43. Zuhruf Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 89 âyettir. 45. âyeti Medine döneminde inmiştir. Zuhruf, “altın ve mücevherler” anlamındadır. 35. âyetinde Allah’ın insana bunlarla değil, kalbindeki meziyetlere göre değer verdiği anlatılmakta ve sûre bu adla anılmaktadır.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Hâ, Mîm.
2. Apaçık (ve gerçeği gösteren) Kitab’a yemin ederim ki!
3. Şüphesiz biz onu, düşünüp akıl erdiresiniz diye Arapça bir Kur’an yaptık. [bk. 26/195]
4. Şüphesiz o, katımızda bulunan Ana Kitab (Levh-i Mahfûz)’dadır. Çok yücedir, çok hikmetlidir. [bk. 56/77-78]
5. Siz haddi aşan bir kavim oldunuz diye, o zikri (Kur’an’ı) siz(e göndermek)ten vaz mı geçelim?
6. Halbuki biz, evvelki (ümmet)ler içinden de nice peygamber(ler) gönderdik.
7. Onlara bir peygamber gelmeyegörsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.
8. Bu yüzden biz, kuvvetçe onlardan daha güçlü olan (nice kavm)i helak ettik. Öncekilerin misali (birçok yerde) geçti.
9. (Allah’a) andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?” (diye) sorsan elbette: “Onları, her şeye galip, her şeyi bilen (Allah) yarattı.” derler.
10. O (Allah) ki yeri sizin için bir beşik kıldı ve doğru gidesiniz diye onda yollar (ve geçitler) var etti.
11. O (Allah) ki gökten, suyu bir ölçüye göre indirmiştir. (İndirdiğimiz) bu su ile ölü bir memlekete can verdik. İşte siz de böylece (diriltilip) çıkarılacaksınız.
12. O (Allah) ki bütün çift (ve çeşit)leri yaratmış, (denizde) gemilerden, (karada) hayvanlardan binekler var etmiştir.
13. Ta ki (üzerlerine ve) sırtlarına yerleşesiniz, sonra üzerlerine (binip) yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini düşünesiniz ve diyesiniz ki: “Bunu, bizim hizmetimize veren (Allah’)ın şânı pek yücedir. Yoksa biz bun(lar)a güç yetiremezdik.”[1] [bk. 16/7; 23/21-22; 40/79-81]
14. “Ve elbette biz Rabbimize dön(üp gid)eceğiz.”
15. (Her şeyi yaratan Allah olduğu halde yarattığı) kullarından bazısını O’nun bir parçası saydılar. İnsan gerçekten apaçık bir nankördür (küfür ve şirk içindedir).
(Yahudiler Hz. Üzeyr’i, hıristiyanlar Hz. İsa’yı “Allah’ın oğlu” müşrikler de melekleri “Allah’ın kızları” saymak suretiyle Allah’a şirk koştular.)
16. Yoksa O, yarattıklarından kızları kendisine alıp oğulları size mi ayırıp seçti?
17. Onların biri: “Kızlar, Rahmân (olan Allah)’a aittir.” dediği halde kendisi ise onun (doğumu) ile müjdelendiği zaman, yüzü kapkara olur ve kederinden yutkunup durur.
18. Onlar, kızları süs içinde yetiştiği ve kavga (ve mücadele)ye açık (müsait) olmadığı için mi (istemiyorlar da Allah’a nisbet ediyorlar, “O’nun olsun” diyorlar?)
(Müşrikler, melekleri dişi kabul edip Allah’ın kızları diyorlar, putlarına da dişi ismi veriyorlardı, buna rağmen, “Kızlar, erkek gibi güçlü olmaz.” diyerek kız çocuk istemiyorlardı. Fakat bu istememenin arkasındaki önemli sebeplerden biri de, onların iffetsiz bir ortama malzeme olmaları korkusuydu. İslâm’ın gelmesiyle kızlar, hem iffetsizlikten sokak süsü ve zevk aracı olmaktan hem de küçükken öldürülmekten kurtuldular.)
