35. Fâtır Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 45 âyettir. 29 ve 32. âyetler Medine’de inmiştir. Fâtır, “yoktan var eden” demektir. Sûre adını ilk âyette geçen aynı kelimeden almıştır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Gökleri ve yeri yoktan yaratan; melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler yapan Allah’a hamdolsun. (O) yaratmada, dilediğini (dilediği miktarda) artırır. (Herkesi ayrı bir kalıp, şekil, güzellik ve özellikte yaratır.) Hiç şüphesiz Allah, her şeye kâdirdir.

2. Allah insanlara rahmetinden her neyi açar (gönderir)se, onu tutup önleyecek yoktur. Her neyi de tutup kısarsa ondan sonra onu salıverecek de yoktur. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

3. Ey insanlar! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Size gökten ve yerden rızık veren Allah’tan başka bir yaratıcı var mı? O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O halde nasıl (olup da imandan) çevriliyor (başka varlıklara tapıyor)sunuz?

4. (Resûlüm!) Eğer seni yalanlıyorlarsa (buna üzülme), bilesin ki senden önceki peygamberler de yalanlandı. (Sonunda, bütün) işler ancak Allah’a döndürülür.

5. Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz (vaadi) gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın (ibadet ve taatten alıkoymasın). Çok aldatıcı (şeytan), sizi Allah’(ın affına güvendirmek)le aldatmasın. [krş. 31/33; 57/14; 82/6]

6. Şüphesiz şeytan size (apaçık) bir düşmandır. Siz de onu düşman sayın. O, kendi taraftarlarını ancak alevli ateş ehlinden olmaları için çağırır.

7. İnkâr edenler için (gerçekten) pek şiddetli bir azap vardır. İman edip sâlih (sevaplı) amel işleyenlere gelince, onlar için de mağfiret (bağışlanma) ve büyük bir mükâfat vardır.

8. Hiç kötü işi kendisine süslü gösterilip de onu hoş gören kimse (iyi/sevaplı iş yapan, kötülüğü sevmeyen kimseye benzer) mi? Allah dilediğini (amelinin gereği olarak) sapıklık içinde bırakır, dilediğini de doğru yola iletir. O halde, onlar(ın sapıklığın)a karşı üzülüp de kendini mahvetme! Çünkü Allah, onların yaptıkları şeyleri hakkıyla bilendir. [krş. 47/14]

9. Rüzgarları gönderen Allah’tır. (Onlar, yağmur yüklü) bir bulutu kaldırıp yürütür. Derken biz onu, (toprağı) ölü bir bölgeye sevk ederiz. Onunla yeri ölümünden sonra (bitkiyle) canlandırırız. İşte (öldükten sonra) dirilip kalkma da (tıpkı) böyledir.

10. Kim şan ve şeref istiyorsa, (Allah’tan istesin ve bilsin ki) bütün yücelik Allah’ındır. O’na ancak (tevhidi bildiren) güzel kelimeler yükselir; sâlih amel de onu yükseltir.[1] Kötülükleri planlayıp kuranlara gelince: Onlar için şiddetli bir azap vardır. Onların tuzağı (ve planı) mahvolacak (boşa çıkacak)tır. [krş. 4/139 ve açıklaması; 10/65; 63/8]

(Sahih iman, sâlih ameli gerekli kılar. Çünkü riyâsız, şirksiz iman, hevâ ve hevesten kurtulup Allah’a teslimiyeti yani emirlere tam itaati gerektirir. Kişinin amelinin sahih ve sâlih olmasını istemesi de imanın sahih olmasını isteme bilincindendir. Kötülükleri planlama ve yapma ise sahih iman ve sâlih amel ile bağdaşmaz.) [bk. 1/4; 12/106]

11. Allah sizi (ilkin çeşitli cins) topraktan, sonra bir meniden yarattı, sonra da sizi çift çift yaptı. O’nun ilmi olmaksızın hiçbir dişi gebe kalmaz, doğurmaz da. Ömrü uzun olana uzun ömür verilmesi de, ömründen kısaltılması da mutlaka bir kitapta (yazılmış ve anne rahminde tespit edilmiş)tir.[2] Şüphe yok ki (bu sayılanlar) Allah’a göre kolaydır. [krş. 6/59; 21/30]

