80. Abese Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 42 âyettir. Abese, “yüzünü ekşitti, surat astı” demektir. Adını ilk âyetindeki aynı kelimeden almıştır.[1]

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1-2. (Peygamber) âmâ geldi diye yüzünü ekşitti ve döndü.

3-4. (Resûlüm!) Sen ne biliyorsun, belki o, (senden öğrendiğiyle) arınacak (nefsini tezkiye edecek) veya öğüt alacaktı da o öğüt kendisine fayda verecekti!

5-6-7. Ama (zenginliğinden öğüde) ihtiyaç duymayana gelince, sen ona yönel(ip ilgi göster)iyorsun. Halbuki onun arınmamasından sana ne?[2]

8-9-10. Fakat sana koşup gelen kimse, (Allah’tan) kork(arak gel)mişken, sen onunla (habersiz gibi) ilgilenmiyorsun.

11-12. Hayır! (Böyle yapman doğru değil.) Çünkü o (âyetler) bir öğüttür; artık dileyen onu belleyip öğüt alır.

13-14-15-16. (O Kur’an) çok değerli, iyilik timsali seçkin kâtip (melek)lerin elleriyle (yazılmış), çok şerefli, kadri yüce, tertemiz sahifeler içindedir.

17. O kahrolası (âsî) insan, ne nankördür!

18. (Allah) onu hangi şeyden yarattı (hiç düşünmez mi)?

19. Bir nutfeden (spermadan) yarattı da onu (en güzel şekilde) biçime koydu.

20. Sonra ona (doğmasında, hayır ve şerri seçmesinde) yolu kolaylaştırdı.

21. Sonra onu öldürüp kabre koydu.

22. Daha sonra da dilediği zaman onu diriltip kaldıracak.

23. Doğrusu (insan, Allah’ın) emrettiği şeyleri hâlâ yerine getirmedi.

24-25-26-27-28-29-30-31-32. Bir de insan, yediğine (ibretle) baksın: Şüphesiz ki biz, suyu (yağmuru dilediğimiz kadar) döktükçe döktük. Sonra yeri (bitkileri çıkartmak için) göz göz yardık. Orada tane(ler) bitirdik, üzüm ve yonca(lar), zeytin ve hurma(lar), iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyve(ler), çayır(lar, bitkiler ve sebze)ler yetiştirdik. (Bütün bunlar) sizin ve hayvanlarınızın faydalanması içindir.

33. Kulakları sağır eden o ses geldiği (kıyamet koptuğu) zaman.

34-35-36. (İşte) o gün, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve oğullarından kaçacak. [krş. 23/101; 31/33; 34/ 54; 70/11-14]

37. O gün, onlardan herkesin kendisine yetecek bir işi (derdi) vardır. [krş. 16/111]

38-39. Birtakım yüzler, o gün parıl parıl parlayacak, gülecek (ve) sevinecektir.

40-41. Birtakım yüzlerin de o gün üzeri tozludur. Üstelik onları (toz, topraktan) bir karanlık bürüyecek. [krş. 3/106-107; 80/38-41]

42. İşte bunlar, inkârcıların, Hak’tan/ hakikatten sapan (günaha dadanan ve haddi aşan)ların ta kendileridir.


[1] Hz. Peygamber bir gün Kureyş’in ileri gelenlerinden birkaç kişiyi İslâm’a davet ile meşgul olurken, âmâ bir müslüman olan Abdullah b. Ümmü Mektûm (ra.) da yanına gelip bunlardan habersiz olarak, “Yâ Resûlallah! Allah’ın sana öğrettiklerini bana da öğret.” diye birkaç defa tekrar etmişti. Resûlullah Efendimiz de ona karşı iltifat etmeyip hafifçe yüzünü ekşitmişti ki bu sûre onun üzerine indi (Celâleyn). Bu aynı zamanda bütün mü’minlere bir ikaz niteliğindedir.

[2] Müslümanlar için zenginliğinden dolayı hiç kimseye iltifat etmeme uyarısı vardır.