19. Onlar Rahmân’ın kulları olan melekleri de dişi saydılar. Yoksa onların yaratılışlarında hazır mı bulundular? Onların (bu yalan) ikrar ve iddiaları yazılacak ve sorguya çekileceklerdir. [krş. 16/57-58; 53/21-22; 17/40]
20. “Eğer Rahmân dileseydi (onları putlaştırıp) onlara tapmazdık.” derler. Onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece (inatlarından) yalan söylüyorlar.
21. Yoksa kendilerine bundan önce (iddialarını içine alan) bir kitap verdik de şimdi onlar buna mı tutunmaktadırlar?
22. Hayır! “Doğrusu biz babalarımızı bir din (bir yol) üzerinde bulduk, biz de onların izlerinde doğruya erişiriz.” dediler.
(Halbuki yüce Allah son Peygamber’i Hz. Muhammed (sas.) ile gönderdiği İslâm’dan başka bir din (yol ve sistem) aramanın kabul edilmediğini, arayanların da hüsrana uğrayacağını aynı zamanda Allah’ın sıfatlarını başka varlıklara vermenin şirk olduğunu bildirmiştir.) [krş. 2/138; 3/83, 85; 5/50]
23. İşte böyle, senden önce (kendilerini batıl kuruntularla aldatan) hangi memlekete (inanmayanların âkıbetlerinin fecaatı hakkında) uyarıcı (bir peygamber) göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklıları (ona itaat etmeyip sana dedikleri gibi): “Biz babalarımızı bir din (ve bir yol) üzerinde bulduk, biz de onların izlerine uymuş kimseleriz.” dediler.
24. (Her peygamber:) “Ben size, atalarınızı üzerinde bulduğunuz (din ve yaşayış)tan daha doğrusunu getirmişsem de mi (yine onlara uyacaksınız)?” dedi. (Onlar da:) “Doğrusu biz, sizinle gönderilen (din)i tanımıyoruz.” dediler.
25. Bunun üzerine, biz de onlardan intikam aldık. İşte bak, yalan sayanların sonu nasıl oldu!
26-27. Bir zaman İbrahim de, babasına ve kavmine demişti ki: “Doğrusu ben sizin taptıklarınızdan uzağım. Sadece, beni yaratan (Allah’)a (ibadet ederim). Çünkü O, beni doğru yola eriştirecektir.”
28. (İbrahim) bunu (“ancak beni yaratana ibadet ederim” cümlesini) kendisinden sonra(kiler arasında) daima kalacak bir söz yaptı. Tâ ki (insanlar, hak dine) dönsünler.
29. Doğrusu ben, bunları da, babalarını da kendilerine hak (Kitab) ve (onu) açıklayan bir peygamber gelinceye kadar faydalandırıp yaşattım.
30. (Ancak şimdi) kendilerine hak (Kur’an) geldiği zaman: “Bu bir sihirdir, doğrusu biz onu inkâr ediyoruz.” dediler.
31. Yine (onlar): “Bu Kur’an, iki memleketten (Mekke ve Tâif’den) bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler.
32. Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini biz taksim ettik. Bir kısmı diğer bir kısmını işçi edinsin (ve bir anlaşma ile birleşip birbirlerine işlerini gördürsün)[2] diye birtakım derecelerle kimini, kiminin üstüne yükselttik. Rabbinin rahmeti, onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlıdır.
33. Eğer insanların, (kâfirlerin zenginliğinden dolayı onlara imrenip de onlarla kaynaşarak onlar gibi ve onlarla yaşayan birleşik) bir tek ümmet/millet haline gelme (tehlike)si olmasaydı, Rahmân (olan Allah)’ı inkâr edenler için evlerine gümüşten tavan ve üzerine binip çıkacakları (gümüşten) merdivenler yapardık.
(Bu âyet-i kerîmede müslüman toplumların, Ehl-i Kitab’ın zenginlik ve refahına imrenip onlarla bir ümmet/millet haline gelip de sosyal ve kültürel yönden kimliklerini kaybetmemeleri için önemli bir mesaj vardır.)