12. İki deniz(in suyu) bir (aynı) olmaz: Bu tatlıdır, susuzluğu keser, içimi boğazdan kolay geçer; bu da tuzludur, acıdır (boğazı yakar). Bununla beraber her ikisinden de taze et (balık) yersiniz, (inci, mercan gibi) takındığınız bir ziynet çıkarırsınız. (Allah’ın) lütfundan (rızkınızı) aramanız için gemilerin orada (denizi) yara yara gittiğini görürsün. Umulur ki artık şükredersiniz. [krş. 16/14; 25/53; 55/19-22]

13. (Allah) geceyi gündüze katar, gündüzü de geceye katar (gece ve gündüzü uzatır, kısaltır). Güneşi ve ayı (emrinin altında) istifadeye sunmuştur. Her biri muayyen bir müddet için (kendi yörüngesinde) akıp gider. İşte (bunların hepsini yapan) Rabbiniz Allah’tır. Mülk/hükümranlık ancak O’nundur. O’ndan başka yalvardıklarınız/tapındıklarınız bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip değillerdir.

14. Eğer onları, (yardımınıza) çağırsanız, çağrınızı işitmezler; (bir hayvan cinsinden olup da) işitseler bile, size cevap veremezler. Kıyamet gününde ise, sizin (kendilerini yüceltip Allah’a) ortak koştuğunuzu inkâr ederler. (Bunları) sana, her şeyden haberi olan (Allah) gibi, (hiç kimse) haber veremez.

15. Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise zengindir (hiçbir şeye ve hiçbir kimseye ihtiyacı yoktur) ve övülmeye layık olan ancak O’dur. [krş. 92/8-10]

16-17. Eğer O dilerse sizi giderir (yerinize) yeni bir halk getirir. Bu da Allah’a (göre) güç değildir.

18. Hiçbir günahkâr, başkasının (işlediği veya günahına sebep olmadığı) günahını yüklenip çekmez. Eğer (günah) yükü ağır olan kimse, (başkasını) onu taşımaya çağırsa, en yakını dahi olsa kendisine ondan herhangi bir şey yüklemek mümkün olmaz. Sen ancak görmediği halde Rablerine ‘yürekten saygı duyan, O’ndan korkanları’ ve namazı gereği üzere kılanları uyar(ıp korkut)abilirsin. Kim (günahlardan) temizlenirse, sırf kendisi için temizlenmiş olur. Dönüş ancak Allah’adır. [krş. 6/164]

(“Rablerini görmedikleri halde O’na saygı duyup O’ndan korkanlar” ifadesi, “insanlardan uzak kendi başına iken de Allah’a saygı duyar ve O’nun azabından korkarlar” mânasını içermektedir.)

19-20-21. Ne kör ile gören, ne karanlıklar ile aydınlık, ne de gölge ile sıcak bir olur.

(Bunlar, mü’min ile kâfir, hak ile batıl, cennetle cehennem gibi birbirine zıt şeylerdir.)

22. Dirilerle ölüler de bir değildir. Şüphesiz ki Allah dilediğine işittirir. (Yoksa) sen, kabirlerde (imiş gibi) olanlara işittirecek değilsin![3]

23. Sen sadece bir uyarıcısın.

24. Şüphesiz ki seni, (rahmetimiz için) müjdeci ve (azabımız için) bir uyarıcı olarak hak (Kur’an) ile gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki (onların) içinden bir korkutan uyarıcı (peygamber) gelip geçmiş olmasın. [bk. 4/164; 40/78]

25. (Resûlüm! Bunlar) seni yalanlıyorlarsa (üzülme. Çünkü) onlardan öncekiler de (peygamberlerini) yalanlamışlardı. Halbuki onların peygamberleri kendilerine, açık açık deliller, (hikmetli) sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar da getirmişlerdi.

26. Sonra ben, o inkâr edenleri tutup yakala(yarak cezaya çarptır)dım. Benim inkâr edilişim nasıl oldu (gördüler)!

27. Allah’ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi? İşte biz o (indirdiğimiz su) ile renkleri çeşit çeşit meyveler çıkardık. Dağlardan da beyaz beyaz, kırmızı kırmızı, renkleri çeşitli ve simsiyah yollar (içinde maden bulunan tabakalar yarattık).

