9. Tevbe Sûresi

Bir diğer ismi “Berâ’e”dir. Medine döneminde nâzil olmuştur. 129 âyettir. 113. âyet Mekkî’dir. Bu sûrenin başında Besmele yazılmamış ve okunmamıştır[1]. En son inen sûredir.

1. (Bu,) Allah ve Resûlü’nden antlaşma yaptığınız müşriklere ültimatomdur/son bir ihtardır.

2. (Ey müşrikler!) Yeryüzünde dört ay daha (rahatça) dolaşın. Ama bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakamazsınız ve Allah mutlaka kâfirleri rezil (ve perişan) edecektir.

3. Ve (bu) hacc-ı ekber (büyük hac) gününde Allah’tan ve Resûlü’nden insanlara (şöyle) bir ilandır ki Allah ve Resûlü, artık (Allah’a rağmen başkasını yüceltip ona bağlanmakla) müşrik olanlardan uzaktır (onlarla arada bir bağ kalmamıştır). Eğer (küfürden ve hainlikten) tevbe ederseniz, o sizin için hayırlıdır. Eğer (yine) yüz çevirirseniz, şüphesiz bilin ki siz, Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. (O’nun size mühleti, tevbe ederseniz diye lütfundandır. Resûlüm!) İnkâr edenlere çok acıklı bir azabı müjdele!

4. Ancak antlaşma yaptığınız müşriklerden, size karşı (bu sözleşmeden) hiçbir şeyi eksik yapmayan ve aleyhinize hiç kimseye arka çıkmayanlar (bu hükümden) hariçtir, onlara müddetleri (bitinceye) kadar antlaşmalarını tamamlayın (iptal etmeyin). Çünkü Allah, (ahdi bozmaktan) sakınanları sever.

5. (Mühlet verilen) haram aylar[2] çıkınca, o müşrikleri (ancak antlaşmaya ihanet etmeleri, size ve dininize saldırıda bulunmalarından dolayı bir kısmını) bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın (bir kısmını esir edin), (bir kısmını) hapsedin ve her gözetleme (ve geçit) yerinde otur(up onları bekley)in. Eğer (şirkten) tevbe ederler, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar ve zekâtı verirler (yani bunları kabul ederler)[3] ise onlara yol verin (serbest bırakın). Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. [bk. 2/190-191; 4/90-91; 9/12; 47/4; 60/8; krş. 9/11]

6. Eğer (bu) müşriklerden biri senden eman isterse, onu himaye et. Tâ ki bu sayede Allah’ın kelâmını işitip dinlesin (ve düşünsün). Sonra (eğer müslüman olmazsa) onu emniyette olacağı yere ulaştır. Çünkü onlar (hakikati) bilmeyen bir topluluktur.

7. O (sözünden dönen) müşriklerin, Allah katında ve Resûlü yanında nasıl (geçerli) bir antlaşmaları olabilir?! Ancak, Mescid-i Haram yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız hariçtir. Onlar size (karşı ahitlerinde) dürüst davrandıkça, siz de onlara dürüst davranın. Allah muttakîleri (emirlerine uyan ve hainlikten sakınanları) sever.

8. Nasıl (bir ahitleri) olabilir ki eğer onlar size galip gelirlerse, sizin hakkınızda ne bir yemin (ve hısımlık) ne de bir antlaşma (ve sorumluluk) gözetirler. Ağızlarıyla sizi hoşnut ederler, halbuki kalpleri buna yanaşmaz. Onların çoğu fâsık (âsî, yoldan çıkmış) kimselerdir (İslâm’a ve müslümanlara karşı hep hile düşünürler ve plan hazırlarlar).

9. Onlar, Allah’ın âyetlerini az/değersiz bir bedel (olan bir dünya menfaati) karşılığında sattılar, (halkı) O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten, onların yaptıkları şeyler ne kötüdür!

10. Onlar, bir mü’min hakkında ne bir yemin (ve hısımlık) ne de bir antlaşma (ve sorumluluk) gözetirler. İşte onlar saldırganların ta kendileridir.

11. Eğer onlar tevbe ederler, namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar ve zekâtı verirlerse, dinde sizin kardeşlerinizdir. Biz, bilecek (ve anlayacak) bir topluma âyetleri genişçe açıklıyoruz.

(Bu âyet-i kerîmede her türlü kâfirlikten, putperestlikten, şirkten tevbe edip namaz kılmayı ve zekât vermeyi kabul edenlerin ve İslâm’a teslim olan ve onun gereğini yerine getirenlerin, muvahhid mü’min olarak birbirlerinin kardeşi olacağının beyanı vardır.)

12. Eğer antlaşmalarından sonra yine yeminlerini bozarlar ve dininize dil uzatırlarsa, artık o küfür (güruhunun) önderleriyle hemen harp edin. Çünkü onların (gerçekte) yeminleri kalmamıştır. Belki (böylece onlar ve yoldaşları, bu dönekliklerinden) vazgeçerler.

13. (Ey mü’minler!) Yeminlerini bozan, Peygamber’i (yurdundan) çıkarmayı tasarlayan ve bununla beraber sizinle (silahlı) savaşa ilk önce kendileri başlayan bir toplumla (hâlâ) savaşmayacak mısınız? Onlardan korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) iman edenlerdenseniz, bilin ki Allah, kendisinden korkulmaya daha lâyıktır. [bk. 17/76]

14-15. Onlarla harbedin ki Allah, sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil (ve perişan) etsin, onlara karşı size zafer versin, mü’minler toplumunun gönüllerine de şifa (ferahlık) versin ve kalplerinin öfkesini gidersin. Allah dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

16. (Ey mü’minler!) Yoksa siz, içinizden cihad edenleri ve Allah’tan, Resûlü’nden ve mü’minlerden başkasını sırdaş edinmeyenleri Allah ortaya çıkarmadıkça (kendi halinize) bırakılacağınızı mı sandınız? Allah, yaptığınız şeylerden tümüyle haberdardır. [bk. 3/142; 29/2]

(Hz. Peygamber’in amcası Hz. Abbas, Bedir gazvesinde esir düştüğünde şöyle demişti: “Eğer siz, İslâm, hicret ve cihad ile bizleri geçmişseniz, biz de Mescid-i Haram’ı tamir etmekte, hacılara su vermekte ve esirleri kurtarmaktayız.” Bunun üzerine aşağıdaki âyetler indi.)