34-35. Yine (onların) evlerine de (gümüş) kapılar ve üzerine yaslanacakları (gümüş) koltuklar (yapar) ve (onları) nice ziynet(ler)le (donatırdık). Bunların hepsi, dünya hayatının geçici faydasından başkası değildir. Âhiret (saadeti) ise Rabbinin katında muttakîlere (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, aykırı davranmaktan sakınanlara) mahsustur.
36. Kim de Rahmân (olan Allah)’ın zikri (Kur’an’ı ve hükümleri)ni görmezlikten gelirse, biz de ona bir şeytanı musallat ederiz ki artık o, onun (ayrılmaz) arkadaşı olur.
37. Şüphesiz bu (şeytan)lar, onları yoldan çevirirler, onlar da kendilerinin doğru yola erişmiş olduklarını sanırlar.
38. Nihayet (arkadaşı yüzünden yoldan çıkan o kimse), bize geldiği zaman (o arkadaşına): “Keşke benimle senin aranda iki doğunun (yani doğu ile batının)[3] uzaklığı kadar, uzaklık olsaydı: Meğer sen, ne kötü arkadaş (imişsin!)” diyecek. [bk. 18/103-104; 55/17]
(Şeytanın insan ve cinlerden olan tâifesi, kendini yandaş edinenleri, Allah’ın emirlerini yerine getirmeye değil, O’nun yasakladıklarına yöneltir, günah işlemeye teşvik eder ve kötü işleri cazip gösterir.)
39. Bugün (yakınmanız) asla size fayda vermeyecek. Çünkü (dünyada sapıp) zulmettiniz. Şüphesiz siz, azapta da ortaklarsınız (denilecek).
40. (Resûlüm!) Artık o sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut o körleri ve apaçık bir sapıklıkta olanları sen mi doğru yola eriştireceksin?
41. (Ey Resûlüm!) Biz seni (dünyadan alıp) götürsek bile, onlardan mutlaka yine intikam alacağız.
42. Yahut onlara vaadettiğimiz (azab)ı (dünyada) sana da gösteririz. Çünkü bizim onlara karşı gücümüz yeter.
43. (Resûlüm!) O halde sen, sana vahyedilene sımsıkı sarıl. Muhakkak ki sen, dosdoğru bir yol üzerindesin.
44. Şüphe yok o (Kur’an), senin için de, ümmetin için de bir öğüttür. İleride (hepiniz, ona uyup uymadığınızdan) sorulacaksınız.
45. Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimiz(in ümmet ve âlimlerin)den sor: Rahmân (olan Allah)’tan başka ibadet edilecek ilâhlar var etmiş (onlara tapının/kulluk edin demiş) miyiz?
46. Andolsun ki biz, Musa’yı, âyet (ve mucize)lerimizle Firavun’a ve ileri gelenlerine gönderdik de (onlara): “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim (bana iman edin).” dedi.
47. (Bir de) onlara, âyet (ve mucize)lerimizi getirince, hemen bunlara gülüştüler.
48. Onlara gösterdiğimiz her bir âyet (mucize), diğerinden daha büyüktü. Belki (inkârdan) dönerler diye de onları (türlü) azaba tâbi tuttuk. [bk. 7/133-136; 17/101]
49. (Onlar başlarına gelen felaketleri görünce, Musa’ya:) “Ey sihirbaz! Rabbine bizim (bu azaptan kurtulmamız) için sana olan ahdine göre dua et. O zaman biz (iman edip) hidayete ereceğiz.” dediler.
50. Fakat biz (duasını kabul edip) onlardan azabı kaldırınca, hemen onlar verdikleri sözden cayıverdiler.
51. (Çünkü) Firavun, kavminin içinde bağırıp dedi ki: “Ey kavmim! Mısır’ın hükümdarlığı benim değil mi? Bu nehirler, (sarayımda) altımdan akmıyor mu? Hâlâ (büyüklüğümü) görmüyor musunuz?”
52. “Yoksa ben, şu zavallı, (maksadına dair) sözü neredeyse açıklayamayacak (durumda) olan (Musa’)dan daha iyi değil miyim?”
