23. Mü'minûn Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 118 âyettir. Adını, baş tarafında mü’minlerin konu edilmesinden almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Mü’minler muhakkak felâh bulmuş (umduklarına ermişler)dir.

2. Onlar, namazlarında huşû içinde (kalbi ve bedeniyle tam teslimiyet halinde)dirler. [bk. 4/43]

3. Onlar, boş söz (ve iş)lerden yüz çevirirler. [bk. 25/72]

4. Onlar, zekât (vazifesin)i îfâ ederler.

5. Onlar, edep yerlerini/iffetlerini korurlar.

6. Sadece eşleri veya ellerinin sahip oldukları (kendi cariyeleri) ile (münasebet) kurarlar. Çünkü onlar (bundan dolayı) kınanmazlar. [bk. 4/24 ve açıklaması]

7. Kim bu (helal ola)ndan ötesini isterse, işte onlar haddi aşanlardır.

8. Onlar (o mü’minler) ki emanetlerine ve ahitlerine riayet ederler.

9. Onlar ki namazların(ı vaktinde ve gereğince kılmay)a devam ederler.

(“Ben inandım” diyenlerin umduklarına kavuşması kendi ölçülerine göre değil ancak bu ve benzeri âyetlerde belirtilen özellikleri taşımakla gerçekleşir.)

10-11. İşte onlar, vâris olanların ta kendileridir. Onlar (cennetlerin en yücesi) Firdevs’e vâris olacaklardır ki bu mirasçılar, orada ebedî kalacaklardır. [bk. 70/22-35]

12. Andolsun ki (biz, ilk) insanı çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.

13. Sonra onu(n neslini, ondaki) bir nutfe (yani sperma ile yumurtayı aşılamış) olarak sağlam (ve emin) bir yer (olan rahim)e yerleştirdik.

14. Sonra (rahimde o) nutfeyi (zigotu) bir “alaka” yaptık; derken, o “alaka”yı da bir “mudga”ya, “mudga”yı da kemiklere çevirdik, o kemiklere de et giydirdik. Sonra onu bambaşka bir varlık yaptık.[1] (Varlıkları) yaratıp şekil verenlerin en güzeli olan Allah ne yücedir! [bk. 3/6; 22/5]

15. Sonra siz bunun ardından şüphesiz öleceksiniz.

16. Sonra siz kıyamet gününde mutlaka diriltileceksiniz.

17. Andolsun ki üstünüzde yedi yol (ve yedi tabaka gök) yarattık. Biz yaratma (işin)den gafil değiliz. [bk. 2/29; 17/44; 65/12; 71/15]

(Müfessirlerin çoğu âyetteki “yedi yol”u yedi kat gök veya göğün katmanları olarak yorumlamışlardır. Elmalılı da bunu, insanları kuşatan yedi idrak yolu olarak anlıyor ki bunlar, beş duyu ile akıl ve vahiy yollarıdır.)

18. Gökten suyu bir ölçü dâhilinde indirdik de onu yerde (faydası için) biz durdurduk. Şüphesiz biz onu gidermeye de kâdiriz.[2]

19. İşte onunla size hurma bahçeleri, üzüm bağları meydana getirdik. Bu bahçelerde sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. [bk. 16/11; 36/34-35]

20. Yine onunla Tûr-ı Sînâ’da yetişen bir (zeytin) ağac(ı yarattık) ki (meyvesi) yiyenler için hem yağ hem de katık (olarak zeytin) verir.

21. Sağmal hayvanlarda da sizin için elbette bir ibret vardır. Karınlarının içindekinden size (süt) içiririz. Onlarda sizin için (daha) nice faydalar vardır, hem de onlardan yersiniz. [bk. 16/66]

22. Hem onların hem de gemilerin üzerinde taşınırsınız. [bk. 16/7; 40/79-81; 43/12-14]

23. Andolsun ki Nuh’u, kavmine gönderdik de (onlara): “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin O’ndan başka hiçbir ilâhınız yoktur. Hâlâ emrine uygun yaşamaz/azabından sakınmaz mısınız?” dedi.

24. Kavminden ileri gelen inkârcılar da dedi ki: “Bu (Nuh) sizin gibi bir insandan başka bir şey değildir. Size üstün gelmek istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi elbette melekleri indirirdi. Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik.” [bk. 6/9; 17/90-95; 25/7]

25. “O kendisinde delilik bulunan birinden başkası değildir. Bu yüzden onu bir zamana kadar gözetleyin.”

