26. Şu'arâ Sûresi
Mekke döneminde nâzil olmuştur. 227 âyettir. Şu’arâ, “şairler” demektir. Adını 224. âyetinde geçen şairler anlamındaki “eş-şu’arâ” kelimesinden almıştır. 224-227. âyetleri Medine döneminde inmiştir.
Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla
1. Tâ, Sîn, Mîm.
2. Bunlar, apaçık (her şeyi açıkça ortaya koyan) Kitab’ın âyetleridir.
3. (Resûlüm!) İman etmeyecekler diye neredeyse kendini yiyip bitireceksin! [krş. 18/6; 35/8]
4. Biz istesek, (inkârcıların) üzerlerine gökten bir mucize indiririz de ona boyun eğerler (toptan inanırlar ama bunu istemedik).
5. Onlar Rahmân’dan kendilerine yeni bir öğüt gelince, kesinlikle ondan yüz çevirirler.
6. Hem de (onu) yalanladılar, (oysa) kendisiyle alay edip durdukları şeyin (azap) haberleri yakında onlara gelecektir.
7. (Peki onlar) yeryüzüne hiç bakmazlar mı? Biz orada her çiftten/her çeşitten nice güzel bitkiler bitirdik.
8. Şüphesiz bunda elbette (kudretimize) bir işaret vardır. (Fakat) yine de çokları iman eden (kimse)ler değildir.
9. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette O, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
10-11. Hani Rabbin, Musa’ya: “Git o zalimler topluluğuna, Firavun’un halkına! Onlar hâlâ azabımdan sakın(ıp kulluk et)meyecekler mi?” diye nida etmişti. [bk. 20/47]
12. (Musa) dedi ki: “Ey Rabbim! Onların beni yalanlamalarından korkarım.”
13. “(Bu durumda) göğsüm daralır, dilim(deki tutukluk) çözülmez. Onun için Harun’a da peygamberlik ver (ve onu yanımda gönder).” [bk. 20/25-28]
14. “Onların, benim üzerimde bir de günah (isnadı) vardır (vaktiyle ben hata ile bir kıptîyi öldürmüştüm). Bundan dolayı beni öldürmelerinden korkuyorum.” [bk. 28/15]
15. (Allah) buyurdu ki: “Hayır! (Korkma!) İkiniz de âyet (delil ve mucize)lerimiz ile gidin, şüphesiz biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitiriz.”
16-17. Haydi varın da (ona): “Şüphesiz biz İsrâiloğulları’nı bizimle beraber gönderesin diye (gelmiş), âlemlerin Rabbinin (iki) peygamberiyiz!” deyin.
18. (Gidip emri duyurdular. Firavun Musa’yı tanıyıp ona:) “Biz, seni (küçük) bir çocukken yanımızda yetiştirmedik mi? Üstelik ömrünün kaç yılını aramızda geçirdin!”[1]
19. “Sonunda yaptığın o (öldürme) işini de sen yaptın. Doğrusu sen nankörlerdensin.” dedi.
20-21-22. (Musa:) “Ben (bir yumruk vurmakla adamın öleceğini bilmeden) şaşkın bir vaziyette o işi yaptım. Sizden korkunca da hemen aranızdan kaçtım. Derken Rabbim bana hikmet ihsan etti ve beni peygamberlerden yaptı. Başıma kaktığın o nimet ise (aslında), İsrâiloğulları’nı kendine köle yaptığın içindi.” dedi.
23. Firavun dedi ki: “Âlemlerin Rabbi de nedir?”
24. (Musa:) “Göklerin, yerin ve bunlar arasındaki şeylerin Rabbidir, eğer kesin olarak gerçeği bilen kimseler iseniz.” dedi.
25. (Firavun) etrafındakilere: “İşitiyor musunuz?” dedi.
26. (Musa: “O) sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbidir.” dedi.
27. (Firavun:) “Size gönderilen (bu) peygamberiniz kesinlikle delidir.” dedi.