53-54. “(Eğer dediği doğru ise, gökten) üstüne altın bilezikler atılmalı ve beraberinde birbiri ardınca (onu tasdik eden ve ona yardım eden) melekler gelmeli değil miydi, (yoksa böyle birine inanılır mı? Beyinsiz mi siniz?!)” diyerek, kavmini küçümsedi (ve suçladı), onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış (fâsık) bir kavim idiler. [bk. 28/38]
55. Nihayet, onlar bizi kızdırınca, kendilerinden intikam aldık ve onları toptan (suda) boğduk.
56. Böylece onları, sonradan gelenler için (ibretlik) bir geçmiş ve misal yaptık. [bk. 10/92; 43/55-56]
57. (Resûlüm!) Meryemoğlu (İsa) bir misal olarak anlatılınca, hemen kavmi(nden melekler Allah’ın kızları diye inanan müşrikler) gürültü (yaygara) çıkarmaya başladılar:
58. “Bizim ilâhlarımız mı hayırlı yoksa o (İsa) mı?” dediler. Bunu sana sırf bir tartışma olsun diye misal verdiler. Doğrusu onlar kavgacı (ve düşman) bir kavimdir.
59. O (İsa), hem kendisine nimet verdiğimiz, hem de İsrâiloğulları’na onu, (babasız doğuşuyla ibret verici) bir misal yaptığımız bir kuldan başkası değildir.
60. Eğer dileseydik, size karşılık yeryüzünde, sizden sonra yerinizi tutacak melekler yaratırdık.[4]
61. Şüphesiz o,[5] kıyamet için bir bilgidir. O (kıyamet günü)nden asla şüphe etmeyin ve bana (şeriatıma) uyun. İşte bu, dosdoğru bir yoldur.
62. Şeytan sizi (İslâm’a uymaktan) sakın ha alıkoymasın! Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.
63. İsa apaçık delillerle geldiği zaman demişti ki: “Ben size hikmeti (İncil’i) getirdim ve (din) hakkında ayrılığa düştüğünüz şeylerin bazısını size açıklamak için (geldim). Allah’tan korkun ve bana itaat edin!”
64. “Şüphesiz Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. (Hepiniz) O’na (ibadet ve itaatle) kulluk edin, (zaten) doğru yol da budur.” [bk. 6/102; 9/31; 46/13 ve dipnotu]
65. Sonra (yahudi ve hıristiyan) gruplar (İsa hakkında) aralarında ayrılığa düştüler. Artık, acıklı bir günün azabından o zulmedenlerin vay haline! [bk. 7/159; 19/37]
66. Onlar, farkında bile değillerken ansızın kendilerine kıyametin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar?!
67. (Günah ve küfürde can ciğer) dostlar, o gün birbirlerine düşman kesilirler. Yalnız takvâ sahipleri (ihlasla Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar) hariçtir. (Allahu Teâlâ onlara şöyle hitap eder):
68-69. “Ey âyetlerimize inanan ve müslüman olup hükümlerimize boyun eğen kullarım! Bugün size hiçbir korku yoktur, siz üzülecek de değilsiniz.”
70. “Siz ve eşleriniz, nimet ve sevince kavuşturulmuş olarak girin cennete.”
71-72-73. Onlar için altın tabaklar ve bardaklar dolaştırılır. Canlarının çektiği ve gözlerin hoşlandığı her şey oradadır ve (onlara): “Siz orada ebedî kalacaksınız. İşte bu, işlemiş olduğunuz (iyi ameller) sebebiyle kendisine mirasçı kılındığınız cennettir. Sizin için orada, yiyeceğiniz pek çok meyve vardır.” (denilir).
74. Muhakkak ki (küfre ve şirke giren) günahkârlar, cehennem azabında ebedî kalacaklardır.
75. Onlardan (bu azap) hafifletilmeyecektir. Onlar, onun içinde, ümidi kesmiş bir halde kalacaklardır.
76. Biz onlara zulmetmedik fakat onlar kendileri (küfre sapmakla) zalim oldular.
77. Onlar (cehennemin bekçisine): “Ey Mâlik! (Yalvar da) Rabbin artık bizim işimizi bitirsin (bizi öldürsün, böyle yaşatmasın).” diye seslenecekler. (O da:) “Siz, (bu azapta) böyle kalacaksınız.” diyecek. [krş. 35/36; 87/1113]
78. (Allah buyurur ki:)[6] “Andolsun ki biz, size hakkı (peygamberimizi ve gerçeği bildiren Kitâbı) gönderdik: Fakat çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.”
