5. Mâide Sûresi

 

Medine döneminde nâzil olmuştur. 120 âyettir. Üçüncü âyeti Vedâ Haccı’nda Arafat’ta inmiştir. Sûre adını 112 ve 114. âyetlerde Hz. İsa’nın Allah’tan istediği bir sofra olan Mâide’den almaktadır. İçinde münâfıklara, Ehl-i Kitab’a ve bazı İslâmî hükümlere yer verilmiştir.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Ey iman edenler! (Allah’a iman akdinizin gereğini ve insanlarla yaptığınız) sözleşmeleri yerine getirin. İhramda iken avlanmak helal değildir. Ancak (aşağıda haram olduğu) bildirilenler dışındaki ehlî (kurbanlık) hayvanlar (deve, sığır, koyun vb.), size helal kılındı. Allah dilediğini hükmeder. [krş. 2/27]

(Sözleşme toplumda sosyal ve hukûkî bir konudur. Devletler, hükümetler ve halk birbirlerine hak ve vazifeleri bakımından bir sözleşme içindedirler. Ancak Allah’ın emrine uygun olarak bu yerine getirilmekle toplumda sosyallik, hukûkîlik ve yükselme olur. Aynı zamanda Allah’a iman etmek de O’nunla yapılan bir sözleşme (akit)tir. Buna bağlılık da O’nun emirlerine/Kur’an’ın hükümlerine bağlılıkla olur.)

2. Ey iman edenler! Allah’ın şiarlarına (dinin esaslarına, alametlerine, hac için koyduğu emir ve yasaklarına, yapılması gereken şeylere ve) haram aya,[1] gönderilen kurbana, gerdanlara/gerdanlık takılanlara ve Rablerinden bol nimet (ticaret) ve rıza isteyerek Beyt-i Haram’a yönelip gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin![2] İhramdan çıktığınız zaman isterseniz avlanabilirsiniz. (Hudeybiye’de) Mescid-i Haram’dan sizi men ettikleri için bir kavme karşı duyduğunuz kin, sizi haddi aşmaya sevketmesin. İyilik ve takvâ (Allah’ın emirlerine uygun yaşama/karşı gelmekten sakınma)da yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın. Allah’tan korkun! Şüphesiz Allah’ın, (emirlerini çiğneyenlere karşı) cezası çok şiddetlidir.

3. Ölü hayvan (leş), (çıkmış) kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan; henüz canı çıkmadan yetişilip (şartlarına uygun tarzda) kesilenler dışındaki boğulmuş, (taş veya sopa vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, (başka bir hayvan tarafından) boynuzlanma neticesinde (ölmüş) ve yırtıcı hayvanlarca parçalanmış; bir de dikili (putlaştırılmış) taşlar için boğazlanmış (hayvanların etlerini yemeniz) ve fal oklarıyla kısmet (şans) aramanız size haram kılındı.[3] İşte bunları yapmak, (Allah’a) itaatsizliktir. Bugün küfre sapanlar/inkârcılar dininiz(i ortadan kaldırıp sizi kendilerine çevirmek)ten ümidi kestiler, artık onlardan korkmayın, benden korkun! Bugün dininizi (hükümleriyle) kemâle erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak (hayat tarzı olan) İslâm’ı beğenip seçtim.[4] (İşte dindeki bu yasaklara uymakla beraber) kim açlıktan çaresiz kalırsa, günaha meyletmeksizin/istek duymaksızın (bu sayılan haram etlerden yiyebilir). Çünkü Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

4. (Resûlüm!) Kendilerine hangi şeylerin helal edildiğini sana sorarlar. De ki: “(Bütün) iyi ve temiz olanlar size helal kılındı. Alıştırarak Allah’ın size öğrettiğinden kendilerine öğrettiğiniz avcı hayvanların (kendilerine değil) size tutuverdiklerinden (öldürseler bile) yiyin ve üzerine (bunları salarken) Allah’ın adını anın (besmele çekin). Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının. Şüphesiz ki Allah hesabı çok çabuk görendir.”

5. “Bugün size iyi ve temiz olanlar helal kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin (İslâm’a uygun) yiyeceği (avladığı ve kestiği) size helal ve sizin (kestiğiniz) yiyeceğiniz de onlara helaldir.[5] Mü’minlerden namuslu/iffetli kadınlarla sizden önce kendilerine kitap verilenlerden namuslu hür kadınlar, (siz) namuslu/iffetli, zinaya sapmamış ve (onları) gizli dost da edinmemiş olarak kendilerine mehirlerini ver(ip nikâh ed)ince (size helaldirler). Kim (ilâhî hükümlere) inanmayı kabul etmez/inkâr ederse, onun (bütün) ameli boşa gitmiştir. O âhirette de zarar ve ziyana uğrayanlardandır.”

6. Ey iman edenler! Namaza kalktığınız zaman (abdestli olun bunun için) yüzlerinizi, dirseklere kadar (dirsekler dahil) ellerinizi yıkayın, (ellerinizi yeniden ıslatıp) başlarınızı meshedin ve her iki aşık kemiğiyle beraber ayaklarınızı yıkayın.[6] Eğer cünüp iseniz tam temizlenin (boy abdesti alın). Eğer hasta yahut yolculukta iseniz veya sizden biri abdest bozmaktan gelmişse veya kadınlarla temasta (cinsî münasebette) bulunmuşsa, bu halde su da bulamamışsanız, temiz bir toprağa (niyetle) yönelin, yüzlerinize ve ellerinize ondan sürün.[7] Allah size bir güçlük çıkartmayı istemez, fakat şükredesiniz diye sizi (maddî ve mânevî/bedensel ve ruhsal yönden) tertemiz yapmayı ve üzerinize (din ve dünyanıza ait) nimetini tamamlamayı ister.

(Bu tertemiz olmaya kadınların hayız ve nifastan temizlenmesi de dahildir. Çünkü Peygamberimiz (sas.) soran bir kadına: “Hayız hali bitince guslet namaz kıl.” buyurmuştur. (Buhârî, “Hac” 8/306) ve yine hayızlı ve nifaslı kadının namaz kılamayacağı, oruç tutamayacağı, hacda tavaf yapamayacağı nakledilmiştir.)

7. Allah’ın üzerinizdeki gerek (İslâm) nimetini gerekse “işittik, itaat ettik” dediğiniz zaman O’na (verdiğiniz) andınızı (ki bunun sayesinde bağışlandığınızı) hatırlayın. Allah’ın emrine uygun yaşayın/itaatsizlikten sakının. Şüphesiz ki Allah gönüllerdekini hakkıyla bilendir.

(Mü’minlerin, “Elest bezminde ruhların ‘Kâlû belâ’ (evet Rabbimizsin) demeleri” ile, inanıp söylediği şehadet kelimesi ve, “Yâ Rabbi! Dinledik ve itaat ettik.” ifadeleriyle, O’nun hâkimiyetine girmeye ve İslâm’a uygun yaşamaya söz vermeleri demektir. Allahu Teâlâ bu ahdi hatırlatmaktadır.) [bk. 2/285; 7/172]

8. Ey iman edenler! Allah için adaleti (hakkı) ayakta tutan (hâkimler), adalet timsâli şahitler olun.[8] Bir kavme duyduğunuz kin sizi adaletten sapmaya sevketmesin. Âdil davranın, takvâya daha yakın olan da budur. Allah’a karşı takvâlı olun (emirlerine uygun yaşayın). Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

9. Allah, iman edip sâlih amel işleyenlere, kendileri için mağfiret ve çok büyük bir mükâfat olduğunu vaadetti.

10. Küfre sapanlara ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, işte onlar da alevli ateşin halkıdırlar.

11. Ey iman edenler! Allah’ın size bahşettiği (şu) nimeti hatırlayın: Hani (yahudi ve müşrik) bir topluluk size ellerini uzatmaya (sizi öldürmeye, Peygamber’e suikast yapmaya) kalkışmıştı da (Allah,) onların ellerini sizden çekmişti (sizi korumuştu). Siz, Allah’a (sığınıp) korunun/emrine uygun yaşayın. Mü’minler ancak Allah’a dayanıp güvensinler.

(Bir konaklama yerinde Resûlullah (sas.), ashaptan ayrı bir yerde, bir ağacın altında, kılıcı asmış istirahat halinde iken bunu gören müşrikler, bu hali fırsat bilerek hemen bir bedevîyi suikast için gönderdiler. Gelen şahıs Resûllulah (sas.) uyku halinde iken O’nun kılıcını alıp başına dikildi, “Söyle bakalım seni benim elimden kim kurtaracak?” dedi. Allah Resûlü de üç defa, “Allah, Allah, Allah” dedi. Bunun üzerine yâr ve yardımcı olan Allahu Teâlâ’nın yardımıyla bedevînin eli tutulup kılıç elinden düştü. Kılıcı alan Resûlullah (sas.) aynı şeyi sordu; o da, “Hiç kimse!” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü ashâbını çağırdı, durumu anlattı, fakat ona ceza vermedi, serbest bıraktı. O da müslüman olarak geldiği yere döndü (bk. Râzî, VIII, 536). Hudeybiye’de Resûlullah (sas.) ve müslümanlara yönelik 80 kişilik suikast girişimcileri de Allah Resûlü’nün haber vermesiyle yakalanmıştı (bk. 48/18-27). Âyette “size” denilmiş olması, Resûlullah’a yapılan suikast veya herhangi bir hakaretin, bütün müslümanlara yapılmış sayılmasındandır.)