28. (Musa:) “Eğer akıl erdir(ip düşünebil)iyorsanız (O), doğunun, batının ve bunlar arasında olanların da Rabbidir.” dedi.
29. (Firavun:) “Andolsun ki benden başka bir ilâh edinirsen, kesinlikle seni zindana atılanlar arasına koyarım.” dedi. [bk. 7/127; 28/38; 79/24]
(Çünkü Firavun, ülkesindeki otoritesiyle kendisini ilâh yerine koymuştu. Bunun için de Allah’ın teklif ve hükümleri ülkesinde uygulansın istemiyor, kendi buyruklarını hâkim kılmaya çalışıyordu.)
30. (Musa:) “Sana apaçık bir şey (bir delil) getirsem de mi?” dedi.
31. (Firavun:) “Eğer doğru (söyleyenlerden) isen haydi o (delili)ni getir!” dedi.
32. (Musa) bunun üzerine âsâsını yere attı, bir de (gördüler ki) o apaçık bir ejderha!
33. Elini de (koltuğundan) çekip çıkardı, bir de (gördüler ki) o bakanlara bembeyaz (görünen bir el)dir. [krş. 7/108; 20/22; 27/12; 28/32]
34. (Firavun,) etrafındaki ileri gelenlere: “Şüphesiz bu, çok bilgili bir sihirbazdır.” dedi.
35. “Sizi büyüsüyle yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Şimdi siz ne buyurursunuz?” [bk. 7/109]
36-37. Dediler ki: “Onu ve kardeşini meşgul et. Şehirlere toplayıcılar (münâdîler) yolla; bütün bilgin sihirbazları sana getirsin(ler).”
38. Derken sihirbazlar belirlenen bir gün belli bir vakitte[2] bir araya getirildi.
39. İnsanlara: “Siz de toplu halde (hazır) mısınız?” denildi.
40. (Firavun’un adamları:) “Umarız ki sihirbazlar galip gelir de, (böylece) biz de onlara uyarız.” (dediler).
41. Sihirbazlar (oraya) gelince Firavun’a: “Eğer üstün gelenler biz olursak bize mutlaka bir mükâfat var, değil mi?” dediler.
42. “Evet, hem o takdirde siz kesinlikle (bana en) yakın (olan)lardan (olacak)sınız.” dedi.
43. Musa onlara: “Atın atacağınız ne varsa!” dedi.
44. (Onlar da) iplerini ve sopalarını attılar ve: “Firavun’un izzet ve azameti adına, üstün gelenler kesinlikle biziz, biz!” dediler.
45. Musa da âsâsını bıraktı. Bir de (gördüler ki) o uydurdukları şeyleri yutuyor. [krş. 7/117-126]
46-47-48. Sihirbazlar derhal, secdeye kapandı(lar): “İman ettik âlemlerin Rabbine; Musa ve Harun’un Rabbine!” dediler.
(Firavun zulüm ve otoritesiyle kendisini rab ilan edip hâkimiyet kurduğu ülkesinde yetişen sihirbazların, ondan izin almadan âlemlerin Rabbine iman etmeleri ve Hz. Musa’nın getirdiklerine tâbi olmaları karşısında çılgına dönmüştü.) [bk. 7/121-122]
49. (Firavun:) “Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Elbet o size sihri öğreten büyüğünüzdür. Ama yakında (size ne yapacağımı) öğreneceksiniz. (Yemin ederim ki) kesinlikle ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizin hepinizi asacağım.” dedi.[3]
50. Dediler ki: “Zararı yok. Zaten biz Rabbimize döneceğiz.”
51. “Biz (senin kavminden O’na) inananların ilki olduğumuzdan, Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.”