17. (Allah’ı bırakıp da başka şeyleri yüceltip ona bağlanan) müşriklerin, kendilerinin küfrüne (yine kendileri) şahitlik edip dururken, Allah’ın mescidlerini imar etmeleri olacak şey değildir. İşte onların (hayır namına) yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar, ateşte ebedî kalacaklardır.

18. Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve âhiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren, (İslâm’a uygun yaşamak için) Allah’tan başkasından korkmayan kimseler mâmur eder. (Onları yapar, cemaat ve âlimlerle şenlendirir)ler. İşte, onların doğru yola erenlerden olmaları umulur.

19. (Ey müşrikler! Siz) hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ın imârını, Allah’a ve âhiret gününe iman eden ve Allah yolunda cihad eden kimse(nin işi) gibi mi tuttunuz? Allah katında (bunlar asla) eşit olamazlar. Allah, (kendisini bırakıp başkalarına bağlanarak müşrik olan) zalimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.

20. İman edenler, (Allah ve Resûlü’nün gösterdiği yön ve yönteme) hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad eden/gayret gösterenler, Allah katında derece bakımından daha büyüktür. İşte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

21. Rableri onlara, katından bir rahmet, hoşnutluk ve içinde dâimî (bitmez tükenmez) nimet bulunan cennetleri müjdeler.

22. (Onlar) orada ebedî olarak kalacaklardır. Muhakkak ki en büyük mükâfat Allah katındadır.

23. Ey iman edenler! Eğer imana karşı küfrü/İslâm’a karşı olmayı sevip tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi (bile) dost edinmeyin. Sizden kim onları ‘dost edinir ve onların velayetleri (idareleri) altına girerse’, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.

(Mü’minler, gerçekten çağlar boyu Allah’ın bu emri doğrultusunda imtihan edilmişlerdir. Onlar, Allah’ı ve O’nu dost edinenleri dost ve velî edinmişler, fakat küfre, inançsızlığa sapan, Allah’ın indirdiklerinden hoşlanmayan, O’nun yoluna engeller koyan ve müslümanlara karşı açık veya gizli düşmanlık yapanları terk etmişler, Allah için sevmeyi ve Allah için buğzetmeyi esas almışlardır.) [bk. 5/55; 9/16; 47/3-9; 58/22; 60/1]

24. De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileniz, kazandığınız mallar, durgun gitmesinden korktuğunuz bir ticaret ve hoşlandığınız evler, size Allah’tan, Resûlü’nden ve O’nun yolundaki cihaddan daha sevimli ise, artık Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar toplumunu doğru yola eriştirmez.”

25. Andolsun ki, Allah, size birçok (savaş) yerler(in)de ve Huneyn[4] (deki savaş) gününde yardım etmişti. O vakit (Huneyn’de) çokluğunuz sizi böbürlendirmişti, ama o, size hiç fayda vermemişti. Bunca genişliğine rağmen yeryüzü size dar gelmişti. Nihayet (bozularak) arkanızı dönmüş (kaçmaya başlamış)tınız.

(Resûlullah (sas.), Mekke’yi fethedince Kâbe’deki putları kırmıştı. Hevâzin ve Sakîf kabileleri kendi putları olan Lât’ın bir benzeri olan Uzzâ’nın yıkılışını hazmedemeyerek alarma geçtiler, müslümanlara karşı büyük bir ordu toplayıp Mekke ve Tâif arasında bir ordugâh kurdular. Bunun üzerine Resûlullah (sas.) da, 12 bin kişilik bir ordu ile üzerlerine gitmişti. Fakat müslümanlar ordunun çokluğu ile övünüyorlardı. Huneyn vadisine gelince aniden saldırıya uğradılar; önce paniğe kapılıp dağılan müslümanlar, sonra Allah’ın yardımıyla derlenip toparlandılar ve onları dağıttılar.)

26. (Bu bozgundan) sonra Allah, Resûlü’nün ve mü’minlerin üzerine sekînetini (kalplere güven veren rahmetini) indirdi, görmediğiniz askerler indirdi ve inkâr edenleri de azaba uğrattı. İşte o kâfirlerin cezası budur.

(Müşrikler, Huneyn’de yenildikten sonra (H. 8) Hevâzin kabilesinden bir heyet gelip İslâm’a girdiklerini bildirdiler. Bunların arkasından da Sakîf kabilesinden bir heyetin gelip İslâm’a girmek istediklerini bildirmeleri üzerine bir çadıra misafir edildiler. Ve birtakım şartlar ileri sürdüler. Şartlarından ikisi namaz kılmamak ve zekât vermemekti, biri de putları olan Lât’ın, halk arasında panik olmaması için üç sene daha yıkılmaması idi. Resûlullah (sas.), bu şartlı ve putlu imanın kabul olunmayacağını bildirdi. Sonra ilk iki şartı kabul ettiler ve meydan putu Lât’ın da yıkılması talebi ile ilgili süreyi iki yıla, sonra bir yıla, sonra üç, iki ve bir aya indiler. Bu da sonuç vermeyince kesin bir imanla teslim oldular. Fakat Lât’ın bizzat Resûlullah (sas.) tarafından yıkılmasını istediler. İşte böylece önce kalplerindeki putlarını, sonra meydandaki putlarını yıkarak kesin iman ile İslâm’a girdiler.[5] Bu gösteriyor ki, makbul müslüman olmak için insanın gerek kendisinin gerek toplumun ölçülerine, heva ve heveslere uygunluk değil, ancak Allah ve Resûlü’nün bildirdiği şekilde iman ve teslimiyet gerekir.)

27. Sonra Allah, bunun ardından da dilediğinin tevbesini kabul eder. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

28. Ey iman edenler! Müşrikler ancak bir pisliktir (murdardır).[6] Artık bu yıllarından[7] sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer (onların Kâbe’ye gelmemesiyle) yoksul olmaktan korkarsanız, (biliniz ki) Allah dilerse, kendi bol nimetinden sizi zengin edecektir. Şüphesiz ki Allah (en) iyi bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.