12. Andolsun ki Allah, İsrâiloğulları’ndan sağlam bir söz almıştı. İçlerinden de, (kavimlerinin hallerini bilen ve (Kenan’daki) düşmana karşı gelmede güvenilir) on iki kefil/müfettiş gönderm(ek için seçtirm)iştik. Allah buyurmuştu ki: “(Ey İsrâiloğulları!) Ben sizinle beraberim. Eğer namazı kılar, zekâtı verir, peygamberlerime inanır, onlara yardım eder ve Allah’a güzel ödünçle bir borç verirseniz (Allah yolunda harcar ve ihtiyacı olanları Allah için gözetirseniz) mutlaka sizin kabahatlerinizi örterim ve elbette sizi alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyarım. Sizden kim bundan (yani Allah’a karşı ‘söz veriyoruz’ dedikten) sonra küfre saparsa, muhakkak o dosdoğru (hak) yoldan sapmıştır.” [bk. 5/20-25]

13. (Verdikleri) kat‘î sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini kaskatı yaptık. Onlar (Tevrat’ta gerek Resûl-i Ekrem’e, gerek diğer ahkâma ait) kelimeleri, yerlerinden kaldırıp değiştirirler (krş. 4/46). Onlar uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi de unuttular (terkettiler, hevâlarına tâbi oldular). (Resûlüm!) İçlerinden pek azı hariç, onlardan yana daima bir hainliğin farkına varıp durursun. Yine de onları affet ve aldırma! Şüphesiz Allah iyilik edenleri sever.

(Buhtunnasr olayında (M.Ö. 586) Benî İsrâil âlimleri öldürülmüş, Mescid-i Aksâ tahrip edilmiş, tek nüsha olan Tevrat yakılmış ve kimse onu ezberlememişti. Yıllar sonra bu esaretten kurtulduktan sonra, Tevrat’ın hatırlarda kalanlarını toplayıp hevalarına uygun bir Tevrat ortaya çıkardılar. Bundan dolayıdır ki içerisinde,“Allah altı günde dünyayı yarattı, yedinci günü (yorulup) istirahat etti.” (Tekvin, Bab 2/1-3) ifadesi bile vardı.)

14. “Biz hıristiyanız.” diyenlerden de (peygamberleri aracılığı ile bildirdiklerime uymaları için) sağlam söz almıştık; onlar da uyarıldıkları şeylerden nasiplenmeyi unut(up bırak)tılar, (böylece ahitlerini ve yaşantılarını bozdular. Her iki grup da kitaplarını tahrif edip kitaplarında müjdelenen son peygamberi de reddettiler. [2/146; 6/20] Dinlerini fantazi haline getirdiler). Biz de (yaptıklarının bu dünyada karşılığı olarak gruplar arasında veya kendi) aralarına kıyamet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bırakıp saldık. (Ve Allah onların (birbirlerine ve başkalarına) “sanatkarca” yaptıklarını kendilerine[9] (âhirette) haber verecek (ve hesap soracak)tır.

15. Ey Ehl-i Kitab! Size, Kitab (Tevrat)’tan gizlemekte olduğunuz şeylerin bir çoğunu (ortaya koyup) açıklayan ve bir çoğundan da (sükût ile) geçiveren Resûlümüz gelmiştir. Doğrusu size, Allah’tan bir Nur (olan İslâm veya Hz. Muhammed) ve apaçık bir de Kitab (Kur’an) gelmiştir.

16. Allah, onunla (o Kitab ile) rızasına uyanları selamet yollarına eriştirir, onları kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru bir yola iletir.

(Allah, Resûlü’nün rehberliğinde Kur’an’a sarılmak suretiyle kendi emrine uygun yaşayan ve rızasına uyanları, selamet yollarına eriştirir; yani her türlü fitneden, şiddet ve azaptan, mihnet ve meşakkatten, bölünüp parçalanmaktan ve kula kulluktan, şirkin, küfrün, materyalist zihniyetin, her türlü ideolojinin ve batıl sistemlerin karanlıklarından kurtarır. O halde kurtuluşa erişmek için Allah Resûlü’nün önderliğinde Kur’an’ın hükümlerine sarılmak lazımdır.) [bk. 2/2; 3/103; 6/155; 10/57; 14/1 ve dipnotu]

17. “Hiç şüphesiz Allah, o Meryem’in oğlu Mesih’tir.” diyenler andolsun ki (şirke girip) kâfir olmuşlardır. De ki: “Öyleyse Allah, Meryemoğlu Mesih’i, annesini ve yeryüzünde olanların hepsini yok etmek isterse, O’na karşı (bunu önlemek için) kimin elinden bir şey gelir? Göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin mülkiyeti/hükümranlığı Allah’ındır. O, dilediğini yaratır. Allah her şeye kâdirdir.”

(Böylece teslis inancına sahip olan hıristiyanlar, “Allah birdir, aynı zamanda üçtür.” deyip, Hz. İsa’ya “Allah’ın oğlu” dediler ve onu ilâh saydılar. Hem müşrik hem de kâfir oldular (krş. 3/64; 4/171; 5/72-73; 9/30 ve dipnotları). Halbuki Hz. Âdem’in, hem babasız hem de annesiz yaratılmış olduğunu düşünmediler.) [bk. 3/59, 67 ve dipnotu; bu türden Ehl-i Kitab’la evlenme konusunda bk. 2/221 ve dipnot 2]

18. Yahudiler ve hıristiyanlar: “Biz (İsa ve Üzeyr peygamberden dolayı) Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz.” dediler. De ki: “Öyleyse niçin (Allah) günahlarınız yüzünden size azap ediyor? Bilakis siz de O’nun yarattıklarından birer beşersiniz. O, kullarından (niyet ve ameline göre) dilediğini bağışlar, dilediğine de azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların mülkü (ve hükümranlığı) Allah’ındır. Dönüş de ancak O’nadır.” [krş. 5/72-73; 9/30]

19. Ey Ehl-i Kitab! Peygamberlerin arası kesildiği zaman, (önceki peygamberleri gönderdiğimiz gibi) size Resûlümüz (Hz. Muhammed) geldi. (Kıyamette:) “Bize bir müjdeci ve uyarıcı gelmedi.” dersiniz diye size gerçekleri açıklıyor. İşte size (son) müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye kâdirdir.

20. Bir zamanlar Musa kavmine demişti ki: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Çünkü (O) içinizden peygamberler var etti ve size hâkimiyet/hürriyet verdi,[10] yine (zamanınızda) âlemlerden hiçbirine vermediğini size verdi.”

21. “Ey kavmim! Allah’ın sizin (yerleşmeniz) için yazdığı mukaddes yere[11] girin, geri dönmeyin, sonra (dünya ve âhirette) zarara uğrayıp perişan olursunuz.”

22. Onlar: “Ey Musa! Doğrusu orada zorba olan (azgın) bir topluluk var. Ve biz, onlar oradan çıkıncaya kadar oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de elbette gireriz.” dediler.

23. ‘Allah’ın emirlerine uymamaktan korkanlar’ arasından (korkmadan görevini yapan ve) Allah’ın lütufta bulunduğu iki adam (casus olarak oraya gidip gelince):[12] “Onların üzerine (şehre girilen) kapıdan girin. Eğer oradan girerseniz, şüphesiz siz galipsiniz. İnanan kimseler iseniz, yalnız Allah’a güvenip dayanın!” dedi. [bk. 5/12]

24. (İsrâiloğulları da:) “Ey Musa! Onlar orada oldukları müddetçe biz oraya asla giremeyiz. Artık sen Rabbin’le git. (O zorbalarla) ikiniz harbedin; biz burada oturacağız.” dediler.[13]

25. (Musa): “Yâ Rabbi! Ben, kendimden ve kardeşimden başkasına sahip değilim (sözüm geçmiyor). Artık bizimle, bu yoldan çıkmış kavmin arasını ayır.” dedi.

26. (Allah) buyurdu ki: “(Ey Musa!) Muhakkak ki orası (o mukaddes yer) onlara kırk yıl yasak edilmiştir. Onlar o yerde (Tîh çölünde, bu müddet içinde) şaşkın şaşkın dolaşacaklardır. Artık bu yoldan çıkmış topluluğa üzülme.”

(Aşağıdaki âyetler, yine Allah ve peygamberlerinin emirlerine biri uyan diğeri uymayan Hz. Âdem’in oğulları Hâbil ve Kâbil ile ilgilidir. Rivayete göre neslin ilk türediği sırada Hz. Âdem, ikiz doğan kız ve erkeklerden her birine sonraki ikiz doğan kardeşleriyle evlenmesi gerektiğini bildirmişti. Fakat Kâbil, kendi ikizi olan kızı daha güzel gördüğü için onu Hâbil’e vermek istememişti. Hz. Âdem de Allah’ın emriyle, bunlara birer kurban sunmalarını, gökten inen ateş hangisini yakarsa onun haklı olacağını söylemişti. İşte aşağıdaki âyetler bu olayı anlatmaktadır.)

27. (Resûlüm!) Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek haberini oku: Hani ikisi birer kurban sunmuşlardı (Hâbil koç, Kâbil ekin sunmuştu) da onlardan birinin (Hâbil’in)ki kabul olunmuş, (gökten inen ateş, onun kurbanını yakmış) diğerininki kabul olunmamıştı. O (kurbanı kabul olunmayan Kâbil, bu durumu kıskanarak kardeşine): “Seni mutlaka öldüreceğim.” demişti. (Hâbil de): “Allah, ancak kendisinin emrine uyan/ karşı gelmekten sakınanlardan (kurbanı) kabul eder.” demişti.

28. “Andolsun ki beni öldürmek için elini bana uzatırsan, ben öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.”

29. “Doğrusu ben, dilerim ki benim günahım ile kendi günahını (birlikte) yüklenesin de cehennemliklerden olasın. İşte zalimlerin cezası budur.” (dedi).

30. Nihayet nefsi ona kardeşini öldürmeyi (ve bunun zararı olmadığını) kabullendirdi. Böylece onu öldürdü de (dünya ve âhirette) ziyana uğrayanlardan oluverdi.