52. Musa’ya: “Mü’min kullarımı geceleyin (yola çıkarıp) yürüt. Çünkü siz takip edileceksiniz.” diye vahyettik. [bk. 20/77; 44/23]
53-54-55-56. Firavun da şehirlere: “Şüphesiz onlar (İsrâiloğulları) dağınık ve az bir topluluktur.[4] Buna rağmen onlar, bizi hep kızdırmaktadırlar. Biz ise uyanık (ve hazırlıklı) olan bir topluluğuz.” diye (asker) toplayıcılar gönderdi.
57-58-59-60. Biz de onları (yani Firavun ve yandaşlarını, Mısır’daki) bahçelerden, pınarlardan, hazinelerden ve güzel/şerefli makam(lar)dan çıkardık. İşte böylece İsrâiloğulları’nı da (bütün) bunlara mirasçı yaptık. Şöyle ki: (Firavun ve yandaşları) güneş doğarken (Musa ve ashâbını yakalamak için) onların peşine düştüler. [bk. 7/137; 28/5]
61. İki topluluk (yaklaşıp) birbirini görünce, Musa’nın adamları: “Biz kesinlikle yakalandık.” dedi.
62. (Musa:) “Hayır! Rabbim benimle beraberdir, bana kurtuluş yolunu gösterecektir.” dedi.
63. Bunun üzerine Musa’ya: “Âsânı denize vur.” diye vahyettik. (Vurunca deniz) hemen yarıldı, her bölüm büyük bir dağ gibi oldu.
64. Diğerlerini de oraya yanaştırdık (onlar da açılan denize girdiler).
65. Musa’yı ve beraberindeki kimseleri toptan (denizi geçirip) kurtardık.
66. Sonra ötekileri (denizin kapanmasıyla suda) boğduk. [bk. 20/78]
67. Doğrusu bunda (kudretimizi gösteren) bir ibret vardır. (Buna rağmen) yine de çokları iman etmediler.
68. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
69. (Resûlüm!) Onlara İbrahim’in haberini de oku:
70. Hani vaktiyle o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti.
71. (Onlar da:) “Putlara tapıyoruz ve tapmaya da devam edeceğiz.” demişlerdi.
72-73. “Peki” dedi; “siz dua ettiğiniz zaman, sizi işitiyorlar mı, yahut size (taparsanız bir) fayda veya (tapmazsanız bir) zarar veriyorlar mı?”
74. “Hayır!” dediler; “biz atalarımızı böyle (ibadet) yaparlarken bulduk.”
75-76. (İbrahim:) “Şimdi gördünüz mü, siz ve geçmişteki atalarınız neye tapıyormuşsunuz?” dedi.
77. “Doğrusu âlemlerin Rabbinden başka o (tapıla)nlar(ın hepsi) benim düşmanımdır.”
78. “O (Rab) ki beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”
79. “Bana yediren, bana içiren O’dur.”
80. “Hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur.”
81. “Beni öldürecek, sonra diriltecek olan O’dur.”
82. “Ceza günü hatamı bağışlamasını umduğum da O’dur.”
83. “Ey Rabbim! Bana hikmet (ve olgunluk) ver ve beni iyiler (zümresin)e kat.” [bk. 26/21]
84. “Bana, (benden) sonra gelecek (ümmet)ler arasında ’iyilikle yâd edilmeyi’ nasip eyle.”
85. “Beni Na’îm cennetinin vârislerinden kıl.”
86. “Babamı da bağışla. Çünkü o sapmışlardandır.” [krş. 9/113-114]
87. “(İnsanların dirilip) kabirlerden kaldırılacakları gün, beni utandırma!”
88. “O gün ne mal ne de oğullar fayda verir.”
89. “Ancak Allah’a (imanlı) temiz ve sağlam bir kalple gelenler hariçtir.”
90. (O gün) cennet, takvâ sahiplerine yaklaştırılır.
91. Cehennem de azgınlar için açığa çıkarıl(ıp gösteril)ir.
92-93. Ve onlara: “Allah’tan başka taptıklarınız (ve onların kuluymuş gibi bağlandıklarınız) nerede? Size (azaba karşı) yardım ediyorlar mı, yahut kendilerine yardımları dokunuyor mu?” denilir. [krş. 2/165-167]
94-95. Artık hem onlar, hem azgınlar, hem de İblis’in askerleri (Allah’a boyun eğmeyenler), toptan tepetaklak o (ateş)in içine atılırlar.