29. Kendilerine kitap verilenlerden; Allah’a, âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resûlü’nün haram ettiği şeyleri haram saymayan, hak (olan İslâm) dinini kendine din edinmeyen kimselerle, küçül(üp boyun eğ)erek elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.[8]

30. Yahudiler: “Üzeyr Allah’ın oğludur.” dedi(ler). Hıristiyanlar da: “(İsa) Mesih Allah’ın oğludur.” dedi(ler, kâfir oldular).[9] Bu, onların ağızlarıyla (cahilce geveledikleri) sözleridir. (Böylelikle onlar) daha evvel küfre sapanların sözlerini[10] taklit ederler. Allah onları kahretsin! (Haktan) nasıl da çevriliyor (ve yalan uyduruyor)lar! [bk. 3/67 ve dipnot]

31. Bilginlerini (hahamlarını), rahiplerini ve Meryemoğlu Mesih’i Allah’tan ayrı rabler edindiler. Halbuki onlara, ancak bir tek ilâh (olan Allah’)a kulluk etmeleri emredildi. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları şeylerden uzak ve yücedir.

(Resûlullah (sas.), bu âyeti okurken içeriye daha evvel hıristiyan iken İslâm ile şereflenen Adiy b. Hâtem (ra.) girdi. Bu âyeti duyunca Resûlullah’a ,“Onları rab edinmiyor, onlara ibadet etmiyorlar ki!” dedi. Resûlullah (sas.) da, “Onlar, Allah’ın helal kıldığı şeyleri haram (farz kıldıklarını yasak), haram kıldığı şeyleri de serbest/helal kıldıkları zaman, onlara (gönüllü) itaat etmiyorlar mı?” diye sordu. O da, “Evet ediyorlar.” deyince, Resûlullah (sas.), “İşte bundan dolayı onlara (rab olarak) tapıyorlar/kulluk ediyorlar.” buyurdu. Abdullah b. Abbas demiştir ki: “Hahamlar ve papazlar, kendilerine secde etmelerini istememişlerdir. Fakat onlar, Allah’ın emirlerine aykırı emirler vermişler, bundan dolayı kendilerine ‘rabler’ denilmiştir. O emirleri gönüllü olarak kabullenenler ve istekle yerine getirenler de onları rab edinmişler ve küfre girmişler demektir.”[11] (bk. 10/32; 19/80-81). Bu âyet ve onu açıklayan hadîs-i şerîf, Allah’a ortak koşmanın, O’ndan başka rab edinmenin/şirkin çok açık bir örneği ve delilidir.) [bk. 3/64]

32. (Bütün açık veya gizli kâfir gruplar, her yerde İslâm’a karşı olup) Allah’ın nurunu ağızlarıyla[12] söndürmek isterler. Allah ise, kâfirler hoşlanmasa da, mutlaka nurunu tamamlamak (ve yüceltmek) ister (tamamlayacaktır da).

33. O (Allah’tır) ki müşrikler hoşlanmasa da (kemâle ermiş son) dininin, bütün dinlerin üzerinde olduğunu göstermek için Resûlü’nü, hidayet (rehberi Kur’an) ve hak din (İslâm)[13] ile göndermiştir. [bk. 48/28; 61/8-9]

34. Ey iman edenler! Muhakkak ki (yahudi) hahamlarından ve (hıristiyan) rahiplerinden birçoğu, insanların mallarını haksızlıkla yerler[14] ve (onları) Allah yolundan uzaklaştırırlar. (Bir de) altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda sarf etmeyenler var ya, işte onları acıklı bir azap ile müjdele!

35. O gün (bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanacak: “İşte bu, kendiniz için biriktirip yığdıklarınız! Haydi biriktirip istiflediğiniz şeyleri(n acısını) tadın!” (denilecek).[15]

36. Şüphesiz gökleri ve yeri yarattığı günden beri Allah katında ayların sayısı, Allah’ın kitabında on iki aydır. Onlardan dördü (olan Zilkâde, Zilhicce, Muharrem, Receb) haram olan (hürmet gereken ay)lardır. İşte dosdoğru din (hesap) budur. O halde onlarda (yani, o haram aylarda savaşıp saygısızlık ederek) kendinize yazık etmeyin. (Fakat) müşrikler sizinle topluca (bu aylarda) savaşırlarsa, siz de onlarla topluca savaşın. Bilin ki Allah, (günahlardan) sakınanlarla beraberdir. [bk. 2/191-194]

(Yüce Allah’ın belirli aylarda yapılan ibadetleri ay takvimine göre koymasında bir hikmet vardır. Yıl içindeki oruç ve hac gibi ibadetlerin değişik zamanlara gelmesiyle hem güneş takvimine göre senenin bütün günleri bu ibadetlerle şereflenmiş hem de zor ve kolay günlerde yapılan ibadetlerle bir imtihan kazanılmış ve de bir dengeleme meydana gelmiş olacaktır. Allah’ı tanıyıp da Hz. Peygamber’i ve Kur’an’ı tanımayan müşrikler, haccı ve savaşı belirli aylarda yapmak için haram ayları güneş takvimine göre sabitleyerek ilâhî kanunun aslî gayesini ortadan kaldırmışlar, kâfirliklerini artırmışlardı. Ancak 34. sene Zilhicce’nin 9-10’unun aynı eski yerine geldiğini tespit eden Resûlullah (sas.) o sene Vedâ Haccını yapmış ve bunu ilan etmişti. Kamerî (ay) takvimi/hicrî takvim başlangıç olarak Resûlullah’ın hicretini, güneş takvimi de Hz. İsa’nın doğumunu esas almıştır. Kamerî aylar: Muharrem, Safer, Rebîülevvel, Rebîülâhir, Cemâziyelevvel, Cemâziyelâhir, Receb, Şaban, Ramazan, Şevvâl, Zilkâde, Zilhicce.)