31. Derken Allah, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini kendisine göstermek için (Kâbil’e), yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (Bundan ibret alan Kâbil:) “Yazıklar olsun bana! Kardeşimin cesedini gömmekte şu karga kadar olmaktan aciz mi kaldım?” dedi. Artık o (haline ve yaptığına) pişmanlık duyanlardan biri haline gelmişti.

(Bu olayda olduğu gibi nefsânî duygularına kapılan insanlar, birçok acı olaylara sebep olurlar. Böylece dünya ve âhiretlerini yıkar ve kendilerine yazık ederler. Bundan dolayı insanlığın her türlü kötü duygulardan arınması, toplumun kurtulması için İslâm’ı bütünüyle yaşaması ve neslini İslâm terbiyesi ile eğitmesi lazımdır; tek çare de budur.)

32. Bundan dolayı İsrâiloğulları’na (Tevrat’ta şöyle) yazdık: Kim bir canı, başka bir cana veya yeryüzünde fesat çıkarmasına karşılık olmaksızın (şer’an/ hukûken ölümü haketmeksizin) öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onun hayatını (meşru bir imkânla) kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur. Muhakkak ki peygamberlerimiz onlara açık deliller getirmişti. Sonra onlardan bir çoğu bunun ardından yeryüzünde (yine isyan ve cinayetle) aşırı gitmektedirler.

33. Allah ve Resûlü’(nün hükümleri)ne karşı savaş açan ve (bu hükümlerin yapılmasını istemeyerek ve aksini yaparak)[14] yeryüzünde anarşi/fesat çıkartmaya çalışanların cezası ancak (verilecek hükme göre ya) öldürülmeleri, ya asılmaları, ya (sağ) elleriyle (sol) ayaklarının çapraz kesilmesi, ya da (bulundukları) yerden sürülmeleridir. Bu, onlar için dünyada bir rezilliktir. Âhirette ise onlara büyük bir azap vardır.

(Allah ve Resûlü’ne karşı savaş açma iki türlü olur. Biri, Allah’ın emirlerini/hükümlerini hiçe sayarak onları toplumun yaşamından kaldırmak, emirlerini yasaklamak, haram kıldıklarını da serbest bırakmak ve onlara imkânlar tanımakla, diğeri de fertlerin toplum düzenini bozucu/anarşist hareketleriyle olur. İslâm, bir insanın başkasını kasten öldürmesini bir insanlık suçu sayar ve bütün insanları öldürmüş gibi kabul eder. Yol kesme, soygun ve öldürme olayları toplumun huzurunu bozduğu için devlete karşı işlenmiş bir suç kabul edilmiş ve cezalar konulmuştur. Aşağıda görüleceği şekilde bu cezaları İslâm, suç işleyecek olanın kendi âkıbetini düşünmesi ve ondan ibret alıp vazgeçmesi için koymuştur. Şöyle ki: 1. Silahlanıp dağa çıkan ve orada yol kesip adam öldürenin cezası ölümdür. 2. Hem öldürmüş hem de soygun yapmışsa hem öldürülür, hem de ibret için asılır. 3. Yol kesmiş, kimseyi öldürmemiş de sadece malları alıp kaçmışsa, normal hırsıza göre (5/38) cezası, iki misli olarak sağ el ve sol ayağı çaprazlama kesilir. 4. Yol kesip öldürmeden ve malları da almadan yalnız terör havası yaratıp insanları korkutmuşsa, sürgüne gönderilir. Cumhûrun kavli budur.)[15] [bk. 2/178-179]

34. Ancak siz, onları (yakalayıp) ele geçirmezden önce (zarar vermeden kendiliğinden teslim olup) tevbe edenler bunun dışındadır.[16] Bilin ki Allah çok bağışlayandır, merhamet edendir.

35. Ey iman edenler! Allah’ın emrine uygun yaşayın ve O’na (araya aracılar koyarak değil, ibadet, Allah’ı çok anmak ve sâlih amellerle yaklaştırıcı ve rızasını kazandırıcı) ‘sebep ve yol’(lar) arayın. O’nun yolunda (malınızla, canınızla insanları kula kulluktan kurtarmak ve İslâm’ın hayatınıza hâkim olması için) cihad edin ki kurtuluşa eresiniz. [krş. 10/18; 17/57; 18/110; 34/37; 39/3; 42/26]

36. Küfre sapanlar var ya, dünyada olan her şey ve onun yanında bir o kadarı daha onların olsa ve kıyamet gününün azabından kurtulmak için onu fidye verseler, kendilerinden kabul edilmez. Onlar için çok acıklı bir azap vardır. [krş. 39/47]

37. Onlar ateşten çıkmak isterler, fakat çıkamazlar. Onlara sürekli bir azap vardır.

38. Hırsızlık eden erkek ve kadının, kazandıkları (günahları)na karşılık, Allah’tan (insanlara) ibret verici/caydırıcı bir ceza olarak (önce sağ) ellerini kesin. Allah mutlak galiptir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir.[17]

39. Kim yaptığı haksız (hırsızlık) hareketinden sonra (cezasını çekip) tevbe eder kendini düzeltirse, hiç şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder (bir de âhirette azap etmez). Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

40. Bilmez misin ki göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) Allah’ındır. O dilediğine (günaha karşılık) azap eder, dilediğini de bağışlar. Allah her şeye kâdirdir.

41. Ey Resûl! Kalpleriyle inanmadıkları halde ağızlarıyla “inandık” diyen (münâfık)larla (yahudilerden) küfürde/İslâm karşıtı yolda koşuşanlar seni üzmesin. O yahudilerden, durmadan (reislerinden) bol yalan dinleyen ve senin huzuruna gelmeyen diğer bir topluluğu dinleyenler vardır. Onlar, (recm hakkındaki) kelimeleri (Allah tarafından) yerlerine konulduktan sonra değiştirirler: (Muhammed’e gidin) eğer size bu (değiştirilmiş şekilde bir fetvâ) verilirse onu alın, o verilmezse (kabul etmekten) sakının.” derler. Allah, kimin (amel ve niyetine göre) fitne(sinde düştüğü sapıklığı)nda kalmasını isterse onun (kurtarılması) için Allah’a karşı senin elinden bir şey gelmez. İşte onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlara dünyada hor görülme (ve rezillik), âhirette de büyük bir azap vardır.

(Hz. Peygamber, Medineli yahudilerin halini bildiren bu âyet üzerine onlara Tevrat’ı getirtti. Cebrail (as.) ona değiştirilen âyeti okudu ve yahudi âlimlerinden İbni Sûriyâ’yı hakem yapmasını söyledi. Kendisine yemin verilerek sorulan İbni Sûriyâ da her şeyi itiraf etti. Böylece oyunları bozulmuş oldu.) [bk. Râzî, IX, 73-74; Köksal, VIII, 246-247]

42. (Onlar) yalan dinlemeye çok meraklı ve haram (rüşvet) yemeye pek düşkündürler. Eğer sana gelirlerse, ister aralarında hükmet, istersen onlardan yüz çevir.[18] Eğer yüz çevirirsen sana hiçbir şekilde zarar veremezler. Eğer hükmedersen aralarında âdil şekilde hükmet. Hiç şüphesiz ki Allah adaletli olanları sever.

43. İçinde Allah’ın (zina eden evlilerin taşlanması) hükmü bulunan Tevrat onların yanında olduğu halde, nasıl oluyor da seni hakem yapıyor (hüküm istiyorlar. Senin aynı hükmü vermenden) sonra da (razı olmayarak) yüz çevirip dönebiliyorlar? Onlar, (aslında) inanan kimseler değillerdir.

44. Hiç şüphesiz, içinde doğruya rehberlik ve nur (ahkâm ve öğütler)[19] bulunan Tevrat’ı biz indirdik. Kendilerini (Allah’a) teslim etmiş (olan) peygamberler, yahudilere onunla hüküm verirlerdi. Allah’ın Kitabı’nı korumaya memur edilmeleri ve o(nun doğruluğu)na şahit olmaları itibariyle Rabbe gerçek bağlı kullar (ihlaslı bilginler) ve din âlimleri (hahamlar) da (onun gerektirdiği gibi hüküm verirlerdi). Artık siz, insanlardan korkmayın; benden korkun ve benim âyetlerimi az bir değere (rüşvet ve dünya makamına) satmayın. Kim (elinde imkân olduğu halde inkâr ederek veya beğenmeyerek) Allah’ın indirdiği/bildirdiği (hükümleri) ile (ve yeniden tekrar bildirdiği bütün hükümler)iyle (veya ona uygun olarak) hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.

45. Biz, onda (Tevrat’ta) kendilerine yazdık ki, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralamalar için karşılıklı (misliyle) kısas (var)dır. Kim bu (kısas hakkı)nı hayır olarak bağışlarsa, o da kendi (günahları) için kefârettir. Kim (inkâr etmese bile) Allah’ın indirdiği/bildirdiği (hükümleri) ile (veya ona uygun olarak) hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.[20]

46. Daha sonra da (o peygamberlerin) izleri üzerine, kendinden önceki (asıl) Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryemoğlu İsa’yı gönderdik. Ona da içinde doğruya rehberlik ve nur bulunan, kendisinden önceki Tevrat’ın tasdikçisi, takvâlı olan (Allah’ın emirlerine aykırı hareketten sakınan)lara bir yol gösterici ve öğüt olmak üzere İncil’i verdik.

47. Öyleyse İncil’e inananlar Allah’ın onun içinde indirdiği ile hükmetsin. Kim Allah’ın indirdiği ile (veya ona uygun olarak) hükmetmezse, işte onlar fâsıklar (yoldan çıkmışlar)dır (demiştik).