26. (Nuh:) “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” dedi.

27. Biz ona vahyettik ki: “Bizim nezaretimizde ve vahyimizle gemiyi yap. Bizim emrimiz gelip de tandır kaynadığı (yeryüzünde suların kaynayıp fışkırdığı) zaman ona, (hayvanların) her birinden (erkek ve dişi) birer çift ile aile halkını koy. Yalnız onlardan aleyhine söz geçmiş (kendileri cezayı hak etmiş) kimseler hariçtir. O zulmedenler hakkında (onları kurtarmak için) sakın bana başvurma! Çünkü onlar boğul(mayı hak et)mişlerdir!” [bk. 11/40; 26/119; 54/11-14]

28. Artık sen ve beraberindekiler gemiye çık(ıp yerleş)ince: “Bizi o zalimler (kâfirler) güruhundan kurtaran Allah’a hamdolsun.” de.

29. Yine de ki: “Rabbim! Beni mübarek bir yere indir. Sen (yere) indirenlerin en hayırlısısın.”

30. Doğrusu bu (Nuh kıssası)nda nice ibretler vardır. Biz (insanları) elbette imtihan etmekteyiz.

31. Sonra onların ardından diğer bir nesil (olan Âd kavmini) var ettik.

32. Onların içinde de kendilerinden bir peygamber (olan Hûd’u) gönderdik. “Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun azabından sakınmaz mısınız?” (dedi).

33. Kendilerine dünya hayatında refah verdiğimiz halde, kâfir olan ve âhirete kavuşmayı yalanlayan kavminden ileri gelenler (şöyle) dediler: “Bu sizin gibi bir insandan başkası değildir. (Baksanıza) sizin yediklerinizden yiyor, içtiklerinizden içiyor.”

34. “Eğer kendiniz gibi bir insana itaat ederseniz, o takdirde siz kesinlikle ziyana uğrayan (âciz) kimselersiniz demektir.”

35. “Siz öldüğünüz, toprak ve kemikler haline geldiğiniz zaman, gerçekten sizin (kabirlerden) çıkarılmış olacağınızı (diriltileceğinizi) mi size vaadediyor (ve sizi bununla mı korkutuyor)?”

36. “O tehdit edildiğiniz (öldükten sonra dirilmenin gerçek olması) ne kadar, hem de ne kadar uzak!

37. “Bu dünya hayatımızdan başkası yoktur. (Kimimiz) ölürüz (kimimiz de) yaşarız, biz öldükten sonra diriltilecek de değiliz.”[3]

38. “O, Allah’a karşı yalan uyduran bir adamdan başkası değildir. Biz ona inanan (kimse)ler de değiliz.”

39. (Peygamber:) “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et.” dedi.

40. (Allah:) “Onlar çok geçmeden elbette pişman olacaklar.” buyurdu.

41. Derken, onları o korkunç çığlık yakalayıverdi. Böylece onları sel sularının taşıdığı çer çöp haline getirdik. Artık defolup gitsin böylesi zalim kavim!

42. Sonra, onların ardından başka başka nesiller[4] (ve ümmetler) yaratıp yetiştirdik.

43. Hiçbir ümmet ecelini ne öne alabilir, ne de (onu) erteleyebilir.

44. Biz (ümmetlere) peyderpey peygamberlerimizi gönderdik. Hangi ümmete peygamber geldiyse onu yalanladılar, biz de onları birbiri ardınca (helak edip) gönderdik ve onları (ibretlik) hikayeler yaptık. Artık iman etmeyen kavim uzak olsun. (Onların canı cehenneme!)

(Allah’a iman etmemek, O’nu yok sayarak yaşamak veya peygamberinin getirdiklerini yalanlamak ve onlardan yüz çevirmek, mülkünde ve hâkimiyetinde yaşadığımız yüce Allah’a bir başkaldırıdır. Bunun cezası da, verdiği mühlet bitince, çeşitli devirlerde insanların başına gelmiştir.)

45-46. Sonra Musa’yı (ve kardeşi) Harun’u, mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelen yandaşlarına gönderdik. Ama onlar büyüklük tasladılar (iman etmeyi kibirlerine yediremediler). Zaten kibirlenen (ve dik başlı) bir toplum idiler.