37. (Haram aylarda savaşmak için bu) ayların yerlerini değiştirip sonraya bırakmak, olsa olsa küfürde bir artış (sebebi)dir ki onunla kâfirler saptırılır (daha da sapıp giderler).[16] Onlar, bir sene onu (o haram ayı geciktirmeyi) helal ve bir sene haram sayarlar ki (bu da görünüşte), Allah’ın haram kıldığı (ayları)n sayısına uydurmak, (böylelikle de) Allah’ın haram kıldığını helal yapmak içindir. Onlara yaptıkları işin kötülüğü süslü (cazip) göründü. Allah, o küfre sapanlar güruhunu (zorla) doğru yola iletmez. [bk. 9/40]

38. Ey iman edenler! Size ne oldu da: “Allah yolunda hep birden seferber olun (savaşa çıkın).” denildiği zaman yere çakılıp kaldınız? Âhiretten (vazgeçip, yalnız) dünya hayatına mı razı oldunuz? Ama dünya hayatının faydası (ve refahı) âhiretin yanında pek azdır.

39. Eğer hep birden seferber olmaz (emredilen savaşa çıkmaz)sanız, (Allah) size acıklı bir azapla azap eder ve yerinize başka (itaat eden) bir topluluk getirir. O’na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah her şeye kâdirdir.[17]

40. Eğer siz, o (Allah Resûlü’)ne yardım etmezseniz (mühim değil), muhakkak ki Allah, ona yardım etmiştir: Hani vaktiyle kâfirler onu iki kişinin biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları (hicretine sebep oldukları) zaman, (Ebû Bekir’le) ikisi (Sevr dağında) mağarada iken, arkadaşına: “Üzülme, Allah mutlaka bizimle beraberdir.” diyordu. (İşte o zaman) Allah, o(na yardım etti ve arkadaşının kalbi)ne huzur ve güveni indirdi. O’nu, görmediğiniz askerlerle kuvvetlendirdi. Böylece inkâr edenlerin sözünü (dâvâsını) en aşağı kıldı. Allah’ın (tevhid) kelimesi ise, o çok yücedir. Allah mutlak galiptir, eşsiz hüküm ve hikmet sahibidir.

41. (Ey mü’minler!) Gerek hafif, gerek ağır olarak (kolay zor; silahlı silahsız; binekli yaya; genç yaşlı, hangi halde olursanız olun)[18] hep birlikte seferber olun, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz, sizin için bu daha hayırlıdır.

(Bu âyet-i kerîmedeki genel çağrıdan, 91. âyetle hasta, güçsüz ve fakirler muaf tutulmuştur.)

42. Eğer o (cihad), yakın bir menfaat (ganimet) elde etme ve orta yollu (yakınlıkta) bir yolculuk olsaydı (o münâfıklar) elbette sana uyarlardı. Fakat o meşakkatli (olan Tebük seferi) olunca, onlara uzak geldi. Bununla beraber onlar, (sen dönünce): “Eğer gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık.” diye kendilerini helak edercesine Allah’a yemin edecekler. Allah, onların yalancı olduklarını elbette bilmektedir.

43. Allah seni affetti.[19] (Ama) doğru söyleyenler sana belli oluncaya ve yalan söyleyenleri sen bilinceye kadar (beklemeyip de) niçin onlara (seferden geri kalmaları için) izin verdin ki?

44. Allah’a ve âhiret gününe inananlar, mallarıyla, canlarıyla savaşmaları hususunda senden (bir bahane ile) izin istemezler. Allah, muttakîleri (emrine uyan, itaatsizlikten sakınanları) çok iyi bilmektedir.

45. Ancak Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşmüş olan kimseler, senden (savaşa gitmemek için) izin ister(ler). İşte onlar, şüphelerinin içinde bocalayıp dururlar. [bk. 24/62]

46. Eğer (münâfıklar, savaşa) çıkmak isteselerdi, elbette onun için bir hazırlık yaparlardı. Fakat Allah, onların (korkakça) davranmalarını çirkin gördü de kendilerini alıkoydu ve (onlara): “Oturun, oturan (kadın)larla beraber.” denildi.

47. Eğer onlar, sizinle savaşa çıksalardı, size bozgunculuktan başka katkıları olmaz ve sizi (birbirinize karşı) fitneye düşürmek isteyerek aranıza sokulur (tuzak kurar)lardı. İçinizde onlara kulak verecekler de var. Allah o zalimleri hakkıyla bilendir.

48. Doğrusu onlar, daha önce (Uhud gazvesinde) de fitne (ve fesat) çıkarmak istemişler ve senin aleyhinde türlü türlü işler çevirmişlerdi. Nihayet gerçek (olan, Allah’ın emri yerine) gelmiş ve onlar istemedikleri halde, Allah’ın emri (O’nun dini) galebe çalmıştı.

49. Onlardan kimi de: “Bana izin ver (ben sefere çıkmayayım,) beni fitneye (günaha)[20] düşürme.” der. Haberin olsun ki onlar, zaten fitneye düşmüşlerdir. Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri mutlaka kuşatacaktır.

50. Sana bir iyilik gelirse onları üzer. Eğer sana bir kötülük/yenilgi gelirse: “Biz daha önceden tedbirimizi almıştık (bizi ilgilendirmez).” derler ve onlar sevine sevine dönerler.

51. De ki: “Allah’ın bizim için yazdığından başkası, bize asla isabet etmez. O, bizim Mevlâmızdır. Onun için, mü’minler yalnız Allah’a güvenip dayansınlar.”

52. De ki: “(Siz) bizim için iki iyiliğin birinden (şehitlik veya gazilikten)[21] başkasını mı bekliyorsunuz? (Bu bizim özlediğimiz şeydir.) Oysa biz, Allah’ın, ya kendi katından veya bizim elimizle, sizi bir azaba uğratmasını bekliyoruz. Haydi bekleyin! Biz (de) sizinle beraber (âkıbetinizi) beklemekteyiz.”

53. De ki: “İster gönüllü, ister gönülsüz sadaka verin, sizin sadakanız asla kabul edilmeyecektir. Çünkü siz, fâsık (Allah yolunda itaatten çıkan) bir topluluk oldunuz.”