48. (Ey Resûlüm!) Sana da kendinden önceki (ilâhî) kitap(ların asılların)ı tasdik edici ve onlara gözcü/koruyucu olmak üzere hak olan Kitab’ı (Kur’an’ı) indirdik. O halde (seni hakem yaparlarsa,) sen de aralarında Allah’ın indirdiği (Kur’an) ile hüküm ver ve sana gelen gerçek varken onların hevâ ve heveslerine (ve ona göre verdikleri hükümlere) uyma! Biz, sizlerden her biriniz(in zaman içinde tekâmülü) için bir “şeri‘at ve minhâc”[21] koyduk. Allah dileseydi, elbette sizi (bir şeri‘ata bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat O, size verdiği (birinden sonra diğerine tâbi olacağınız şeri‘atler) ile sizi imtihan etmek için (peygamberler gönderdi). Artık (son şeri‘at İslâm’da toplanıp) hayır işlerinde yarışın. Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri size O haber verecek (ve sizi hesaba çekecektir).

49. (Resûlüm! Yine sen) aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma! Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından (İslâm dışı/tâğûtî grupların seni) caydırmalarına (şaşırtmalarına/saptırmalarına) karşı onlardan çekin. Eğer (onlar, İslâm dışı arzularına uymamandan dolayı) yüz çevirip dönerlerse, bil ki Allah, (bu) günahlarının (daha) bir kısmıyla onları (kanunu gereği dünyada veya âhirette) musibete/azaba uğratmak ister. Şüphe yok ki insanlardan çoğu (Allah’ın hükümlerinin kendi arzularına göre olmasını istemelerinden dolayı) fâsık (yoldan çıkmış)tırlar. [bk. 2/256]

50. (Yoksa onlar) câhiliye (devrinin, İslâm dışı/batıl) hükmünü mü istiyorlar? Kesin inanan (ve bilen) bir toplum için, hükmü Allah’tan daha güzel olan kim vardır?!

(Bu âyet-i kerîmedeki soru Allah’a inananlar için mühim bir imtihan konusudur. “Hükmü en güzel olan Allah’tır.” diyerek Allah’a inananlar, ya O’na sarılacak ve böylece, hakiki anlamda inanan bir mü’min olacaktır yahut Allah’ın hükümlerini beğenmediğini söyleyerek inkârcı ve kâfir olacak veya diliyle güzelliğini söylese bile kalbi ve uygulamasıyla yalanlayacak böylece gizli kâfir (münâfık) ve fâsık olacaktır. Taberânî der ki: “İbni Abbas’dan şöyle rivayet edilmiştir: Resûlullah (sas.), ‘Allah katında en çok şu iki kişi sevilmez: 1. Müslüman olduktan sonra câhiliyeyi yani İslâm dışı yaşayış düzenini arzu eden. 2. Haksız yere nefsine uyarak bir kişinin kanını döken.’ buyurmuştur.”)[22] [bk. 8/36; 23/74-75; 42/21]

51. Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları velî (sırdaş, dost ve idareci) edinmeyin. Onlar (ancak) birbirlerinin yâr ve yardakçısı (İslâm’ın da düşmanı)dırlar. Kim onları (ve aynı zihniyette olanları) velî edinirse, o da onlardandır. Şüphesiz Allah (böylece kendilerine ve müslümanlara) zulmeden toplumu doğru yola eriştirmez. [bk. 9/32-33; 60/8-9]

52. Kalplerinde (şüphe, nifak ve dünyevîlikten) bir hastalık bulunanların: “(Devir aleyhimize dönüp) başımıza bir felaket/kötülük gelmesinden korkuyoruz.” diyerek (dost olmak için) o (gayrimüslim ve küfre sapa)nların aralarında koşuştuklarını (hatta onlara tâbi olmak ve dünyalık bir pay/mevki elde edebilmek için onlara velayet/başkanlık vermek istediklerini)[23] görürsün. Ama Allah, (kendisine sığınan, onlarla uzlaşmayan ve onlara yapışmayan müslümanlara) zafer nasip edecek veya kendi katından emrini (takdirinin bir tezahürünü) gerçekleştirecektir. O zaman o (koşuşa)nlar, içlerinde gizledikleri (korku veya umdukları dünyalık) şeyler yüzünden pişman olacaklardır. [krş. 2/10]

(Halbuki yüce Allah yukarıdaki âyette de geçtiği üzere, mü’minlerin kendi dışındakileri dost ve idareci edinmemelerini, edinenlerin de münâfık olduklarını bildirmektedir.) [bk. 4/138-139, 144; 5/80]

53. (Böylece kalbi hastalıklı olanların hali ortaya çıkınca) mü’minler birbirine: “(Sözde) sizinle beraber olduklarına dair, olanca kuvvetleriyle Allah’a yemin edenler onlar değil miydi?” diyecekler. (Resûlüm!) Onların bütün yaptıkları boşa gitti; böylece onlar, hüsrana uğrayan kimseler oldular.

54. Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allah, (sizin yerinize) kendisinin onları, onların da kendisini sevdiği, mü’minlere karşı gayet alçak gönüllü/yumuşak, kâfirlere karşı da oldukça onurlu ve sert bir toplum getirir ki onlar (her türlü gücüyle) Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah’ın lütfudur ki onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, (her şeyi) bilendir. [bk. 6/89]

(İslâm’ı küçümseyip hükümlerini beğenmeyenler ve onlara göre yaşamaktan utananlar, dinden çıkmış veya sapmış kimselerdir. Buna karşılık Allah, İslâm milletleri arasında İslâm’ı hâkim kılmada liderlik ve hâkimiyeti, İslâm’a gönül veren, ona sahip çıkan ve ona hizmet eden milletin eline geçirir ve bu şekilde Allah’ın sünneti devam eder.) [bk. 2/217]

55. (Ey mü’minler!) Sizin gerçek dost ve yardımcınız ancak Allah ve O’nun Resûlü’dür; bir de (Allah’ın emirlerine) boyun eğerek namazı dosdoğru kılan ve zekât veren mü’minlerdir.

56. Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve mü’minleri velî (ve dost) edinirse, işte Allah taraftarı onlardır; mutlaka galip geleceklerdir.

(Bu iki âyet-i kerîmede yüce Allah kendisine inananlara üç dost gösteriyor ve galibiyet vaadediyor.)

57. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi eğlence ve oyun (konusu) edinenleri ve inkârcıları ‘dost ve idareciler’ edinmeyin. Eğer gerçekten inanmışsanız Allah’ın emirlerine uygun yaşayın, karşı gelmekten sakının.

58. Siz (ezanla) birbirinizi namaza çağırdığınız zaman, onu bir eğlence ve bir alay (konusu) edinirler. Bu, onların gerçekten düşünmez bir topluluk olmalarındandır.

(Bu âyet namazlar için ezan okumanın delilidir. Bundan dolayı ezanla alay etmek hafife almak küfrü gerektirir.)

59. (Resûlüm!) De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Biz ancak Allah’a, bize indirilene ve bizden önce indirilen(ler)e inandığımız için mi bizden (hoşlanmıyor) intikam alıyorsunuz? Halbuki sizin çoğunuz fâsık (Allah’ın emrinden çıkmış) kimselersiniz.” [krş. 7/126; 9/74; 85/8]

(Kaynağından gelen İslâm’ın ziyasına karşı gözleri kamaşıp bakamayan bir grup yahudi, müslümanlara “Sizin dininizden daha kötü bir din ve sizden daha kötü bir toplum bilmiyoruz.” diyerek onları çağdışı görüyorlardı. Aşağıdaki âyetle Allah (cc.), onların kimliklerini ortaya koymuştur.)

60. De ki: “(Ey yahudiler!) Allah katında yeri bundan daha kötü olanı size haber vereyim mi? Allah’ın kendilerine lanet ettiği, gazabına uğrattığı ve içlerinden maymunlar, domuzlar haline getirdiği kimselerle, tâğûta (Allah’tan uzaklaştıran ve Allah’ın emirlerini yapmaktan men edip kendisini ilâhlaştıranlara)[24] kulluk edenlerdir ki işte onlar makamı en kötü ve (Hakk’a giden) doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.”

61. (Yahudi münâfıklar) size geldikleri zaman: “Biz iman ettik.” derler. Halbuki (onlar, yanınıza) inkârcı olarak gelmiş ve inkârcı olarak çıkmışlardır. Allah, onların neler gizlediklerini çok iyi bilendir.

62. Onlardan bir çoğunun, günahta, düşmanlıkta ve haram yemede yarış yaptıklarını görürsün. Yaptıkları şey ne kötüdür!

63. Rabbe gerçekten bağlı kullar (ihlaslı bilginler) ve hahamlar, onları günah söz söylemekten ve haram yemekten vazgeçirselerdi ya! (Bilerek) yapmakta oldukları şey ne kötüdür!

64. Yahudiler: “Allah’ın (rızık vermede) eli bağlı (cimri)dir.” dediler.[25] Dedikleri yüzünden hay elleri bağlanası ve lanete uğrayasıcalar! İddialarının aksine, O’nun elleri açıktır, nasıl dilerse öyle sarf eder. (Resûlüm!) Rabbinden sana indirilen (âyet)ler, andolsun ki onlardan çoğunun azgınlığını ve inkârını artıracaktır. Onların arasına kıyamet gününe kadar (sürecek) düşmanlık ve kin bıraktık. Onlar ne zaman savaş için bir ateş yaktılarsa, Allah onu söndürdü (yenilgiye uğrattı). Yeryüzünde (onlar, zaten Allah’ın emri dışına çıkarak hep) bozgunculuğa koşarlar. Allah ise bozguncuları sevmez.

(Kâfir gruplar, asırlar boyu hem kendi aralarında savaşmışlar, hem de birleşerek müslümanlara saldırmışlardır. Ayrıca müslümanların yaşantılarını ve aralarını bozmak için yüzlerce plan hazırlamışlardır. Fakat yüce Allah’ın da bir planı vardır. Onların Allah’ın nurunu söndürmeye asla güçleri yetmeyecektir.)