28. İnsanlardan, yerdeki canlılardan, davar (ve sığır gibi)lerden de yine böyle türlü renklerde olanlar vardır. Kulları içinde, Allah’tan ancak âlimler/bilginler korkar. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, çok bağışlayıcıdır. [krş. 39/9]

(Bu âyet-i kerîmede, Allah’tan ancak âlimlerin korktuğu bildirilerek onlar taltif edilmekle beraber onların sorumluluklarının büyük olduğuna da işaret edilmektedir. Çünkü Allah’ın yüceliğini gereği gibi bilip O’na saygı gösteren ve emirlerine uygun yaşayanlar gerçek âlimlerdir. Onlar, mü’minleri kıbleye yönelttiği gibi, ifade ettiği anlamıyla da tevhide yöneltirler. Bunu Allah’ın emirlerine müdahele eden, kısıtlayanların çizgisinde değil resûllerin gönderilme gayesi olan tevhid mücadelesini rehber edinerek yaparlar (16/36; 39/15-18). Diğer yönüyle de Allah’a saygı duymayan, emrine uygun yaşamayanlar, O’nun yüceliğini bilmeyenlerdir. O’nun hükmüne bağlı olanın yeri ise cennettir (bk. 79/40-41). İlim edinmeye gelince: İnsanın aklını, düşüncesini aydınlatan fen ilimleridir; gönlünü aydınlatan ise din ilimleridir. Sadece fen ilimleriyle beslenen insan hile, şüphe ve çıkarcılığa yönelir, menfaatperest olur (28/79). Sadece din ilimleriyle eksik kalınır, her ikisiyle birlikte insan yücelir ve mutluluğa ulaşır.)

29. Muhakkak ki Allah’ın kitabını okuy(up yolundan gid)enler, namazı dosdoğru kılanlar ve kendilerine rızık olmak üzere verdiğimiz şeylerden gizli ve açık olarak (Allah için) sarf edenler, asla durgunluğa (ve zarara) uğramayacak bir ticaret (bir kazanç) umabilirler.

30. Çünkü (Allah), onların mükâfatlarını eksiksiz öder ve lütfundan onlara fazla fazla verir. Çünkü O, çok bağışlayandır, şükrün karşılığını bol bol verendir.

31. (Resûlüm! İndirdiğimiz) Kitab’da sana önceki (ilâhî kitapların asılları)nı tasdik edici olarak vahyettiklerimiz, gerçeğin ta kendisidir. Şüphesiz ki Allah, kullarından hakkıyla haberi olan, (her şeyi) görendir.

32. Sonra o Kitab’ı (Kur’an’ı) kullarımızdan seçtiklerimize[4] miras bıraktık. Onlardan kimi, (onu okumayı ve ona uymayı terk ederek) kendisine zulmeden/yazık edendir. Onlardan kimi, ortada kalan,[5] kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda (ve Kur’an’a sahip çıkıp ona uygun yaşamada ve bu yarışmada) öne geçendir ki, işte bu da en büyük lütuftur. [krş. 56/10-12]

33. (Mükâfatları) Adn cennetleridir. Oraya girerler ve içinde (nice) altın bileziklerle ve inciyle süslenirler. Orada elbiseleri de ipektir.

34. Derler ki: “Bizden üzüntüyü gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayıcı, şükrün karşılığını bol bol verendir.”

35. “O, bizi lütfundan (ebedî) kalınacak yurda koyup yerleştirdi. Orada bize hiçbir yorgunluk dokunmayacak, artık orada bize hiçbir bıkkınlık da gelmeyecektir.”

36. Küfre sapanlara gelince: Onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara (ölümle) hükmedilmez ki ölsünler. (Cehennemin) azabı da üzerlerinden hafifletilmez. İşte biz küfürde (ve nankörlükte) ısrar eden herkesi böyle cezalandırırız. [krş. 43/77]

37. Onlar orada şöyle bağrışırlar: “Ey Rabbimiz! Bizi çıkar ki (evvelce) yapmış olduklarımızı değil, sâlih amel işleyelim.” (Bu istediklerine karşı onlara denilir ki:) “Size orada, iyice düşünecek kimselerin düşüneceği ve öğüt alacağı kadar bir ömür vermedik mi? Halbuki size uyarıcı (olarak peygamber) de gelmişti. Öyle ise tadın (bu azabı)! Artık zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.”

38. Şüphesiz ki Allah, göklerin ve yerin gaybını (bütün sırlarını) bilendir. Muhakkak O, gönüllerin özünü de hakkıyla bilendir.

39. Sizi yeryüzünde halifeler yapan (ve size hâkimiyet veren) O’dur. Artık kim inkâr ederse, inkârı kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü, Rablerinin kendilerine olan gazabından başka (bir şey) artırmaz. Kâfirlerin küfrü, yine kendilerine bir hüsran (ve felaket)ten başkasını da artırmaz.