54. (Sadaka olarak) harcadıklarının, onlardan kabul edilmesine engel olan (tek sebep), sadece onların Allah’ı ve Resûlü’nü (içten içe) inkâr etmeleri, namaza ancak üşene üşene gelmeleri ve (sadakayı) isteksiz vermeleridir. [bk. 4/142-143]

55. (Resûlüm!) Artık onların malları da evlatları da seni imrendirmesin. Ancak Allah, dünya hayatında onlara, bunlarla azap etmeyi ve kâfir olarak canlarının çıkmasını diler. [krş. 20/131]

56. (Münâfıklar) kendilerinin hakikaten sizden olduklarına (dair) Allah’a yemin ederler. Halbuki onlar, sizden değillerdir. Fakat onlar çok korkak bir topluluktur.

57. Eğer sizden kaçıp sığınacak bir yer, yahut mağaralar veya girecek bir yer bulsalardı, şüphesiz ki onlar koşarak oraya yönelirlerdi.

58. Onlardan kimi de sadakalar(ın taksimi) hususunda seni (îmalı bir tarzda) ayıplar. O (sadaka)lardan (istedikleri kendilerine) verilirse hoşlanırlar, verilmeyince de hemen kızarlar.

(Rivayet edildiğine göre Resûlullah (sas.) bir ganimeti bölüştürürken Temîmoğulları’ndan Zü’l-Huvaysıra adında birisi,“Yâ Resûlallah! Adaleti gözet.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas.), “Öyle mi! Ben de adaleti gözetmezsem artık kim âdil davranır?!” cevâbını verdi. İşte bu âyetin sebeb-i nüzûlü bu hâdisedir.)

59. Eğer onlar, Allah ve Resûlü’nün kendilerine verdiği şeye razı olsalardı ve: “Bize Allah yeter, yakında hem Allah hem de Resûlü bize bol lütfundan verecek. Biz, sadece Allah’a rağbet eden (ümit bağlayan)larız.” deselerdi (kendileri için ne iyi olurdu).

60. Sadakalar (zekâtlar), Allah tarafından bir farz olarak ancak, fakirlere, yoksullara,[22] o (zekât)ların toplanmasına memur olanlara, kalpleri (İslâm’a) ısındırılacak olanlara, (azat edilecek) köle (ve esir)lere, (borcunu veremeyecek olan fakir) borçlulara, Allah yolundaki (mücahid)lere, muhtaç kalan yolculara mahsustur. Allah hakkıyla bilendir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.

61. Yine o (münâfık)lardan öyle kimseler vardır ki: “O, (her şeyi dinleyip reddetmeyen) bir kulaktır.” diyerek Peygamber’i incitirler. De ki: “(O,) sizin için hayrın kulağıdır; Allah’a iman eder, mü’minlere inanıp güvenir. (O) içinizden iman edenler için bir rahmettir. Allah’ın Resûlü’nü incitenler var ya, işte onlar için acıklı bir azap vardır.”

62. O (münâfıklar/sözde müslüman gözüke)nler sizi hoşnut etmek ve kendilerini kabullendirmek için Allah’a yemin ederler. Eğer onlar mü’min iseler, Allah ve Resûlü’nü hoşnut etmeleri daha doğrudur.

63. Hâlâ şunu anlayıp öğrenmediler mi ki kim Allah’a ve Resûlü’(nün emirleri)ne muhalefet eder/karşı koymaya kalkarsa ona, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşi vardır. İşte bu, en büyük zillet ve rezilliktir.

64. Münâfıklar, kalplerinde olan şeyleri, kendilerine haber verecek bir sûrenin tepelerine indirilmesinden çekinirler (yine de Kur’an ve İslâm’ı hafife alıp alay ederler). De ki: “Siz alay ededurun. Allah, (içinizdeki, söylemekten) çekindiğiniz şeyleri mutlaka ortaya çıkarandır.” [bk. 47/29-30]

65. Şâyet onlara, (Tebük’e giderken alay etmelerinin sebebini) sorarsan: “Andolsun ki biz ancak (vakit geçsin diye) lafa dalmış şakalaşıyorduk.” derler. De ki: “Allah ile, O’nun âyetleriyle ve O’nun Resûlü ile mi eğleniyordunuz?”

(Tebük seferine giderlerken münâfıklar birbirlerine, Resûlullah (sas.) hakkında“Şu adamın haline bakın, Rum saraylarını ve kalelerini fethedeceğini sanıyor, heyhât!” deyip gülüşüyorlar, Hz. Peygamber’i hafife alıyorlardı. Onların bu hallerini bildiren âyetler tepelerine inince, şaşırıp “Biz şaka yapıyorduk.” diye özür dilemeye başladılar.)[23]

66. Hiç özür dilemeyin. Siz inandıktan sonra (Peygamber’i hafife almakla) artık kâfir oldunuz. Sizin bir kısmınızı affetsek bile, (diğer) gruba suç işlediklerinden dolayı azap edeceğiz.

67. Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirinden (yanadır ve hepsi aynı)dır. Onlar kötü olanı (İslâm’a uygun olmayanı) emrederler, iyilik(ten, Allah’a itaat)ten menederler, ellerini sıkı (cimri) tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular, O da onları unuttu (terk etti). Şüphesiz ki münâfıklar, hep fâsık (Allah’ın emrinden sapan) kimselerdir. [krş. 59/19]

68. Allah, münâfık erkeklere, münâfık kadınlara ve kâfirlere içinde dâimî kalacakları cehennem ateşini vaadetti. O, onlara yeter. Allah, onları rahmetinden uzaklaştırmıştır. Onlar için devamlı bir azap vardır.

(Münâfıklar, mü’minlerin yanında:,“Biz de iman ettik.” derler. Fakat içten içe her fırsatta Allah’ın emirlerini hiçe sayarlar ve mü’minlere karşı kin beslemekte olup kâfirlerden daha tehlikelidirler. Farzların yasak, haramların serbest bırakılmasını ve İslâm’a giden yolların engellenmesini isterler. Onlar cehennemde en alt tabakadadırlar.) [bk. 2/8-16; 4/138-145; 63/1-6]

69. (Ey müslüman görünen iki yüzlüler! Siz de) sizden öncekiler gibisiniz. (Üstelik) onlar, kuvvet bakımından sizden daha yaman, malları ve çocukları da sizden daha çok idi. Onlar, (dünya malından) hisselerince faydalanıp zevklenmişlerdi. İşte sizden öncekilerin nasiplerince faydalanıp zevklendikleri gibi, payınıza düşenle zevklenmek isteyip onların daldıkları gibi (o batağa) daldınız. İşte onların, dünya ve âhirette yaptıkları boşa gitmiştir ve onlar ziyana uğrayanların ta kendileridir.[24]

70. Onlara, kendilerinden öncekilerin: Nuh, Âd ve Semûd kavminin, İbrahim kavminin, Medyen halkının ve alt üst olmuş kasabaların haberi gelmedi mi? Peygamberleri onlara deliller (mucizeler) getirmişti (de inanmadıkları için helak olmuşlardı). Allah onlara zulmetmiş değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.