65. Eğer Ehl-i Kitab, (Muhammed’e ve Kur’an’a) iman edip de günahlardan sakınsalardı, biz de şüphesiz onların (geçmiş) hatalarını örter, onları nimeti bol cennetlere koyardık.

66. Onlar Tevrat’ı, İncil’i, sonra da Rableri tarafından kendilerine indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)i dosdoğru uygulasalardı, şüphesiz ki (darlık değil) hem üstlerindeki (gökyüzünün) hem de ayaklarının altındaki (yerin her türlü nimetlerin)den yerlerdi. İçlerinde mutedil bir topluluk (yok değil) vardır. Fakat onların çoğunun yaptıkları şeyler pek çirkin işlerdir.

(Âyet-i kerîmede genel anlamıyla görülüyor ki yüce Allah, Ehl-i Kitab’ın son vahye uymasını şart koşmuştur. Aynı zamanda indirdiklerine uygun yaşayanları refah ve mutluluğa erdirme vaadinde bulunmuştur. Bunun aksine Allah’ın emirlerini arkaya atanlarda ise hırs, çıkarcılık ve sömürü zihniyeti hâkim olmuş; böylece insan insanın düşmanı olmuş, huzurun yerini zulüm, kavga ve savaşlar almıştır.)

67. Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni (tamamen) tebliğ et (bildir). Eğer bunu yapmazsan O’nun elçiliğini yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Şüphesiz Allah, inkârcılar toplumunu doğru yola iletmez.

68. “Ey Ehl-i Kitab! Tevrat’ı, İncil’i[26] ve Rabbinizden sizlere de indirilen (Kur’an’a inanıp hükümlerin)i uygulayıncaya kadar (din namına doğru) hiçbir temel üzerinde değilsiniz.” de. (Ey Muhammed!) Rabbinden sana indirilen (âyet)ler, kuşkusuz onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü/inkârını artıracaktır, o halde kâfirler güruhu için üzülme.

69. Şüphe yok ki (bütün) iman edenlerle, yahudiler, sâbiîler ve hıristiyanlardan kim (İslâm’ın/Kur’an’ın belirttiği şekilde veya İslâm’dan önce geçmiş dinlerde)[27] Allah’a ve âhiret gününe inanıp da sâlih amel işlemiş (ve böyle ölmüş)se, artık onlara hiçbir korku yoktur ve onlar (hiç bir şeye) üzülmeyecek (ve cennete girecek)lerdir. [bk. 7/157; 57/28-29. krş. 2/62]

70. Andolsun ki biz, İsrâiloğulları’ndan sağlam söz almış ve kendilerine peygamberler göndermiştik. (Buna rağmen) ne zaman bir peygamber canlarının istemediği şeyi getirmiş (ve söylemiş)se, (onlardan) kimisini yalanlamış, kimisini de öldürmüşlerdir. [bk. 2/61; 2/88]

71. Onlar, kendi başlarına bir fitne (bir bela ve musibet) gelmeyeceğini sandılar da kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah, onlara tevbe nasip (edip tevbelerini kabul) etti. Ama onlardan çoğu yine kör ve sağır kesildiler. Allah, yaptıklarını hakkıyla görmektedir.

72. “Hakikaten Allah, Meryemoğlu (İsa) Mesih’tir.” diyenler, andolsun ki (şirke girip) kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih (İsa): “Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Çünkü kim Allah’a ortak koşarsa, (Allah’a rağmen başka şeyi öne çıkarır ve ona bağlılık gösterirse) hiç şüphesiz Allah ona cennetini haram eder; onun varacağı yer de ateştir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” demişti.

73. “Hakikaten Allah, üçün üçüncüsü (üç ilâhtan biri)dir.” diyenler (şirke girip) kesin olarak kâfir olmuştur. Halbuki (ibadete lâyık) bir tek İlâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer (bu) dedikleri (batıl inançları)ndan vazgeçmezlerse, onlardan kâfir olanlara elbette çok acıklı bir azap dokunacaktır.

74. Hâlâ Allah’a tevbe edip af dilemiyorlar mı? Halbuki Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.

75. Meryemoğlu Mesih (İsa) bir resûlden/bir peygamberden başka bir şey değildir. Ondan önce de resûller gelip geçmiştir. Onun anası da (her haliyle) dosdoğrudur. İkisi de (diğer insanlar gibi) yer içerlerdi. Bak, âyetleri onlara nasıl açıklıyoruz. Sonra bak, (âyetlerdeki hakikatlerden) nasıl geri çevriliyorlar?[28]

76. De ki: “Allah’ı bırakıp da size ne bir fayda, ne de bir zarar vermeye gücü yetmeyen şeylere mi tapıyorsunuz?” Allah, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

77. De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Dininize ait hususlarda haksız yere sınırı aşmayın. Bundan önce hakikaten hem kendileri sapmış, hem bir çoğunu saptırmış ve (hâlen de) doğru yoldan sapmakta olan birtakım kimselerin arzu (ve heves)lerine uymayın.”

78. İsrâiloğulları’ndan inkâr edenler, Davud ve Meryemoğlu İsa’nın diliyle lanetlendi(ler). Bu onların (Allah’a) isyan etmeleri ve sınırı aşmaları yüzündendi.

79. Onlar, işledikleri herhangi bir kötülükten birbirlerini alıkoymazlardı. (Bu) yapmakta oldukları şey ne kötü idi![29]

80. Onların bir çoğunun, (mü’minlere karşı) küfre sapanlarla dostluk kurduklarını görürsün. Nefislerinin kendileri(ne âhiret hayatları) için sunduğu şey ne kötüdür! Allah’ın hışmını üzerlerine çekmişlerdir ve azabın içinde devamlı kalacaklardır.

81. Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene inansalardı, o (müşrikleri ve küfre sapa)nları velî (dost, sırdaş ve idareci) edinmezlerdi. Fakat onların çoğu fâsık (sapmış) kimselerdir.

82. Andolsun ki mü’minlere düşmanlık bakımından, yahudi ve müşrikleri insanların en azgını bulacaksın. Mü’minlere sevgi bakımından en yakın olarak da: “Biz hıristiyanlarız.” diyenleri bulacaksın. Çünkü onların içinde keşişler (yol gösterici bilginler) ve rahipler vardır. Onlar (hak ve gerçeği kabul etmekte) büyüklük taslamazlar.[30]

83. Resûl’e indirilen (Kur’an’)ı (hıristiyanların anlayışlıları) dinledikleri zaman, gerçeği anladıklarından dolayı,[31] onların gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Derler ki: “Ey Rabbimiz! İnandık, bizi de (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.”

84. “Bize ne oluyor ki Rabbimizin bizi iyiler topluluğu ile beraber (cennete) koymasını arzu edip dururken, Allah’a ve bize gelen gerçeğe (Kur’an ve Peygamber’)e inanmayalım?”

85. İşte (böyle) demelerine mukâbil Allah da onları içinde ebedî kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlerle ödüllendirdi. Bu, güzel hareket edenlerin mükâfatıdır.

86. Küfre sapanlar ve âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemlik kimselerdir.

87. Ey iman edenler! Allah’ın size helal kıldığı temiz (yiyecek ve giyecek) şeyleri (kendinize) haram edip yasaklamayın ve sınırı da aşmayın. Çünkü Allah, sınırı aşanları sevmez.

88. Allah’ın size temiz ve helal olarak verdiği rızıklardan yiyin. Kendisine iman ettiğiniz Allah’tan korkun (helallerden kendinizi men etmeyin, yasaklarından da sakının)!

89. Allah sizi, kasıtsız (ve rastgele) yeminlerinizden dolayı sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bu (tür yemini bozma)nın kefâreti, ailenize yedirdiğinizin ortalamasından on yoksulu yedir(ip doyur)mak yahut giydirmek ya da bir köle azat etmektir. (Bunlara imkân) bulamayan kimse, üç gün (peş peşe) oruç tutsun. İşte, (bilerek) yemin ettiğiniz zaman, yeminleriniz(i bozman)ın kefâreti budur. Yeminlerinize sâdık kalın. Allah, şükredesiniz diye âyetlerini size böylece açıklıyor.[32]

(Bu âyet-i kerîme ve benzerleri ile (2/177; 4/92; 5/3; 90/13) Resûlullah’ın uygulamasında ilk çağlardan beri Doğu ve Batı ülkelerinde süregelen kölelik kurumunu kaldırma öngörülmüştür. Zaten Kur’an’da köleliği mübah gören bir âyet de yoktur. “Bu ise Batı’da ancak 19. asırda karara bağlanmıştır.” (Fendoğlu, s. 25, 68; Akgündüz, s. 175) Esirlerin serbest bırakılması 47/4. âyette açıklanmıştır ki âyetteki ‘iyilikle’ ifadesinden onlara, diğer milletlerden farklı olarak insanca ve ev halkı gibi muamele etme emri verilmiştir (Bilmen, II, 428). Esirler müslüman olurlar veya takas yapılırlar düşüncesiyle bir süre köle statüsüne sokulmuştur. Kadınlar da cariye yapılmıştır (bk. 2/221). Ama esirlikten önce müslüman olmaları hariçtir. Bu asırda hâlâ bir çok ülkede düşünce, ifade ve inanca göre yaşama üzerindeki baskı ve aşağılanma da insanları köleleştirmenin diğer bir boyutudur.)

90. Ey iman edenler! Şarap/içki, kumar, (tâzim edilen) dikili taşlar,[33] şans (fal) okları (ve zarları), şeytan (ve kötü insan)a ait murdar (pis) işlerdir; artık bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.[34]

91. Şeytan, içki ve kumarla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık (bunlardan tamamen) vazgeçtiniz değil mi?[35]

92. Allah’a itaat edin, Resûl’e de itaat edin (ona karşı gelmekten) sakının. Eğer (itaatten) yüz çevirirseniz (kendinize yazık etmiş olursunuz). Bilin ki Resûlümüz’ün üzerine düşen açıkça tebliğden başka bir şey değildir.