(Allah’a iman; O’na teslim olma ve O’nun buyruğunun öne geçmesi demektir ki böyle bir iman Firavun ve yandaşlarının işine gelmezdi.)

47. “Kavimleri (olan İsrâiloğulları) bize kölelik ederlerken, şimdi bizim gibi iki insana mı iman edeceğiz?” dediler.

48. Onları yalanladılar ve helak edilenler güruhuna dahil oldular.

49. Andolsun ki biz Musa’ya, belki (kavmi) doğru yolu bulur diye Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik.

50. Meryem’in oğlunu ve annesini de (kudretimize işaret eden) birer ibret vesilesi yaptık ve onları oturmaya uygun, akar suyu olan bir tepede barındırdık.

51. Ey Resûller! Temiz/helal şeylerden yiyin, sâlih amel işleyin. Çünkü ben yaptıklarınızı hakkıyla bilenim.

52. Muhakkak ki bu sizin ümmetiniz (dininiz), bir tek ümmet (bir tek din/İslâm’)dır. Ben de sizin Rabbinizim. O halde emirlerime uygun yaşayıp azabımdan sakının.[5]

53. Ancak onlar (saparak din) işlerinde, gruplar halinde aralarında parçalandılar. Her grup ellerinde bulunanla (kendilerine pay çıkararak) övünüp sevinmektedir.[6] [krş. 21/92-93]

54. Sen onları, bir vakte kadar cehâlet ve sapıklıkları içinde bırak. [bk. 15/3; 86/17]

55-56. Kendilerine mal ve evlat verirken, onların iyiliklerine koştuğumuzu mu sanıyorlar? Hayır! Onlar (işin) farkına varamıyorlar. [bk. 9/55]

57-58-59. Buna karşı, Rablerinin (sevgisini kaybetme) korkusundan titreyenler, Rablerinin âyetlerine (gerçek anlamda) inananlar, Rablerine (hiçbir) ortak koşmayanlar…

60-61. Ve kalpleri, Rablerine döneceklerinden titreyerek, vereceklerini (esirgemeden) verenler/yapmaları gerekeni yapanlar var ya, işte onlar, hayırlı işlerde koşuşurlar ve bu uğurda yarış ederler.

(Yüce Allah’ın huzuruna mahcup olarak varmaktan kalpleri ürperenler ve O’nun azabından korkanlar, O’na kulluk ederler, O’nun yolunda infak ederler (76/8-12). Sâlih (sevaplı) işlerde bulunurlar, dindarlıklarıyla övünmez, kendilerini beğenmezler. Bu âyetin böylece somut bir tatbikçisi olan Hz. Ömer vefat etmeden önce, “Rabbimin azabından değil, O’na mahcup varmaktan korkuyorum.” demiştir. Hasan-ı Basrî hazretleri de güzel bir ifadeyle, “Mü’min Allah’a itaat eder ama yine de korkar; münâfık ise hem Allah’a ve emirlerine baş kaldırır hem de O’ndan korkmaz.” demiştir.) [bk. Mevdûdî, III, 385]

62. (Biz) hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Katımızda, gerçeği söyleyen (ve kulların yaptıkları yazılı bulunan) bir kitap vardır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

63. Fakat o (kâfir ola)nların kalpleri bu hususta cehâlet ve gaflet içindedir. Onların bundan (bu şirk ve küfürden) başka birtakım (kötü) işleri daha vardır ki hep onlar için çalışırlar.

64. En nihayet (onların) varlıklı ve şımarık olanlarını azap ile (kıskıvrak) yakaladığımız zaman, hemen feryat ederler.

65. Bugün artık feryat ed(ip sızlan)mayın. Çünkü siz, bizim tarafımızdan yardıma mazhar olunmayacaksınız.

66-67. Size âyetlerimiz okunuyordu da, ona (Kur’an’a) karşı büyüklük taslayarak gerisin geriye dönüyor, geceleyin de (Kâbe’nin etrafında toplanarak) saçma sapan konuşuyordunuz.

68. (Peki) onlar hâlâ o sözü (Kur’an’ı) düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, evvelki atalarına gelmeyen (bir kitap veya azap görmeyeceklerine dair güvence gibi) bir şey mi geldi?