96. Orada onlar birbirleriyle çekişerek şöyle diyeceklerdir:
97-98. “Vallâhi biz, gerçekten apaçık bir sapıklıkta imişiz. Çünkü biz, siz (putlarımız/putlaştırdıklarımız)ı âlemlerin Rabbine eşit/denk tutuyor (hatta Allah’a değil, size bağlanıyor)duk.” [bk. 2/165-167]
99. “Bizi o (uyduğumuz) suçlulardan başkası saptırmadı.”
100-101-102. “Artık bizim için ne şefaatçiler var ne de yakın/candan bir dost. Keşke bizim için bir kere daha (dönüş) olsa da inananlardan olsaydık.”
103. Elbette bunda (alınacak) bir ibret (çıkarılacak bir ders) vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.
104. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
105. Nuh’un kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
106. Hani kardeşleri Nuh, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uymaz mısınız?”
107. “Şüphesiz ben, sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”
108. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”
109. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım âlemlerin Rabbinden başkasına ait değildir.”
110. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”
111. (Onlar): “Arkana toplumun en düşük tabaka(sın)dan (bayağı) kimseler takılmışken biz sana iman eder miyiz?” dediler.
112. (Nuh) dedi ki: “Onların (daha önce neler) yapmakta olduklarına dair benim bilgim yoktur.”
113. “Onların hesabı Rabbimden başkasına ait değildir. (Bu inceliği) bir düşünseniz.”
114. “Ben o inananları (sizin için) kovacak değilim.”
115. “Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.”
116. Dediler ki: “Ey Nuh! (Bu işe) son vermezsen muhakkak recmedilenlerden olacaksın (taşlanarak öldürüleceksin).”
117. (Nuh:) “Ey Rabbim! Muhakkak ki halkım beni yalanladı.”
118. “Artık, benimle onlar arasında hükmünü sen ver. Hem beni hem de beraberimdeki inananları kurtar.”
119. Biz de onu ve onunla beraber olanları o dolu geminin içinde kurtardık.
120. Sonra (onların) ardından geride kalanları (suda) boğduk.
121. Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Ama) yine de çokları iman etmediler.
122. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
123. Âd (kavmi) de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
124. Hani kardeşleri Hûd, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uymaz mısınız?”
125. “Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”
126. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”
127. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatım, âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”
128. “Siz, her yüksek yerde[5] (övünecek ve boş şeylerle) eğleneceğiniz bir alamet (köşk, büyük yapılar) mı bina ediyorsunuz?”
129. “(Yoksa) ebedî kalacağınızı umarak (mı böyle) sağlam köşkler (ve kaleler) ediniyorsunuz?”
130. “Ve (bir kimseyi) yakaladığınız zaman zorbalar gibi yakalıyor (cezalandırıyor)sunuz öyle mi?” [bk. 9/109]
131. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”
132. “Bildiğiniz (o nimetler)le size yardım eden ‘Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uygun yaşayın.”
133-134. “Size davarları, oğulları, bahçeleri, pınarları O verdi.”
135. “Doğrusu ben, üzerinize (gelecek) büyük bir günün azabından korkuyorum.”
136. Dediler ki: “Sen öğüt versen de, öğüt vermesen de bize göre birdir.”
137-138-139. “Bu (durumunuz) evvelkilerin huyundan/âdet ve uydurmalarından başkası değildir.” (Onlar:) “Biz azaba uğratılacak da değiliz.” diyerek onu (Hûd peygamberi) yalancı saydılar. Biz de kendilerini yok ettik. Şüphesiz ki bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.