93. İman edip sâlih amellerde bulunanlara, takvâlı oldukları (Allah’ın emrine uygun yaşadıkları/günahlardan sakındıkları) ve hakkıyla iman edip sâlih amellere devam ettikleri, yine takvâlı olup kesin inandıkları, nihayet takvâ ile beraber güzel ve hayırlı harekette bulundukları sürece, (haram olunmadan önce) yiyip içtikleri (haram) şeylerden dolayı bir günah yoktur. Allah iyilikte ve güzel harekette bulunanları sever.

94. Ey iman edenler! Allah, kimsenin görmediği anda bile kendisinden kork(up günahlardan sakın)anları ayırt etmek için, (hac esnasında) ellerinizin ve mızraklarınızın yetişeceği bir av ile elbette sizi imtihan edecektir. Kim bundan sonra aşırı gider (emirlerin dışına çıkar)sa, onun için acıklı bir azap vardır.

95. Ey iman edenler! Siz ihramda iken av öldürmeyin. Sizden kim kasten onu öldürürse, öldürdüğünün dengi bir cezası vardır ki ona içinizden iki âdil kişi hükmedecektir. (Bu da) ya Kâbe’ye varacak (orada boğazlanacak) bir kurban veya (o nisbette) yoksulları doyurma şeklinde kefâret, yahut bunun dengi oruç tutmaktır; tâ ki (yaptığı) işinin vebalini tatsın. Allah geçmiştekileri affetmiştir. (Fakat) kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikamını alır. Allah mutlak galiptir, (işlediği günahın karşılığını vermede) intikam sahibidir.

96. Kendinize ve yolcuya bir faydalanma (bir rızık) olsun diye deniz(de balık) avı (yapmak) ve onu yemek size helal kılındı. İhramda olduğunuz müddetçe de kara avı size haram kılındı. Huzuruna varıp toplanacağınız Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının.

97. Allah, hürmete lâyık ev olan Kâbe’yi, (içinde haccın yapıldığı) hürmet gereken ayı, (hacılara ait gönderilen) kurbanı ve gerdanlık (takılan)ları, insanlar(ın din ve dünyaları) için bir kıyam (nizam tesisi)[36] sebebi yaptı. Bu da, Allah’ın göklerde ve yerde olanları bildiğini ve Allah’ın (her şeyi) hakkıyla bilici olduğunu bilmeniz içindir.

98. Bilin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir. Hem de Allah, çok bağışlayıcı ve merhametlidir.

99. Resûl’ün üzerine düşen, sadece tebliğ etmektir. Allah neyi açıklayıp neyi gizlediğinizi hakkıyla bilir.

100. De ki: “Kötü/pis şeyin çokluğu/bolluğu senin tuhafına gitse bile, pisle temiz (haram ile helal) bir olmaz. Bunun için, ey akıl sahipleri! (Dinin temiz saydığı şeyleri seçin) Allah’tan çekinip emrine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının ki kurtuluşa eresiniz.”

(Kötü, pis ve kirli olanlar, hem maddeten hem mânen olur. Bütün yiyecek ve içecek şeylerden haram olanlarının hepsi pis hükmündedir. Bunun gibi iffet ve ahlâk yönünden harama bulaşmış olanların hepsi de mânevî bakımdan kirli hükmündedir.) [bk. 24/26]

101. Ey iman edenler! Açıklanınca hoşlanmayacağınız şeyleri (fazla) sormayın. Eğer Kur’an indirilirken onları sorarsanız size (gizledikleriniz veya yapmaya güç yetiremedikleriniz) açıklanır (da üzülürsünüz). Demek ki Allah, onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayıcıdır, cezada da aceleci değildir.

102. (Ey mü’minler!) Sizden önceki bir kavim onları sormuştu da sonra (gelen emirleri terkedip) bu sebeple kâfir olmuştu.

103. Allah, (hayvanlara;) bahîre, sâibe, vasîle, hâm (isimlerini verip “Bunlar putlara adanmıştır, dokunulmaz.” demey)i meşru kılmamıştır. Fakat inkâr edenler, (“Bunlar emredildi.” diye) Allah’a karşı yalan uydurdular. Onların çoğu da düşünmezler (körü körüne tâbi olurlar).[37] [bk. 6/136]

104. Onlara: “Allah’ın indirdiği (Kur’an’ın hükmü)ne ve Resûl’(ün size bildirdiği şeyler)e[38] gelin.” denildiği zaman (onlar): “Atalarımızı, üzerinde bulduğumuz şeyler bize yeter!” derler. Ataları hiçbir şey bilmeyen ve doğruyu bulamayan (kimse)ler olsa da mı (yine onlara tâbi olacaklar)?

105. Ey iman edenler! (İyiliği emredip kötülüğü önlemede) kendiniz için üzerinize düşene bakın. Siz (bu görevi de îfâ ederek Allah’ın gösterdiği) doğru yolda olduğunuz zaman, artık sapanlar(ın günahı) size zarar vermez. Hepinizin dönüşü ancak Allah’adır. O size yaptıklarınızı haber verecektir.

(Hz. Ebû Bekir bir hutbesinde bu konu ile ilgili olarak, “Siz bu âyeti okuyor fakat yanlış tevil ediyorsunuz. Yani iyiliği emredip kötülüğü önleme görevini yapmadan, herkes yalnız kendisinden sorumlu, anlamı veriyorsunuz. Ben Allah Resûlü’nün şöyle dediğini işittim: ‘İnsanlar kötülüğü görüp de onu önlemeye çalışmaz (göz yumar)larsa, Allah onlara azabı yaygınlaştırır/yaygın bir azap gönderir,” buyurmuştur.)[39]

106. Ey iman edenler! Birinize ölüm (hali) geldiğinde (de edeceği) vasiyet sırasında, içinizden adalet sahibi iki şahit (gerekir) yahut eğer yolculukta birinize ölüm belirtisi gelmişse, (siz müslümanlardan da kimseler yoksa) sizden olmayan (yabancı) diğer iki kişi(yi şahit yapın. Bu ikisin)den şüphelenirseniz, onları namazdan sonra alıkoyar(ak yemin ettirir)siniz. (Onlar da:) “Akraba bile olsa onu (bu yemini) hiçbir değere (ve menfaate) satıp değiştirmeyeceğiz, Allah’ın (emrettiği) şahitliğini de gizlemeyeceğiz. Çünkü biz, bu takdirde elbette günahkârlardan oluruz.” diye Allah’a yemin ederler.

107. Eğer bu ikisinin de (yalan söyleyip hakkı gizlemeleri gibi) bir günah kazandıkları anlaşılırsa, o zaman o hak sahibi olan (mirasçı)lardan en lâyık iki kişi, onların yerlerine geçer. (Onlar da:) “Billâhi, elbet bizim şahitliğimiz, o ikisinin şahitliğinden daha doğrudur, biz haddi de aşmadık. Çünkü biz bu takdirde elbette zalimlerden oluruz.” diye Allah’a yemin ederler.

108. Bu (yemin şekli), şahitliği gereğince yerine getirmeleri konusunda yahut yeminlerinden sonra (bu) yeminlerin reddedilmesinden (ve böylece yalancı sayılmaktan) korkmaları(ndan dolayı) daha uygundur. Allah’tan korkun (ve emirlerini) dinleyin! Allah, emrinden sapmış olan topluluğu doğru yola eriştirmez.

109. Allah (kıyamette) bütün peygamberleri topladığı gün: “(Ümmetlerinizden) ne cevap aldınız?” diyecek; (onlar da: “Senin ilminin yanında) bizim hiç bilgimiz yoktur, şüphesiz görülmeyeni/bilinmeyeni hakkıyla bilen (ancak) sensin, sen.” diyecekler.

110. Allah (o gün) şöyle buyuracak: “Ey Meryemoğlu İsa! Sana ve annene olan nimetimi hatırla! Hani seni Rûhu’l-Kuds (Cebrail) ile desteklemiştim. (Bu sayede Allah’tan bir mucize ile) beşikte, yetişkin iken de (peygamber olarak) insanlarla konuşuyordun. Hani sonra (da sana) kitabı (yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretmiştim. Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde (bir şey) yapıyordun, içine üflüyordun, o da benim iznimle (canlanıp) kuş oluyordu; anadan doğma körü ve (derisi) alacalıyı benim iznimle iyileştiriyordun. Hani benim iznimle ölüyü (mezardan) çıkar(ıp dirilt)iyordun. Hani sen kendilerine (İsrâiloğulları’na) açık deliller (mucizeler) getirdiğinde onlardan küfre sapanlar: ‘Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.’ demişlerdi de o vakit İsrâiloğulları’nın seni öldürmelerine mânî olmuştum.” [krş. 3/45-46]

111. Hani havârilere: “Bana ve Resûlüme inanın.” diye ilham etmiş (bildirmiş)tim.[40] Onlar da: “Biz iman ettik, (yâ Rabbi! Sen) şahit ol ki biz gerçek müslümanlarız.” dediler.

112. Havâriler: “Ey Meryemoğlu İsa! (Dua etsen) Rabbin bize (bugün) gökten bir mâide (bir sofra yemek) indirebilir mi?” demişlerdi. O: “Eğer inanmış iseniz, Allah’a saygılı olun (O’nun kudretinden ve benim peygamberliğimden şüpheye sapmayın.) demişti.”

113. Onlar: “(İnanıyoruz fakat) istiyoruz ki ondan yiyelim, kalbimiz rahatlasın, senin (peygamberlik iddianda) bize doğru söylediğini bilelim ve ona şahitlik edenlerden olalım.” dediler.