69. Yoksa peygamberlerini (doğruluğu ve güzel ahlâkı ile hâlâ) tanımadılar da, bu yüzden mi onu inkâr etmektedirler?

70. Yoksa: “Onda bir delilik var.” mı diyorlar? Hayır! O, onlara hakkı getirdi. (Ne var ki) onların çoğu, haktan hoşlanmayanlardır.

71. Eğer gerçek(ler), onların batıl arzularına uysa (onlara göre olsa) idi gökler, yer ve onların içinde bulunan kimseler(in düzeni) mutlaka bozulup (helake) giderdi. Hayır! Biz onlara (Kur’an ile) şan ve şereflerini getirdik.Onlar ise o şan ve şerefleri (olan Kur’an’)dan yüz çevirmektedirler!

(Kur’an’ı rehber edinen ve onun yolunu takip eden pek çok millet, cihânın en büyük ümmetlerinden olma şerefine ulaşmıştır.)

72. (Ey Resûlüm!) Yoksa sen onlardan bir ücret mi istiyorsun (da sanki onun için kabul etmiyorlar)? Rabbinin vereceği karşılık, (çok) daha değerlidir. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. [bk. 6/90; 34/47; 36/21; 38/86; 42/23]

73. Şüphesiz sen onları elbette doğru bir yol (olan İslâm’)a çağırıyorsun.

74. Ama âhirete inanmayanlar gerçekten (ısrarla bu doğru) yoldan sapmakta (küfrü, şirki, tâğûtî ve câhilî hayatı istemekte)dirler.

75. Şâyet biz onlara acıyıp da kendilerindeki sıkıntıyı giderseydik, yine şaşkın bir halde dolaşıp (yaratıcıyı hiçe sayan) azgınlıklarında/isyanlarında ısrar ederlerdi.

76. Andolsun ki biz onları (evvelce çeşitli) azaplar ile yakalamıştık. Yine de (onlar, uslanıp) Rablerine boyun eğmediler ve yalvarıp yakarmadılar.

77. Nihayet, azabı çetin bir kapı açtığımız zaman birdenbire onlar, (bu durum karşısında) ümitsiz (ve şaşkın) kalıverirler.

78. Sizin için (duymayı sağlayan) kulakları, (görmeyi sağlayan) gözleri ve (düşünmeyi sağlayan) gönülleri yaratan O’dur. (Halbuki siz) ne kadar az şükrediyorsunuz!

79. Sizi yeryüzünde yaratıp türeten O’dur ve ancak O’n(un huzurun)a toplanacaksınız.

80. Yaşatan da öldüren de O’dur. Gecenin, gündüzün değişmesi O’nun (eseri)dir. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?

81. Hayır! Fakat onlar (da yine) evvelkilerin dediği gibisini dediler:

82. “Öldüğümüz ve toprak ve kemik haline geldiğimiz zaman, gerçekten biz mi diriltilecekmişiz?” dediler. [krş. 36/77-79; 79/11-14]

83. “Andolsun ki biz ve daha önce de atalarımız bununla tehdit edildik. Bu, evvelkilerin masallarından başkası değildir.” (dediler)

84. (Resûlüm! Onlara) de ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bana) o yeryüzü ve içinde (bulunan)lar kimindir?”

85. “Allah’ındır.” diyecekler. “O halde (O’na itaati) düşünmüyor musunuz?” de.

86. (Yine sor:) “Yedi göğün Rabbi ve büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” de.

87. “(Hepsi) Allah’ındır.” diyecekler. “O halde (O’na) karşı gelmekten korkup da emrine uymaz mısınız?” de.

88. “Biliyorsanız (söyleyin), her şeyin mülkü (ve idaresi) elinde olan ve O (daima) koruyan, kendisi korunmaya muhtaç olmayan kimdir?” diye sor. [bk. 15/92-93; 21/23]

89. (Yine:) “Allah’ındır.” diyecekler. “O halde nasıl büyülen(ip de yüz çevir)iyorsunuz?” de.