40. (Resûlüm!) De ki: “Allah’tan başka yalvardıklarınız, ortak (koştuk)larınızı gördünüz mü? Bana gösterin, onlar yeryüzünde neyi yarattılar? Yoksa onların göklerde (Allah ile) bir ortaklığı mı var? Yoksa kendilerine bir kitap verdik de onlar (yaptıklarının doğruluğu için) ondan açık bir delil üzerinde midirler?” Hayır! O zalimler birbirlerini aldatmaktan başka bir vaadde bulunmazlar.

41. Şüphesiz ki Allah, gökleri ve yeri, (düzenleri bozulup) yok olurlar diye (kudret kanunlarıyla) tutmaktadır. Eğer onlar (bozulup) yok olurlarsa, ondan sonra bunları hiç kimse (yerinde) tutamaz. Gerçekten O, cezada aceleci değildir, çok bağışlayıcıdır. [bk. 22/65; 30/25]

42. Onlar (Kureyşliler), kendilerine bir uyarıcı (peygamber) gelirse, kesinlikle (diğer) ümmetlerin (her) birinden daha fazla doğru yolda olacaklarına dair, yeminlerinin en kuvvetlisiyle Allah’a yemin ettiler. Fakat onlara bir uyarıcı (ve azap ile korkutucu peygamber) gelince, bu, onların (Hak’tan) nefret etmelerinden başka bir şey artırmadı. [bk. 6/156-157; 37/ 168-169]

43. (Bu da onların yine putlarına bağlı kalıp) yeryüzünde büyüklük taslamaları, (Kur’an’ı ve İslâm’ı önlemek için) çirkin bir tuzak kurmaları (ve dalavere çevirmeleri) yüzündendir. Halbuki çirkin tuzak, sahibinden başkasına dolanmaz. Onlar, evvelkilerin (başlarına gelen azap) kanunundan başka bir şey mi bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın! Allah’ın kanununda asla bir sapma/değişme de bulamazsın. [krş. 17/77; 48/23]

44. Onlar, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görmeleri için yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Halbuki onlar, kendilerinden daha kuvvetli idiler. Göklerde ve yerde (olan) hiçbir şey, Allah’ı aciz bırakamaz. Şüphesiz ki O, hakkıyla bilendir, (her şeye) gücü yetendir.

45. Eğer Allah, insanları kazandıkları (günahlar) yüzünden (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat (Allah), onları belirlenmiş bir vakte kadar geciktirir. Vakitleri gelince de Allah muhakkak ki kullarını görücü (gereğini yapıcı)dır. [krş. 16/61; 18/58; 86/11-17]


[1] Yahut, Ancak güzel söz Allah’a çıkar ve sâlih amel de Allah’a yükseltir” (Elmalılı, V, 3579-3590; Mehmed Vehbi, XI, 4561).

[2] Peygamberimiz (sas.), “Ömrün artması, sâlih zürriyet iledir. O sâlih zürriyet kendisinden sonra dua eder ve onun duasını Allahu Teâlâ kişiye kabrinde ulaştırır (sanki yaşıyor da iyi amel yapıyor gibi olur). İşte ömrün artması budur.” buyurmuştur (İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 142).

[3] Onlar rûhen/mânen ölüdürler. Yahut kulakları duysa bile yine İslâm’ın hakikatlerine karşı, duyup da anlamayan diğer yaratıklar gibi olurlar. [bk. 7/79; 11/24]

[4] Hz. Muhammed’in ümmetine veya bu ümmetin âlimlerine (Beydâvî).

[5] Hasan-ı Basrî, âyet-i kerîmedeki “kendine zulmeden/yazık eden”i münâfık, diğer bir rivâyette fâsık diye tefsir etmiştir. “İnsanın münâfıklıktan kurtulabilmesi için sözü ile işi ve bilgisi arasında çelişki olmaması lazımdır.” demiştir. “Ortada kalan (muktesıd) kelimesini de “kâh sevap, kâh günah işleyen” diye açıkladığı rivayet edilmiştir. [bk. Kurtubî (Tefsir), XIV, 346; Taberî, XVIII, 32; Zuhaylî, s. 439; İbni Kesîr (Sâbûnî), III, 147; Sâbûnî (Safve), II, 577-578]