140. Şüphesiz ki Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
141. Semûd (kavmi) de gönderilen (peygamber)leri yalancı saydı.
142. Kardeşleri Salih, onlara demişti ki: “Hâlâ, (Allah’ın azabından) sakınmaz mısınız?”
143. “Hiç şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”
144. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana da itaat edin.”
145. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”
146-147-148. “Siz burada bahçelerin ve kaynak sularının, ekinlerin ve tomurcukları dolgun yumuşak hurmalıkların içinde emin olarak bırakılacak mısınız (öyle mi sanıyorsunuz)?”
149. “Dağlardan da zevkle/şımararak[6] (gösterişli) birtakım evler yontup oyuyorsunuz.”
150. “Artık, (kendinize gelip) Allah’ın azabından sakınıp emirlerine uyun ve bana itaat edin.”
151-152. “Yeryüzünde (ilâhî emirleri dinlemeyip) karışıklık çıkaran ve (ortalığı) düzeltmeyip aşırı giden (beyinsiz)lerin emrine uymayın.”
153. Dediler ki: “Sen iyice büyülenmişlerdensin.”
154. “Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Eğer doğru söylüyor isen haydi (bize) âyet (mucize) getir!”
155. (Salih) dedi ki: “İşte (mucize) bu dişi devedir. Onun (belli) bir (gün) su içme hakkı var, belli bir gün su içme hakkı da sizindir.” [bk. 54/28]
156. “Ona bir kötülük dokundurmayın. Sonra (pek) büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
157. Derken onu ayaklarından biçip öldürdüler. Ancak sonra da pişman oldular.
158. Bunun üzerine azap onları (kıskıvrak) yakalayıverdi. Şüphesiz bunda elbette (alınması gerekli) bir ibret vardır. Böyle iken çokları iman etmediler. [bk. 11/61-68; 91/11-14]
159. Hiç şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
160. Lût’un kavmi de gönderilen (peygamber)leri yalanladı.
161. Kardeşleri Lût, onlara demişti ki: “Allah’ın azabından sakınmaz mısınız?”
162. “Şüphesiz ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir (emin) bir peygamberim.”
163. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emrine uyun ve bana itaat edin.”
164. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”
165-166. “Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıyorsunuz da (bu kadar) insan içinden erkeklere mi gidiyorsunuz? Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz.”
167. Dediler ki: “Ey Lût! Andolsun ki eğer (bu sözlerine) son vermezsen, kesinlikle (buradan) çıkarılanlardan olacaksın.”
168. (Lût) dedi ki: “Doğrusu ben sizin (bu çirkin) işinizden nefret edenlerdenim.”
169. “Ey Rabbim! Beni ve aile (fertleri)mi bunların yaptıklarından kurtar!”
170-171. Biz de geride kalanlardan ihtiyar bir kadın (olan karısı) dışında, onu, ailesini (ve inananları) topyekün kurtardık.
172. Sonra (karısıyla) diğerlerini yok ettik.
173. Üzerlerine (helak eden) bir (taş) yağmur(u) yağdırdık. Uyarıl(ıp da yola gelmey)enlerin yağmuru ne kötü idi!
174. Şüphesiz bunda elbette bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.
175. Şüphesiz Rabbin, elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
176. Eyke halkı da gönderilen (peygamber)leri yalanladı.[7]
177. Hani Şuayb onlara demişti ki: “Allah’tan korkmaz azabından sakınmaz mısınız?”
178. “Ben sizin için (gönderilmiş) güvenilir bir peygamberim.”
179. “Artık, Allah’ın azabından sakınıp emrine uyun ve bana itaat edin.”
180. “Buna karşı sizden bir ücret de istemiyorum. Benim mükâfatımı vermek âlemlerin Rabbi olan (Allah’)dan başkasına ait değildir.”
181. “Ölçeği tam ölçün de, eksik ölçen (ve hak yiyen)lerden olmayın.”
182. “Doğru terazi ile tartın.”