(Yukarıdaki âyet-i kerîmelerde görüldüğü gibi müşrikler de Allah’ı kabul ediyorlardı. Fakat Mekkeliler buna rağmen önemli bir işe başlamadan veya şehir devletine ait bir tören ve merasimden önce ya da bir yolculuktan dönünce en büyük put olan Hubel’i ziyaret ederek bağlılık ifadesi olan saygılarını gösterirlerdi. Aynı zamanda yukarıda 82-83. âyetlerde görüldüğü üzere, Hz. Peygamber’in peygamberliğine, onun tebliğ ettiği Kur’an’a inanmıyor, bunları ciddiye almıyor, âhireti de inkâr ediyorlardı. [bk. Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Beyan Yayınları, 1995, I, 110])

90. Doğrusu biz onlara gerçeği getirdik. Onlar ise kesinlikle yalancıdırlar.

91. Allah, asla çocuk edinmemiştir. O’nunla birlikte başka bir ilâh da yoktur. (Olsaydı) o takdirde her ilâh kendi yarattığını (alıp) götürür ve onlar birbirlerine üstün gelmeye çalışırdı. Allah onların yakıştırdıklarından (ve noksanlıklardan) uzaktır. [bk. 21/22]

92. Görünmeyeni ve görüneni bilen (Allah), onların ortak koştuklarından (ilâhlaştırdıkları putlarından ve putlaştırıp bağlılık gösterdiklerinden) yücedir.

93-94. De ki: “Ey Rabbim! Eğer onların tehdit edildikleri şeyi bana mutlaka göstereceksen, Rabbim beni o zalimler güruhu içerisinde bırakma!”

95. (Resûlüm!) Biz, onları tehdit ettiğimiz (azab)ı sana göstermeye elbette kâdiriz.

96. (Fakat, yine de sen,) kötülüğü en güzel olan şeyle sav. Biz onların uydurup yakıştıracakları şeyleri en iyi bileniz.

97-98. Ve de ki: “Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden (telkinlerinden) sana sığınırım. Ey Rabbim! Onların yanımda bulunmalarından sana sığınırım.”

99-100. Nihayet o (müşrik ola)nlardan birine ölüm geldiği (kötü ameli ve sonucu kendisine gösterildiği) zaman diyecek ki: “Rabbim! (Dünyaya) beni geri döndürünüz, tâki ben, terk ed(ip geldiğim o) yerde artık iyi/sevaplı iş yapayım.” Hayır! Bu onun söylediği (boş) laftan ibarettir. Artık (kıyamette) tekrar dirilecekleri güne kadar önlerinde bir engel vardır (rûhen de bedenen de başka bir şekilde dünyaya geri dönemezler). [bk. 6/27; 7/53; 14/44; 32/12; 42/44; 63/10-11]

(Âyetteki “berzah”, engel demek olup ölümle başlayan, yeniden dirilmeye kadar süren zamanı ifade eder. Berzah âleminde insanlar bir tür hayat sahibidir. İnsan kabirde rûhen hisseder, sıkıntı çeker, sevinir ve üzülür. Ya mutlu bir hayat sürer yahut da Firavun’da olduğu gibi kıyamete kadar her gün sabah akşam ateşe arz edilir (40/46). İnkârcılara, âsî mü’minlere kabir azabı vardır. Bu hususta Resûlullah (sas.), “Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyurmuştur.)[7]

101. Sûr’a üfürüldüğü zaman aralarında (bağlandıkları) soylar artık yoktur ve (birbirlerinin hallerini de) soruşturamazlar.[8] [krş. 80/34-37]

102. Artık kimlerin (sevapça) tartıları ağır gelirse, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

103. Kimlerin de tartıları hafif gelirse, işte onlar, kendilerine yazık edenlerden olup cehennemde ebedî kalacaklardır. [krş. 101/6-11]

104. (Cehennemde) ateş yüzlerine çarpıp kavurur da orada dişleri sırıtır halde kalırlar. [bk. 14/50; 21/39]

105. “Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalan sayardınız değil mi?”

106. Derler ki: “Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bizi yendi, biz de yoldan sapan bir toplum olduk.”

107. “Ey Rabbimiz! Bizi buradan (ateşten) çıkar. Eğer (bir daha Kur’an’dan ayrılıp sapıklığa) dönersek, işte o zaman kesinlikle zalimleriz (demek)tir.”

108-109-110-111. (Allah) buyurur ki: “Kesin sesinizi! Artık bana karşı konuşmayın. Çünkü kullarımdan bir zümre: ‘Ey Rabbimiz! İman ettik, bizi bağışla ve bize merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.’ dediklerinde onları alaya alırdınız. Öyle ki bu (iş), beni yâdetmeyi bile size unutturdu (da işiniz, inandığını yaşamak isteyenlerle uğraşmak oldu) ve siz onlara gülüp durdunuz. Bugün ben, o (mü’min)lere sabrettiklerinin karşılığını verdim. Şüphesiz ki onlar, kurtulup murada erenlerin ta kendileridir.”

