61. Saff Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 14 âyettir. Adını sûrenin dördüncü âyetinde geçen ve “hakikat karşısında dizilmek” anlamındaki “saff” kelimesinden almıştır. Sûre iman edip bu uğurda mücadele vermeyi konu edinir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Göklerdekiler de, yerdekiler de Allah’ı tesbih (ve tenzih) eder. O mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

2. Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?

3. Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah yanında ne kadar çirkindir![1]

4. Allah, kendi yolunda (birbirine) kurşunla kenetlenip kaynaşmış bir yapı gibi saf halinde (kendi yolunda) savaşanları sever.[2]

5. Vaktiyle Musa kavmine: “Ey kavmim! Benim sizin için (gönderilen) Allah’ın peygamberi olduğumu bildiğiniz halde niçin bana eziyet ediyorsunuz?” demişti. İşte onlar (haktan batıla) sapınca, Allah da onların kalplerini (hidayetten) saptırdı. Allah, yoldan çıkan bir topluluğu doğru yola eriştirmez.

6. Hani Meryemoğlu İsa da: “Ey İsrâiloğulları! Şüphesiz ben, Allah’ın size gönderdiği peygamberiyim. Benden önce gelen Tevrat’ı tasdik edici[3] ve benden sonra gelecek, adı Ahmed[4] olan bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim” demişti.[5] Fakat o (müjdelenen peygamber) apaçık delillerle kendilerine gelince: “Bu açık bir sihirdir.” dediler. [bk. 2/146; 6/20]

7. Kendisi İslâm’a davet edilirken (ona geleceği yerde,) Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim vardır? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola (ve başarıya) erdirmez.

8. (Onlar) Allah’ın nurunu (güya) ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki Allah, kâfirler hoşlanmasa da nurunu (İslâm dinini) tamamlayacak (gayesine ulaştıracak)tır.

9. O (Allah’tır) ki müşrikler hoşlanmasa da, (her yönüyle tamamlanmış son dininin) bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için; Resûlü’nü, hidayet (vesilesi ve rehberi Kur’an) ve hak din (İslâm) ile göndermiştir. [krş. 9/32-33; 48/28. bk. 3/19, 85]

10. Ey iman edenler! Sizi acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticaret (şeklini) size göstereyim mi?

11. Allah’a ve Resûlü’ne iman edersiniz, Allah yolunda (kula kulluktan kurtulup hayata İslâm’ın hâkim olması için) mallarınız ve canlarınızla cihad edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. [bk. 4/76; 49/15]

12. (Böyle yaparsanız, Allah) sizin günahlarınızı bağışlar, sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere ve Adn cennetlerindeki çok güzel meskenlere (köşklere) koyar. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir.

13. Hoşunuza gidecek bir diğer husus da Allah’tan bir yardım ve yakın bir zaferdir. (Resûlüm! Bunları) mü’ minlere müjdele!

14. Ey iman edenler! Allah’ın (dininin/Kur’an’ın hayata hâkim olmasının) yardımcıları olun. Meryemoğlu İsa’nın havârilere:[6] “Allah (dâvâsın)da benim yardımcılarım kim (olacak)?” deyip de havârilerin de: “Allah (dâvâsın)ın yardımcıları biziz.” dedikleri gibi (ey mü’ minler! Siz de öyle deyin). Sonuçta İsrâiloğulları’ndan bir zümre (böyle) iman etti, bir zümre de inkâr etti. Biz de iman edenleri, düşmanlarına karşı destekledik de galip geldiler.


[1] “Kebura” fiili bu gibi yerlerde “zemm” veya “taaccüb” ifade eder. [bk. 18/5]

[2] Rivayete göre mü’minler, “Amellerin Allah’a en sevimli geleninin hangisi olduğunu bilseydik, o uğurda mallarımızı ve canlarımızı feda ederdik.” demişlerdi. Bunun üzerine Allahu Teâlâ’nın, “Şüphesiz ki Allah kendi uğrunda çarpışanları sever.” âyeti nâzil oldu. (Beydâvî, Celâleyn)

[3] krş. 3/81; 7/157.

[4] Hz. İsa kendisinin Allah’ın oğlu değil kulu/peygamberi olduğunu ifade etmiştir. Ahmed, Peygamberimiz’in adlarından birisidir. Yuhanna İncil’inde (16/7) “Faraklit” olarak geçen bu kelime, Türkçe’ye “Tesellici” olarak tercüme edilmiştir ve şöyle denilmektedir: “… Size hakikati söylüyorum; benim gitmem sizin için hayırlıdır. Çünkü gitmezsem tesellici (müjdeleyici ve uyarıcı) gelmez… Ve o gelince günah(tan sakındırma)da, salah (iyilik)de ve hükümde tüm dünyayı ilzam edecek (galibiyetle tesiri altında bırakacak)tır.” Burada da son dinin kitabı Kur’an ve onun peygamberine ait delil açıkça görülmektedir.

[5] bk. 3/81; 7/157

[6] Havâriler, Hz. İsa’nın arkadaşları idi. Havâri, halis beyaz anlamına gelir, muhabbet ve ihlaslı oldukları için kendilerine bu ad verilmiştir (Beydâvî; Celâleyn).