(Aşağıdaki iki âyette, mü’minlerin özelliklerinden ve bu özelliklere sahip olanlara verilecek mükâfatlardan bahsedilmektedir.)

71. Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velîleri (dostları ve yardımcıları)dır. İyiliği (tevhidi ve sâlih ameli) emrederler, kötülükten/kötü olan şeylerden menederler; namazı dosdoğru/gereğine uygun kılarlar, zekâtı verirler, Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah bu kimselere rahmet edecek (bağışlayacak)tır. Şüphesiz Allah mutlak galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir. [krş. 3/104, 110]

72. Allah, inanan erkek ve inanan kadınlara, içinde dâimî kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’ın onlardan razı olması (hepsinden) daha büyüktür. İşte bu, en büyük kurtuluştur.

(Adn cennetlerinin nebîlere, sıddıklara ve şehitlere has muhteşem ve muazzam bir yer olduğu ifade edilmiştir.)[25]

73. Ey Peygamber! Kâfirler(e karşı silahla), münâfıklar(a karşı delil getirerek, dil)[26] ile cihadda bulun ve onlara karşı sert davran; onların varacakları yer(!) cehennemdir. O, ne kötü bir dönüş yeridir! [bk. 9/123; 48/29; 66/9]

74. (Münâfıklar, senin aleyhinde söz) söylemediklerine dair, Allah’a yemin ederler. Halbuki (seni küçümseyerek) küfür kelimesini söylediler, Müslümanlık’tan sonra kâfir oldular ve elde edemedikleri şeye (sana bir suikast yapmaya) yeltendiler.[27] İntikam almaya kalkışmaları başka sebeple değil; ancak Allah ve Resûlü, O’nun “lütuf ve yardımından” o (mü’mi)nleri zengin etti diyedir. Eğer (münâfıklıktan) tevbe ederlerse, kendileri için daha iyi olur. Eğer yine (söz ve hareketleriyle inkâra) dönerlerse, Allah onlara dünyada ve âhirette acıklı bir azap ile azap eder. Onlar için yeryüzünde ne bir dost ne de yardımcı vardır. [krş. 5/59; 7/126; 85/4-9]

75. Onların bazıları da: “Şâyet O (Allah), lütuf ve kereminden bize verirse, mutlaka sadaka (zekât) vereceğiz ve muhakkak iyilerden olacağız.” diye Allah’a kesin söz verdiler.

76. Allah, lütfundan kendilerine verince de cimrilik ettiler, (verdikleri sözü yerine getirmekten ve itaatten) yüz çevirdiler. Onlar, zaten dönek kimselerdir.

77. Sonunda, O’na verdikleri sözlerden caydıkları ve yalan söylediklerinden dolayı, Allah, kendisine kavuşacakları güne kadar, onların kalplerine münâfıklığı yerleştirdi.

78. (Münâfıklar,) Allah’ın kendilerinin sırlarını da, (mü’minler aleyhine yaptıkları) gizli konuşmaları (fısıltıları) da bildiğini ve Allah’ın (bütün) gaypları (bilinmeyen ve görünmeyenleri) çok iyi bilen olduğunu hâlâ bilip anlamadılar mı?

79. Sadakalar hususunda, gönülden bağışta bulunan mü’minleri çekiştiren ve (vermek için) güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay eden (o münâfık)lar var ya, Allah onları maskaraya çevirecektir, onlar için bir de acıklı azap vardır.

(Münâfıkların reisi Abdullah b. Ubeyy, ölüm hastalığında iken, oğlu Abdullah, Resûlullah’a gelerek babası için istiğfâr etmesini istemişti. Abdullah iyi bir müslüman olduğu için Allah Resûlü de onun hatırını kıramamış, babasının affı için dua etmek istemişti. Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerîme nâzil oldu.[28])

80. (Ey Resûlüm!) Onların bağışlanmasını ister dile, ister dileme! Onlara yetmiş defa bağışlanma dilesen de, Allah onları bağışlamayacaktır. Bu, Allah’a ve Resûlü’ne karşı (imanda samimi olmayıp) küfre sapmalarındandır. Allah, emrinden sapan (fâsık)lar topluluğunu doğru yola eriştirmez.

81. Allah Resûlü’(nün emri)ne muhalefet ederek (Tebük seferine gitmeyip) geri kalan (münâfık)lar, (Medine’de kalıp) oturmalarıyla sevindiler. Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşmayı çirkin gördüler de: “Sıcakta sefere çıkmayın.” dediler. (Onlara) de ki: “Cehennem ateşi sıcaklık bakımından daha şiddetlidir. Keşke iyice bilmiş olsalardı!”[29]

82. Artık kazandıkları (günahları)nın cezası olarak az gülsünler, çok ağlasınlar.

83. Allah, seni (Tebük’ten sonra) o (savaşa gitmeyen münâfık)lardan bir topluluğun yanına döndürür de (onlar başka bir savaşa) çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık benimle hiçbir zaman (savaşa) çıkmayacaksınız ve benimle beraber hiçbir düşmanla asla savaşmayacaksınız. Çünkü siz ilk defada (çıkmayıp) oturmaya razı oldunuz. Artık geri kalan (acizler ve kadın)larla beraber oturun.”

84. Onların ölenlerinin hiçbirinin cenazesinde namaz kılma, (defin, ziyaret ve okumak için) kabrinin başında durma! Çünkü onlar Allah’a ve Resûlü’ne karşı (imanda samimi olmayıp) küfre saptılar, fâsık olarak (ilâhî emirlerden sapmış halde) öldüler.