183. “İnsanlara eşyalarını (haklarını) eksik vermeyin. Yeryüzünde (ilâhî emirlere karşı) bozgunculuk yaparak karışıklık çıkar(ıp nizamı boz)mayın.”
184. “Sizi ve önceki nesilleri yaratan (Allah’)ın azabından sakınıp emirlerine uyun.”
185. Dediler ki: “Sen ancak (iyice) büyülenmişlerdensin.”
186. “Sen de bizim gibi bir insandan başkası değilsin. Doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
187. “Eğer doğru (söyleyen)lerden isen, o halde üzerimize gökten bir parça düşür.” [bk. 8/38; 17/92]
188. (Şuayb:) “Rabbim yaptıklarınızı daha iyi bilir.” dedi.
189. (Böylece) onu yalanladılar. Nihayet o gölge gününün azabı kendilerini yakaladı. Gerçekten o, büyük bir günün azabı idi.
(Güneşin bunaltıcı sıcağından içeride duramayıp. dışarıda beliren bulutların altında gölgelenmek için toplandıkları sırada, buluttan yağan ateş hepsini yakıp yok etti.)[8]
190. Şüphesiz bunda (büyük) bir ibret vardır. (Fakat) yine de çokları iman etmediler.
191. Senin Rabbin ise elbette, mutlak galiptir, çok merhametlidir.
192. Kesinlikle bu (Kur’an), elbette âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
193-194-195. Onu, Rûhu’l-Emîn (Cebrail) senin kalbine, korkutucu/uyarıcılardan olman için apaçık bir Arapça dille indirdi.
196. Hem şüphesiz ki bu (Kur’an ve Peygamber’in haberi ve bahsi), evvelkilerin kitaplarında da vardır.
197. İsrâiloğulları bilginlerinin (kitaplarında) onu bilmesi, (Kur’an’ın da ona gelen Allah kelâmı olduğuna) onlar için bir delil değil mi?
198-199. Biz onu, yabancı (Arapça bilmeyenlerin) birine indirseydik de onu onlara okusaydı, yine (bir bahane ile o inkârcılar) ona iman etmezlerdi.
200-201. Biz onu (kendi dilleriyle anlatarak Kur’an’ın)[9] o günahkârların kalbine girmesini sağladık. Ama onlar yine de acıklı azabı görünceye kadar ona inanmazlar.
202. O (azap) onlara, kendileri farkında değillerken ansızın gelecektir.
203. (O zaman: “İnanmamız için) bize mühlet verilir mi?” derler.
204. (Buna rağmen) hâlâ azabımızı çabuklaştırmak mı istiyorlar?
205. Gördün ya, artık onları senelerce yaşatıp faydalandırsak,
206. Sonra da tehdit edildikleri (azap) kendilerine gelse,
207. (Senelerce eğlence ve zevk içinde) faydalandırıldıkları şeyler, artık kendilerine (hiçbir) fayda vermez. [bk. 2/96]
208-209. Biz, hiçbir memleketi, o(nun halkı)na öğüt veren/hatırlatan (gönderdiğimiz) uyarıcılar olmadıkça helak etmedik. Biz zulmedenler değiliz. [bk. 17/15; 28/59]
210. Onu (Kur’an’ı) şeytanlar indirmedi.
211. Bu onlara yaraşmaz, hem de güçleri yetmez.
212. Şüphesiz onlar, (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır. [bk. 37/7-10; 72/8-10]
213. O halde, sakın Allah ile beraber (tutup da) başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba maruz bırakılanlardan olursun!
214. (Önce) en yakın akrabanı uyar (ve davet et).[10]
215. Mü’minlerden sana uyanlara (şefkat) kanadını indir.
216. Eğer sana karşı gelirlerse: “Ben sizin yaptıklarınızdan uzağım (sorumlu değilim).” de.[11]
217. Sen (sadece) mutlak galip ve çok merhametli olan (Allah’)a güvenip dayan.
218. O (Allah) ki (namaza) kalktığın zaman seni görür.
219. (O,) secde edenler arasında (onların iyi bir kul olmalarını sağlamak için) dolaşmanı da (görür). [bk. 10/61; 52/48]
220. Şüphesiz ki O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.