112. (Allah cehennemliklere yine buyurdu:) “Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?”

113. (Onlar:) “Bir gün yahut günün bir kısmı kadar kaldık, tam olarak sayan (melek)lere sor (sayacak halimiz kalmadı).” derler. [krş. 20/103; 30/55; 79/46]

114. (Bunun üzerine Allah) buyurur: “(Buraya nisbetle elbette) ancak pek az kaldınız. Keşke (önceden) bilseydiniz (dünyaya tapmaz, isyankâr yaşamazdınız).”

115. “Sizi boş yere yarattığımızı ve bize hakikaten döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” [krş. 75/36]

(Âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere insan başıboş/sorumsuz içgüdüsüyle hareket eden bir varlık olarak değil, düşünce, akıl ve irade sahibi bir varlık olarak yaratılmıştır. Varlığını, gaye ve sorumluluğunu bildiği ölçüde nitelik bakımından diğer canlılardan ayrılmaya başlar. Böylece hayvansal müştereklikten yükselerek, nitelikçe “insanlaşan” insan kendini ve Yaradan’ını tanıdığı gibi, O’nun gözetim ve denetimi altında olduğunu ve tekrar O’na döneceğini de bilir. Başıboş yaratılmamış insanın, elbette hak ve özgürlükleri vardır. İnsanın hak ve özgürlükleri İslâm’a göre, yalnız diğerinin sınırında değil, aynı zamanda Allah’ın ve Peygamber’in koyduğu yasak sınırında biter. Allah’a gerçekten inanan kimse, hem O’na saygı duyarak hem de ceza vermesinden korkarak, O’nun sınırını çiğnemez. Artık böyle bir insan, hem Yaradan Rabb’ine hem de yaratılanlara karşı görevlerini aksatmadan tam olarak yerine getirmeye çalışır. Böylece hem kendine hem başkasına zarar vermez.) [bk. 7/179]

116. Gerçek hükümran olan Allah pek yücedir. O’ndan başka ilâh yoktur. (O,) yüce Arş’ın Rabbidir.

117. Kim Allah ile beraber, kendisi hakkında hiçbir delil bulunmayan başka bir ilâha tapar (Allah yerine ona bağlanır)sa, işte onun (görülecek) hesabı, ancak Rabbinin yanındadır. İnkârcılar elbette umduklarına kavuşup kurtulamazlar. [krş. 17/39; 50/26]

118. De ki: “Ey Rabbim! Bağışla, merhamet et, sen merhamet edenlerin en hayırlısısın.”


[1] Ana rahmindeki başlangıçtan sonra diğer bir yaratılışa geçen insan, kendi aslındaki özel kabiliyetleriyle en güzel şekilde donatılmış olarak gelişmektedir (95/4). Çünkü bir türün DNA’sı sadece kendi türünü meydana getirmesi, ancak yüce yaratıcı Allah’ın eseridir. [“Alaka” ve “Mudga” için bk. 22/5 ve ilgili dipnotlar]

[2] Yağmur olayının gerçekleştiği tek gezegen dünyadır. Yağmur sularının hepsi yerin dibine inse, yahut sel halinde akıp gitseydi, yahut da yağmur yağmasaydı hayat biterdi. Bu yüzden Allah’a ne kadar hamd ve şükür edilse azdır.

[3] Bunlara dehriyyûn veya materyalistler denilir. [krş. 45/24 ve dipnotu]

[4] Salih, Lût ve Şuayb aleyhimüsselâm ve onlardan başka diğer peygamberlerin nesilleri (Beydâvî).

[5] Bütün dinlerde aslolan âmentü (akâid/inanç) esasları aynıdır, değişmemiştir. Fakat amelde tâlî/furû’a ait hükümler değişmiştir (Beydâvî). [bk. 2/106 dipnotu]

[6] “Biz haktan yanayız.” demeleri gerekirken “Hak/ doğru biziz.” dediler.

[7] Tirmizî (Mollaahmetoğlu), II, 250, hadis no: 70; Taftazânî, s.156.

[8] Ama cennetlikler birbirinin hallerini soracaklar. [bk. 37/50]