79. Yoksa onlar, (hakka karşı koymak, kendi hile ve heveslerine göre yaşamak gayesiyle) bir işe (bir hileye) mi karar verdiler? Şüphesiz biz de işi sıkı tutmaya (onları er geç helak etmeye) kararlıyız.
80. Yoksa bizim, onların sırlarını ve fısıldaştıklarını işitmediğimizi mi zannediyorlar? Hayır! (İşitiyoruz) ve onların yanındaki elçilerimiz (olan melekler) de (hepsini) yazıyorlar.
81. (Resûlüm!) De ki: “Eğer Rahmân’ın bir çocuğu olsaydı, ben (ona) tapanların ilki olurdum.” [bk. 19/91-93; 39/4]
82. Göklerin ve yerin Rabbi, arşın da Rabbi (olan Allah), onların yakıştırdığı sıfatlardan yücedir, münezzehtir.
83. Artık bırak onları, (batıl inançlarına) dalsınlar ve oynayadursunlar. Nihayet tehdit edildikleri (azap) günlerine kavuşacaklardır.
84. O, gökte de ilâhtır, yerde de ilâhtır. O tek hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.
85. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan şeylerin mülkü (ve idaresi) kendisinin olan (Allah’)ın şânı yücedir. (Kıyametin kopacağı) saatin bilgisi O’na aittir ve siz ancak O’na döndürülürsünüz.
86. O’ndan başka yalvardıklarının/taptıklarının şefaat etme (dünya ve âhirette onları kurtarma) yetkisi yoktur. Ancak bilerek hakka şâhitlik eden kimseler bunu yapabilirler.
87. Andolsun ki onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette: “Allah” derler. Öyleyken nasıl oluyor da (Allah’a teslimiyetten) vazgeçiyorlar?
88-89. (Resûlullah:) “Yâ Rabbi! Şüphesiz onlar iman etmeyen bir kavimdir.” dediğinde (Allah): “Şimdilik sen onlardan vazgeç, ‘size uğurlar olsun’ deyiver. Artık yakında bilecekler.” (buyurdu).
[1] Bundan dolayı, bütün icat ve keşifler, yüce Rabbimiz tarafından ezelde takdir edilmiş planların düşünen zihinlere birer yansımasıdır diyebiliriz. Bu da asıl kudret sahibini bilip tanıma ve şükrünü yerine getirip getirmemede bir imtihandır.
[2] Beydavî.
[3] Âyet-i kerîmede geçen ikinci doğu, güneşin, dünyanın diğer yarım küresine göre doğduğu, bu tarafına göre battığı yeridir.
[4] Beydâvî; Celâleyn.
[5] Buhârî hadisinde Hz. İsa’nın yeryüzüne âdil bir hakem kul olarak ineceğinin bildirilmesine dayanarak “o” zamiri, tefsirlerde genellikle “İsa” olarak tefsir edilmiştir. Şâz kıraatte ilim kelimesinin “âlem” olarak okunuşundan dolayı: “O (İsa) kıyamet için bir alâmettir.” şeklinde de mâna verilmiştir (Beydâvî; Celâleyn). Diğer taraftan “o” zamiri “Kur’an” diye de tefsir edilmiştir ve “Son kitap olarak kıyamete işarettir ve kıyametin sahnelerini o bildirir.” denmiştir. İzzet Derveze “Bu görüş daha mantıklıdır.” diyor (VI, 383-4). Hz. İsa peygamber olarak gelmeyecektir, bir kul olarak tenzil-i rütbe ile mi inecek en doğrusunu Allah bilir (Keşmîrî, s. 58-59). [bk. 47/18]
[6] Celâleyn.