221. Şeytanların kime indiğini size haber vereyim mi?
222. Onlar, her günahkâr, iftiracı (düzenbaz) üzerine iner.
223. Bunlar (şeytanın vesveselerine) kulak verirler ve onların çoğu yalancıdırlar.
224. (İslâm karşıtı) şairler(e ve şiirlerine gelince), onlara da yoldan sapan (ve azgın)lar uyar.
225-226. Görmüyor musun onlar, (nefse ve zevke hitap eden) her sahada hayal peşinde dolaşır (ölçüsüz konuşur)lar ve onlar yapmadıkları (ve yapamayacakları) şeyleri söylerler.
227. Ancak (şairlerden) iman edip sâlih amel (sevaplı iş) işleyenler, Allah’ı çok ananlar ve haksızlığa uğratıldıktan sonra (şiirle) haklarını alanlar böyle değildir. Zulmedenler de nasıl bir inkılâp ile döndürüleceklerini (devrileceklerini) bileceklerdir.[12]
[1] Firavun, İsrâiloğulları’nın erkek çocuklarını öldürttüğü sırada Hz. Musa, Allah’ın lütfuyla onun yanında büyümüştü. [bk. 20/39 vd.]
[2] “Yevmü’z-zîne” denilen bir bayram gününün kuşluk vakti (Beydâvî).
[3] Her dönemde böyle zalimler, inanan ve “Allah’tan gelenlere tâbi olacağız” diyen mü’minlere çeşitli hapis ve işkenceler uygulamışlardır. Çünkü Firavun, kendinden izinsiz Allah’a inanmayı ve inandığını yaşamayı ilkelerine aykırı buluyor ve ilâhlığına/rabliğine hakaret sayıyordu. [bk. 85/4-8]
[4] Hz. Musa ve ashâbının 1600, Firavun ve taraftarlarının ise 7000 kişi olduğu nakledilir (Mukâtil, s. 155).
[5] Âyet-i kerîmedeki “rî” kelimesi yüksek yer mânasına geldiği gibi, yol anlamına da gelmektedir.
[6] Âyet-i kerîmedeki “fârihîn” lafzı, “mahâretle” anlamına da gelmektedir.
[7] Âyet-i kerîmede geçen “Eyke”, sık ağaçlık demek olup, Medyen’in yakınındadır. Hz. Şuayb Medyenli olup Eykeli olmadığından, 106, 124, 142 ve 160. âyetlerde geçtiği gibi burada “kardeşleri” denmemiştir (Taberî, XIX, 65).
[8] Beydâvî; Celâleyn.
[9] Yahut âyetteki “onu” (hû) zamiri küfürlerine gönderilir, o zaman mâna şöyle olur: “Biz onu (küfrü, kendi isteklerinden dolayı) o günahkârların kalbine öyle soktuk ki artık onlar, acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar.”
[10] Resûlullah (sas.), önceki peygamberler gibi bir belde ve bir kavme değil bütün çağlara, bütün âleme ve insanlara gönderildiği için (21/107; 34/28) Kur’an’ı tebliğ ve İslâm’a davet görevini, özelde (bu âyetle) yakınlarına, genelde bütün insanlara yapmış; özel daveti, genel daveti erteletmemiştir. [Genel davet ve uyarı için bk. 6/51, 92; 19/97; 36/6]
[11] Hz. Peygamber’e, inkâr ve azgınlıkla en çok karşı gelen amcası Ebû Leheb olmuştur.
[12] Müslümanlara zulmedenler, yaptıkları zulümle nasıl bir uçuruma yuvarlandıklarını, aynı zamanda İslâm’ın kendilerine karşı yapacağı hak ve adalet inkılâbının üstünlüğünü görmüşler ve göreceklerdir.