(Havârilerle Hz. İsa arasında geçen bu konuşmalar, Hz. İsa’nın da Rab değil Rabbin kulu ve peygamberi olduğunu gösteren bir delildir. Havâriler de zaten böyle biliyorlardı (bk. 3/52). Diğer taraftan, mucize istemek, imanda şüphe ve Rabbe saygısızlık sayılır.)

114. Meryemoğlu İsa da (dua ederek): “Ey Allah’ım! Ey Rabbimiz! (Bugün) bizim üzerimize gökten bir sofra indir de bizim için hem evvel (gelen)lerimiz hem de sonra (gelecek)lerimiz için bir bayram ve sen(in kudretin)den bir âyet (mucize) olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın.” dedi.[41]

115. Allah buyurdu ki: “Ben şüphesiz onu size indireceğim. Fakat sizden kim (bundan) sonra inkâr ederse, hiç şüphe yok ki ben ona, kâinatta hiç kimseye azap etmediğim (şiddetteki) bir azap ile azap ederim.”

116. Allah: “Ey Meryemoğlu İsa! İnsanlara: ‘Allah’tan başka beni ve annemi iki ilâh edinin.’ diyen sen misin?” dediği zaman, (İsa) dedi ki: “(Hâşâ!) Seni tenzih ederim. (Sen yücesin, yâ Rab!) Doğru olmayan şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer onu demiş olsaydım mutlaka sen onu bilirdin. Benim içimden geçen (her) şeyi sen bilirsin. Ben ise senin zâtında olan (ve bildirmediğin hiçbir şey)i bilemem. Şüphesiz ki gizlilikleri hakkıyla bilen sensin sen.”

117. “(Yâ Rabbi!) Ben onlara: ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin.’ diye bana emrettiğinden başkasını söylemedim.[42] Ben içlerinde olduğum müddetçe üzerlerinde (izninle) bir şahit (ve bir gözcü) idim. Fakat sen, beni içlerinden alınca[43] üzerlerine gözcü artık yalnız sen oldun. Sen her şeye şahit/her şeyi görensin.”

118. “Eğer onlara azap edersen, onlar senin kullarındır (dilediğini yaparsın). Eğer onları bağışlarsan yine şüphesiz mutlak galip ve mutlak hüküm ve hikmet sahibi sensin, sen.” (diye cevap verecek).

119. Allah (şöyle) buyuracak: “Bu(gün) doğru söyleyenlerin, doğruluklarının (kendilerine) fayda vereceği gündür. Onlar için, içinde ebedî kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte bu, en büyük kurtuluş ve mutluluktur.”

120. Göklerin, yerin ve onlarda bulunan (bütün) şeylerin mülkü Allah’ındır. O her şeye hakkıyla kâdirdir. [krş. 4/126]

(Dünyada insana verilen mal ve mülkün hepsi emanettir. İnsan, kazandığının ve harcadığının helal olup olmadığının hesabını vermekle mükelleftir.)


[1] Muharrem, Receb, Zilkâde, Zilhicce aylarıdır. [bk. 2/194]

[2] Müşrikler bu hükmün dışındadır. [bk. 9/5]

[3] Bunların dışındaki haramlar için bk. 2/173, 7/157.

[4] Bu âyet Vedâ Haccı arefesinde Arafat’ta nâzil olmuştur. Son inen ahkâm âyetidir (bk. 3/19, 85 ve dipnotları). Böylece hayat nizamını sağlamak ve âhiret saadetini kazanmak için gönderilen İslâm dini tamamlanmıştır. Artık bundan sonra Allah ve Resûlü’nün emir ve hükümlerine aykırı olarak ortaya atılan her şey bid‘attir, reddedilmiştir. Peygamberimiz’in, “Siz dünya işlerini daha iyi bilirsiniz.” hadisi ise bağ, bahçe, ziraat, sanat, teknik ve benzeri konulardaki ihtisas hakkında olup bu yasaklamanın kapsamı dışındadır. Hayat tarzı olarak İslâm dinini beğenmeyenlerin imanından söz edilemez.

[5] Ehl-i Kitab’ın avladıkları veya kestikleri İslâm’a göre helal hayvanlar da, Allah’tan başkasının adını andıkları kesin olarak duyulup bilinmedikçe yenilir. Ancak bir çırpıda kesilen (tezkiyesiz) kanı akıtılmayarak öldürülen hayvanlarla, müşrik ve kâfirlerin mürted, inkârcı ve Allah’ın adını anmayı kasten terkedenlerin (6/121) kestikleri yenmez (İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 486-487, 612-613; Elmalılı, II, 578, III, 2042). [Ehl-i Kitab’ın müşriklik ve kâfirliği hakkında bk. 2/91, 5/17, 72, 73; 9/30]

[6] Âyet-i kerîmede ayakları yıkamada geçen (topuklara kadar) ifadesi ayakları yıkamaya delâlet edip üzerine meshetme zannını ortadan kaldırmaktadır. Çünkü meshetmede ”…kadar” ifadesi kullanılmaz. Aynı zamanda Kur’an metninde “ercüleküm” kelimesindeki “lâm” harfinin üstün olarak harekelenmesi ve okunması da Ehl-i Sünnet’e göre bunun delilidir. Bazı kıraat imamları “ercüleküm” kelimesini, önündeki “vav” harfiyle, yakınlığı sebebiyle önceki “ruûsiküm” kelimesine atıf yaparak “ercüliküm” şeklinde okumuşlarsa da Câmiu’l-ulûm adlı eserde “Bu atıf mâna bakımından değildir.” denilmiştir. Cumhûr-ı fukahâ ve müfessirler, yıkamanın farz olduğunu beyan etmişlerdir. Hadîs-i şerîfte de topuk kemikleri kuru kalanlar için, “Vay, şu ökçelerin ateşteki haline!” buyurulmuştur (Elmalılı, II, 1584-1585). Câbir (ra.) şöyle demiştir: “Resûlullah (sas.) ayaklarımızı yıkamamızı emretti, kendisi de yıkadıktan sonra, ‘Kim fazla veya noksan yaparsa hakkını vermemiş, haddi aşmış olur.’ buyurdu.” (Şevkânî, I, 198).

[7] Toprağı böylece usulüne uygun meshetmekle teyemmüm edilmiş olur. [bk. 4/43]

[8] Bununla ilgili hüküm 4/135. âyetin dipnotunda geçti.

[9] Bk. Elmalılı, III, 186; Derveze, VII, 56.

[10] İsrâiloğulları’nda henüz meliklik devri başlamadığından âyetteki bu kelimeye bazı müfessirlerce “özgürlük” anlamı verilmiştir (Elmalılı, III,1641).

[11] Kudüs, Şam ve kısmen Ürdün.

[12] Kurtubî, VI, 125.

[13] İsrâiloğulları’nın Allah’a (cc.) karşı ne kadar lâübâli ve küstah oldukları bu âyetten çok açık olarak anlaşılıyor. Ayrıca, kendi Rableri değilmiş gibi, “Sen ve Rabbin…” diyorlar ve böylece imandan çıkacaklarını da düşünmüyorlar.

[14] Mevdûdî, I, 390.

[15] Udeh, II, 267-273; İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 510-511.

[16] Yalnız şahsî haklar (kul hakları) devlet tarafından bağışlanmaz, onun affı ancak hak sahibine aittir.

[17] İslâm’ın hırsızlık suçuna karşı koyduğu ceza, yüzeysel ve tek taraflı ele alınmış, ağır ve ilkel olduğu iddia edilegelmiştir. Halbuki, İslâm dışı sistemlerdeki cezalar hırsızlık olaylarını azaltmamış, aksine, hapishanede bu kötü fiilin inceliklerini de öğrenerek çıkanların çoğu aynı işe devam etmiş ve bu kervana katılan yenileriyle daha da artmıştır. İslâm, yalnız ceza veren bir nizam değildir. İslâm dini müslüman topluma, servetin dağılımında adaleti, terbiyeyi, sağlıklı yaşama ve yeterliliği garanti eder. Her ferdin yemesi, içmesi, giyinmesi ve evlenip bir yuva kurması devlet üzerindeki hakkıdır. Fertlere çalışma imkânı sağlar, fert de ihtiyaçlarını temin eder. Eğer işsizlik veya araçsızlık sebebiyle çalışamıyor, yahut geçici veya dâimî olarak çalışma kudretini kaybetmiş, ya da kazancı kâfî gelmiyorsa, devlet onun ihtiyacını çeşitli fonlardan (zekât vs.) karşılar, kimseye muhtaç etmez. Ayrıca İslâm (devlet olarak da) insanın hem ahlâkını ve vicdanını eğitip terbiye eder hem de hırsızlık içgüdüsünü yok eder, helal kazanca yöneltir, hırsızlığa giden yolları kapatır. Bütün bunlardan sonra aklı başında, ergen bir kişi özel düşüncesini gerçekleştirmek için hakkı olmayan ve korunan bir malı çalmışsa, artık ona bir mazeret yoktur. Bundan dolayı cemiyeti kurtarmak ve ferdî mülkiyeti korumak için ibret olması bakımından sağ el bilekten kesilir. Yoksa zalimlere acımak, mevki ve şöhretinden dolayı cezayı hafifletmek; hem mazlumlara hem çalışanlara ihanet ve hakaret olur. Belirlenmiş bir miktardan aşağı veya bekleyince bozulacak cinsten şeyleri çalanın ve bu gibi şeyleri çalmaktan başka çaresi olmayan muhtacın eli kesilmez. Yakalanıp mahkemeye intikal etmeden malı sahibine iade edip tevbe edenin de eli kesilmez. Bütün bunlar bir tarafa, İslâm tarihinde el kesme cezasının vukuu da çok azdır. Böylece Allah, kısasla canları, hırsızlık diyeti ile de malları korumuştur. Ancak bu âyet, hırsızlığa alışmışları ve büyük vurguncuları rahatsız etmiştir. [bk. Buhârî, “Hudûd”, 11; Seyyid Kutub, IV, 225-230; Mehmed Vehbi, III, 1215-1217; Udeh, IV, 439-449]

[18] Peygamberimiz (sas.), bu âyete göre, yahudilere ait meselelerde hüküm verip vermemekte serbest idi; fakat bu serbestlik, 5/48-49. âyetler gelince kalktı. Resûlullah (sas.) artık buna göre hakemlik yapmış ve hüküm vermiştir.

