinaya yaklaştırmaya aracı olurlar. Bunları da haramdan korumak lazımdır; sorumlulukları vardır (17/34, 36/15). Peygamberimiz (sas.) bu organların da zinası olduğunu bildirmişlerdir. (Bk. Buhârî, Nur Sûresi Tefsiri 13. bab; Ebu Dâvûd “Libas” 32. bab.) Bir de “Zinanın çoğalması kıyamet alametlerindendir.” buyurmuştur. (Buhârî (Tecrid), I, 16).

[13] 22. âyetten itibaren yapılması yasaklananlar.

[14] Müşrikler, “Melekler, Allah’ın kızlarıdır.” diyorlardı.

[15] Bütün kâinatın yapısını oluşturan atomların etrafında dönen çekirdekler de bu tesbih edenlere dâhildir.

[16] Yani, “Habîbim! Mü’min kullarıma de: ‘Muhaliflere karşı delil göstermek istedikleri zaman, en güzel delilleri ileri sürsünler, sövüp saymaya ve hiddetlenmeye kalkışmasınlar.” demektir.

[17] İki tırnak işareti arasına alınan bu söz, muhaliflere söylenecek en güzel sözün ilâhî bir örneğidir (Celâleyn).

[18] Burada Dâvûd (as.) ve Zebur’un zikredilmesi, hem ona kitap verildiğini hem de o kitapta Peygamberimiz’in ve ümmetinin bütün ümmetlerden efdal olduğunu kaydetmesi dolayısıyladır. Nitekim, 21/105 ve 24/55. âyetlerde bu husus açıklanmıştır (Beydâvî). [krş. 33/7; 42/13]

[19] Bu sebeple, düşünce ve hareket bakımından harama sevkeden gizli ve âşikâr her türlü ses şeytânîdir.

[20] Halis mü’minler, mal kazanma ve harcamada, çocuk sahibi olma ve yetiştirmede, şeytanın ortaklığına mânî olurlar.

[21] Şeytan, “Benim saptırmamdan sana bağlı/halis kulların hariçtir.” der. (38/82-83)

[22] İbni Abbas (ra.) diyor ki: “Birçok hayvan yiyeceğini eğilerek ağzı ile yer, insan ise yemeğini eli ile ağzına götürür.” İnsanlar yerken başkasını da düşünür, hayvanlar yerken başkasınınkini de (yemeyi) düşünür. Allah katında mü’min, meleklerden şereflidir. Meleklerde şehvetsiz akıl, hayvanlarda akılsız şehvet, insanlarda akıl ve şehvet birlikte vardır. Üstünlük hem cismânî hem ruhânîdir. Cismânîde müslüman ve kâfir eşittir. Ruhânî üstünlük ise, peygamberlere, velîlere ve mü’min kullara has olarak farklılıklar arz eder (Beydâvî).

[23] Nitekim Hz. Peygamber’in hicretine sebep olan azgınlar, Bedir gazvesinde helak olmuşlardır. [bk. 52/42]

[24] “Kur’âne’l-Fecr” sabah namazı demektir.

[25] Âyet-i kerîmedeki “makâmen mahmûden” lafzı Peygamberimiz için şefaat makamıdır (Beydâvî). Yine âyetteki “asâ” lafzı Arapça’da, “belki, umulur ki” anlamına gelirken, burada Allah’a nisbet edildiğinden “muhakkak” diye tercüme edilir.

[26] Hem ruhânî marazlara, hem de cismânî hastalıklara şifadır (Beydâvî).

[27] Artık bol bol duaya başlar.

[28] Peygamberlik, Kitab, hikmet vd.

[29] Burada 34/9. âyete işaret edilmektedir.

[30] “Nahşuru” kelimesine burada “sevk” anlamı da verilmektedir (Mukâtil, s. 68).

[31] Bu dokuz mucize ve delil için bk. 10/75 ve dipnotu; 27/12.

[32] Firavun ve benzerleri, her devirde mü’minlere karşı bu davranışları tekrarlamışlardır.

[33] Âyette geçen “el-ezgân” “çeneleri” kelimesi mecâzî anlamıyla “yüzüstü” diye ifade edildi.

[34] Bazıları secdenin 107. âyette olduğunu kaydetmişse de çoğunluk tarafından 109. âyetin sonunda yapılması belirtilmiştir (Zebîdî, III, 352). [Secde âyeti konusunda bk. 7/206]

[35] Müşrikler, Hz. Peygamber’in “Yâ Allah! Yâ Rahmân!” diye dua edişini, onun da kendileri gibi, Allah’ın yanında başka ilâhlara dua ettiği şeklinde yorumlamak istemişlerdi. Bu âyet, bunun böyle olmadığını bildirdi.