[19] Mukâtil, s. 163.

[20] Ashâb-ı kirâm bildirmiştir ki Tevrat ve İncil’de yazılan ve Kur’an’da da aynen tekrar edilip tasdik edilen bu âyetlerin hükmü, bu ümmet üzerine farzdır. Süddî (ra.), “Kim Allah’ın indirdiği ile kasıtlı olarak ve beğenmeyerek hükmetmezse o kâfirdir.” İbni Abbas’dan rivayet edilmiştir ki: “Kim Allah’ın hükümlerini kabul etmeyip indirdiklerine değer vermez ve uygulamayı reddederse Allah’ı ve hâkimiyetini tanımamış olduğundan kâfir olur. Kim kabul edip de dünya menfaati veya cehaleti yüzünden hükmetmezse zalim ve fâsık olur.” Kâdı Beydâvî tefsirinde âyetin açıklamasında şöyle denilir: “Allahu Teâlâ’nın mutlak hâkimiyetini tanımamak veya hükümlerini küçümsemek ve beğenmemek, inkâr mânasına kâfirliktir.” Maksat inkâr olmasa bile, Allah’ın hükümleri adalet demek olup adaletin dışındaki uygulamalar zulümdür. Aynı zamanda 47. âyette geçtiği üzere “fâsıklık” denilmiştir (İbni Kesîr (Çetiner), V, 1685-1690; Semerkandî, II, 203). [4/60; 6/114]

[21] Şeri‘at, tevhid esasına dayalı olmak üzere, din ve dünya işlerini düzenlemek için Allah’ın dinlerde değişik olarak gönderdiği hükümlerdir ki dinin tamamını içine alır. Minhâc ise, o şeri‘atın yolu yöntemi ve değişmeyen iman esaslarıdır. [Elmalılı, (Heyet), III, 254,256]

[22] İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 525.

[23] Semerkandî, II, 208.

[24] Tâğût için ayrıca bk. 2/256 ve açıklaması; 4/60, 76; 16/36. Maymunlar için bk. 2/65; 7/166.

[25] Resûlullah’ın hicretinden sonra Medine’deki yahudilerin mallarındaki bereket kalktı ve darlığa düşmeye başladılar. Onun için böyle dediler ve lanetlendiler.

[26] Tevrat ve İncil’deki Resûlullah (sas.) ile ilgili hükümleri (Beydâvî).

[27] Beydâvî; İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 535. Ehl-i Kitab’ın İslâm’dan önceki tevhid üzere olan imanları ve amelleri makbuldür. Fakat İslâm’ın gelmesi ve bilinmesinden sonra, ancak İslâm’a girip sâlih amel işlerlerse kurtuluşa ererler. (Semerkandî, I, 124-125). [bk. 2/41; 3/110, 113, 114; 5/104; 7/157, 158; 9/129; 22/17]

[28] Âyet-i kerîme, yahudilerin Hz. Meryem’e iftira ederek, “Hz. İsa’yı gayr-ı meşru doğurdu.” demelerini reddetmekte ve onun namuslu bir bâkire olduğunu söylemektedir. Başka âyetlerde ise bunun bir mucize olduğu belirtilmektedir. Hıristiyanlar, Hz. Meryem’e Hz. İsa ile birlikte bu mucizeden dolayı ilâhlık vasfı vermektedirler. Buna karşı âyette, “ilâhlar yemez, içmez; halbuki bunlar insanlar gibi yer içerler.” denilerek onların bu inançları çürütülmektedir. [bk. 3/45, 47; 19/16, 37]

[29] Yaptıkları işlerin şekil ve cezaları için bk. 7/163 ve dipnotu, 166.

[30] Nitekim, Habeş hıristiyanlarından keşiş, rahip ve halktan bir grup, Resûlullah’ı dinlemek ve özelliklerini görmek için gönderilmişti de, Resûlullah (sas.) tarafından okunan Kur’an’ı dinleyince müslüman olmuşlardı.

[31] İnsan idrakinin kendi başına anlamaktan aciz kaldığı, felsefî düşüncelerin binlerce yıldır ulaşamadığı gerçek, ancak Kur’an’ın anlaşılmasıyla ortaya çıkar.

[32] Yemin üç kısma ayrılır:    a. Yemin-i lağv, kasıtsız yapılan yemindir. [krş. 2/225]       b. Yemin-i mün‘akid, bir şeyi yapmak veya yapmamak için yapılan yemindir ki sorumluluk yükler, yerine getirmemenin cezası âyette geçti.     c. Yemin-i gamûs, yalan yere yapılan yemindir ki cezası âhirettedir, fakat helalleşmek ve tevbe ile affolunabilir.             Eğer yapılması haram ve kötü bir şeyi yapmaya yemin edilmişse onu yapmaktan vazgeçilip o yemin bozulacak ve kefâreti yerine getirilecektir. Kişinin baştaki üç şarttan birini yerine getirmeye gücü yetmezse, üç gün oruç tutar.

[33] Rabbin emirleri ve ulûhiyeti karşısında dikilen her şey, hatta putlaşan akıl ve nefs-i emmâre bile. [bk. 25/43; 45/23]

[34] Bu âyette kumar ve içki kesin olarak yasak edilmiştir (2/219; 4/43; 16/67). Başlangıçta kimin kazanacağı belli olmayan, fakat sonunda bir tarafın az çok maddî kaybına veya kazancına sebep olan her oyun kumardır. Kendimizi ve neslimizi bunlardan kurtarmak şarttır. İçkiyle ilgili üç merhaleden sonra yasağın sonuncusu olan bu âyet gelince, artık şarabın (içkinin) kesin haram olduğu ilan edildi. Bunun üzerine elinde kadehi olan onu kırdı. Ağzında yudumu olan onu attı ve ağzını yıkadı. Şarap küpleri hep kırıldı, sokaklardan şarap aktı. Herkes hep bir ağızdan, “Bıraktık yâ Rabbi!” dediler. Hz. Peygamber, “Her sarhoşluk verenin azı da çoğu da haramdır.” buyurmuştur. Bundan böyle Allah’ın ve Peygamber’in, bu yasak emri, kesin inananlarca uygulanmaktadır. Yine bu âyet-i kerîmelerle câhiliye dönemindeki her türlü put/heykel, kumar ve kumar cinsi şans oyunları, torba içinde çekilen numaralı oyunlar -isterse fakirlere yardım için olsun- hepsi yasak edilmiştir; haramdır. Bunların hepsi aklı perdeleyen, Allah’a kulluğu unutturan, şahsiyeti ve ruhu kirleten pisliktir. [bk. 22/30 ve dipnotu]

[35] Şeytanın hile ve düşmanlıkları için bk. 2/10-36, 168-169, 268; 4/120; 7/16-17; 15/40-42; 17/53-64; 20/120; 22/53; 24/20; 29/38; 38/82; 47/25; 58/10,19; 59/16.

[36] Âyet-i kerîmedeki “kıyâm”, kıvâm (nizam) mânasındadır. [bk. 2/125; 3/97]

[37] Câhiliye Arapları’na göre, Bahîra, bir deve beş defa doğurur da beşincisi erkek olursa, bu anne devenin kulağının delinip salıverilmesidir ki artık kimse ondan faydalanmazdı. Sâibe, yine bir kimsenin hastalıktan kurtulunca putlara adadığı devesinin kulağını delip böyle salıvermesidir. Vasîle, bir koyun veya deve biri dişi, diğeri erkek olarak ikiz doğurursa, dişiden dolayı erkeğinin puta kurban edilmemesine denilir. Ham, on defa dölleyip nesil bırakan erkek devenin bırakılmasına denilirdi ki, kimse artık ona dokunmazdı. Bunları Allah’ın emri diye yaparlardı. İşte vahiyle onaylanmayan, fakat din gibi uygulanan bu tür câhiliye âdetleri kaldırılmıştır.

[38] İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 555; Sâbûnî (Safve), I, 369; Sünen-i Tirmizî (Mollamehmedoğlu), “Tefsîr,” sûre: 5, hadis no: 15.

[39] Kötü şeyleri önlememekte durum böyle olursa, haram şeylere ve haram işlenen yerlere izin verilmesinin durum ve sonucundan çok korkmak lazımdır (İbni Kesîr (Çetiner), VII, 252). [bk. 8/25]

[40] “Vahiy” kelimesi şu âyetlerde “bildirdi” anlamındadır: 5/111; 8/12; 20/38; 41/12.

[41] Mucize, tabiatüstü hadise olup gerek tabiat olaylarını düzenli bir şekilde yaratan ve gerekse peygamberlerini mucizelerle destekleyen de ancak Allah’tır.

[42] Hz. İsa’ya “Allah” diyenler kâfir olmuşlardır. [bk. 5/17, 72]

[43] Âyetteki “teveffeytenî” (vefat ettirme/canını alma) kelimesine, burada “kabadtenî” (tutup alma/teslim alma) mânası verilmektedir (Mukâtil, s. 142; Keşmîrî, s. 62; Zuhaylî (Tefsîr), s. 128). [bk. 3/55; 4/158; 6/60 ve açıklamaları; 43/57-61 ve dipnotu]