(Âyet-i kerîmede belirtildiği üzere onlardan maksat; gerek müşriklerden, gerek müslüman gözüküp de Allah ve Resûlü’nün emirlerine samimi inanmayan ve onları kabullenmeyenlerden, gerekse İslâm’a ve müslümanca yaşamak isteyenlere düşmanlık yapan münâfıklardır.[30] İşte bundan dolayı kâfir gurubunun hiçbirine namaz kılınmaz, dua ve rahmet okunmaz.)

85. Onların ne malları ne de evlatları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla, onlara dünyada azap etmeyi ve canlarının da kâfir olarak çıkmasını ister. [bk. 9/55]

86. “Allah’a inanın ve Resûlü ile beraber cihad edin.” diye bir sûre indirildiği zaman onlardan servet sahipleri, senden izin istediler ve: “Bırak bizi (savaşa gitmeyip evde) oturanlarla beraber olalım.” dediler.

87. Onlar, (kalplerindeki nifaktan dolayı, savaştan) geride kalan (kadın ve çocuk)larla beraber olmaya razı oldular. Bu sebeple, onların kalplerine mühür vuruldu. Artık onlar, (Allah yolunda ve Resûlullah’ın beraberinde olma saadetini) anlamazlar.

88. Fakat o Peygamber ve onunla beraber olan mü’minler, mallarıyla ve canlarıyla savaştılar. İşte bunlar var ya, bütün hayırlar onlarındır. Onlar, umduklarına kavuşanların ta kendileridir.

(Burada âyette geçen “bütün hayırlar”dan maksat hakkın zaferi, hâkimiyeti ve bu uğurda savaşanların elde ettikleri ve edecekleri dünyevî ve uhrevî nimetlerdir.)

89. Allah, onlar için alt tarafından ırmaklar akan ve orada ebedî kalacakları cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük kurtuluş (ve saadet)tir.

90. Bedevîlerden (fakir ve çok çocuklu olup da) özür beyan edenler, kendilerine (savaştan) izin verilmesi için geldiler; Allah’a ve Resûlü’ne yalan söyleyenler de (umursamadan evlerinde) oturdular. Onlardan küfre sapanlara acıklı bir azap isabet edecektir.

91. Allah ve Resûlü için, ‘samimi dürüst’ davranışlarda bulunmak şartıyla; güçsüzlere, hastalara, (seferde) harcayacak (bir şey) bulamayan (fakir)lere, (savaşa katılmamaktan dolayı) bir günah yoktur. İyilik edenler aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

92. Kendilerini bindir(ip savaşa gönder)men için sana geldiklerinde: “Sizi üzerine bindireceğim bir şey bulamıyorum.” deyince, harcayacak bir şey bulamadıklarından dolayı, üzüntüden gözlerinden yaş dökerek dönen kimselere de (bir günah) yoktur.[31]

93. Sorumluluk, ancak zengin oldukları halde (kalplerindeki nifaktan dolayı savaşa gitmemek için) senden izin isteyenleredir. Onlar, geri kalan (kadın ve çocuk)larla beraber olmaya razı oldular. Allah da kalplerini mühürledi. Artık onlar, (bunu ve başlarına geleceği) bilmezler.

94. (Savaştan sonra münâfıkların) yanlarına döndüğünüz zaman, size özür beyan ederler. (Resûlüm!) De ki: “Hiç özür dilemeyin, size asla inanmayacağız. Çünkü Allah (sizin gizlediğiniz şeylere ait) haberlerinizi bize bildirdi. (Bundan böyle) yaptığınızı Allah da Resûlü de görecek. Sonra (hepiniz, bütün) görünmeyeni ve görüneni bilen (Allah’)a döndürüleceksiniz. O da yaptıklarınızı size haber verecektir.”

95. Siz (cihaddan sonra) onlara döndüğünüzde kendilerin(e ceza vermek)ten vazgeçmeniz için Allah’a yemin edecekler. Siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar pistir/murdardır, kazanmakta oldukları (kötü işleri)nin karşılığı olarak varacakları yer de cehennemdir.

96. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler. Bilesiniz ki siz onlardan hoşnut olsanız da (faydasız). Şüphesiz ki Allah, o yoldan çıkmış toplumdan asla razı olmaz.

97. Bedevîler (göçebe Araplar), küfür ve münâfıklık bakımından (şehirde yaşayan Araplar’dan) daha şiddetlidir. Allah’ın, Resûlü’ne indirdiği (hükümlerin) sınırlarını tanımamaya da daha yatkındırlar. Allah (her şeyi) bilendir, gerçek hüküm ve hikmet sahibidir.

98. Kimi bedevîler, (Allah yolunda) harcayacağını angarya sayar ve (bundan kurtulmak için dört gözle) size belalar gelmesini beklerler. O kötü belalar kendi başlarına gelsin! Allah (her şeyi) işitendir, bilendir.

99. Bedevîlerin Allah’a ve âhiret gününe inananları ve sarf ettiğini Allah katında yakınlık (kazanmay)a ve Peygamber’in duaların(ı almay)a vesile edinenleri vardır. Haberiniz olsun ki o (verdikleri şeyler), kendileri için tam bir yakınlıktır. Allah onları rahmeti (ile cenneti)ne koyacaktır. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir.

100. (İslâm’a hizmette) öne geçen Muhacirler ve Ensâr[32] ile iyilikte onlara uyanlar var ya, Allah onlardan razı olmuştur. Onlar da O’ndan razı olmuşlardır. (Allah,) onlara alt tarafından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları cennetler hazırladı. Bu en büyük kurtuluş (ve saadet)tir.

101. Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münâfıklar vardır. (Ayrıca) Medine halkından da münâfıklığı huy edinenler vardır. Onları sen bilemezsin, onları ancak biz biliriz. Onlara iki defa (hem dünyada hem kabirde) azap edeceğiz. Sonra (onlar) büyük bir azaba döndürüleceklerdir. [bk. 47/30]

102. (Münâfıkların dışında ihmallerinden dolayı Tebük seferine gitmeyen) diğerleri (hemen tevbe edip) günahlarını itiraf ettiler, (önce yaptıkları) iyi bir işi, kötü bir işle karıştırdılar. (Bu sebeple onlar tevbe ederlerse) bakarsın ki Allah onların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

103. Onların mallarından kendilerini temizleyen ve (günahlardan) arıtıp temize çıkaran bir sadaka al ve onlara dua et. Çünkü senin duan, onlar için bir huzur (ve güven)dir. Allah her şeyi işiten, çok iyi bilendir.

104. Onlar, kullarından tevbeyi ve sadakaları yalnız Allah’ın kabul edeceğini (hâlâ) bilmediler mi? Gerçekten Allah, tevbeyi çokça kabul edendir, çok merhamet edendir.

105. De ki: “(Ey insanlar! İstediğinizi) yapın, çünkü yaptığınızı ileride Allah da, Resûlü de, mü’minler de görecektir. (Hepiniz) görünmeyen ve görüneni bilen (Allah’ın huzurun)a döndürüleceksiniz. O, yaptıklarınızı size haber verecektir.”

106. (İhmallerinden dolayı savaşa gitmeyen fakat tevbeye de acele etmemiş olan) diğerleri(nin haklarındaki hüküm ise,) Allah’ın emri(nin gelmesi) için geriye bırakılmıştır. (Allah) ya onları azaba uğratacak ya da onların tevbesini kabul edecektir. Allah çok iyi bilendir, tam bir hüküm ve hikmet sahibidir. [bk. 9/118]

(İçlerinde Ebû Lübâbe (ra.) de olmak üzere bir bahane ile savaşa katılmayan münâfıklardan başka birkaç sahabi vardı. Bunlar hemen hatalarını anlayıp pişman olmuşlar ve tevbe etmişler; üstelik haklarında yukarıdaki af âyetleri gelinceye kadar, ceza olarak, kendilerini mescidin direğine bağlamışlardı. Allah Resûlü seferden dönüp âdeti üzere önce mescidde iki rekat namaz kıldı ve bunların hallerini öğrendi. Çözülmelerini Hz. Peygamber’e bırakmışlardı; o da onları haklarında tevbelerinin kabul edildiği âyetler gelinceye kadar çözmedi. Bu gruptan olan diğer üç kişi Kâb b. Mâlik (ra.), Murâra İbni Rebî (ra.), Hilâl İbni Ümeyye (ra.) idi. Bunlar hem de Bedir Ashâbı’ndan idiler ki, tevbelerini geciktirmiş ve Resûlullah (sas.) de onlarla oturma ve konuşmayı menetmişti. Bunun üzerine dünya kendilerine dar gelmişti. Nihayet 118. âyette durumları belli oldu ve tevbeleri kabul olundu.)[33]

107. Bir de (haktan yana gözüküp müslümanlara) zarar vermek, küfr(e hizmet) etmek, mü’minlerin arasına ayrılık sokmak ve daha önceden Allah ve Resûlü’ne karşı savaşanı(n da oraya gelmesini) bekleyip gözlemek için bir mescid[34] edinenler: “Biz (bununla) iyilikten başka bir şey istemedik.” diye kesin bir ifade ile yemin edecekler. Halbuki Allah onların kesinlikle yalancı olduklarına şahitlik eder.

108. (Resûlüm!) Onun içinde hiç namaz kılma! Daha ilk günden takvâ üzerine (Allah’ın emrine ve rızasına uygun) kurulan mescidin (Kuba mescidi) içinde namaz kılman daha uygundur. (O mescidin) içinde tertemiz olmayı arzu eden adamlar vardır. Allah da tertemiz olanları sever.

109. Binasını Allah korkusu ve rızası üzerine kuran mı hayırlıdır, yoksa yıkılmak üzere olan bir uçurumun kenarına kurup da onunla birlikte cehennem ateşine göçen kimse mi? Allah, zalimler güruhunu doğru yola eriştirmez.

110. Onların yaptıkları bina, kalpleri parçalanıncaya kadar kalplerinde bir şüphe (ve ıstırap kaynağı) olarak kalacaktır. Allah (her şeyi) çok iyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

111. Şüphesiz ki Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, onlara (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır; çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürür ve ölürler. (Bu,) Tevrat, İncil ve Kur’an’da (Allah’ın) kendisi üzerine hak (borç olarak yazdığı) bir vaaddir. Sözünü Allah’tan daha çok yerine getiren kimdir? O halde (Ey mü’minler!) O’nunla yaptığınız alışverişe sevinin. Bu da en büyük başarı ve saadettir.

112. (O mü’minler;) tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar,[35] rükû edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmeye çalışanlar ve Allah’ın sınırlarını (koyduğu hükümleri) koruyanlardır. (İşte, böyle) mü’minlere (cenneti) müjdele!

113. Müşriklerin (tevbesiz ve şehadetsiz ölüp de) cehennem ehli oldukları kesin biçimde belli olduktan sonra, artık akraba bile olsalar, ne peygamberin ne de mü’minlerin onlar için mağfiret dilemesi yaraşır.[36]

114. İbrahim’in atasına mağfiret dilemesi de, ancak (önceden) ona verdiği sözden dolayıdır. Fakat onun, Allah’ın bir düşmanı olduğu kendisine belli olunca ondan uzaklaştı (istiğfârını kesti). Gerçekten İbrahim çok içli, çok yumuşak huylu idi. [krş. 6/74; 19/47]

115. Allah bir kavmi doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri (haramları) kendilerine açıklamadıkça, (günahları yüzünden) onları sapıklıkta saymaz (sorumlu tutmaz). Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir.

116. Göklerin ve yerin mülkü (hükümranlığı) Allah’ındır. O hem diriltir hem öldürür. Sizin için Allah’tan başka ne bir velî/dost ne de bir yardımcı vardır.

117. Andolsun ki Allah, Resûlü’nü (münâfıkların savaşa gitmeyenlerine izin vermesi yüzünden affettiği gibi) güçlük zamanında ona uyan Muhacirler ile Ensar’ı içlerinden bir kısmının kalpleri neredeyse kayacak duruma geldikten sonra tevbeye muvaffak kıldı. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O çok şefkatli, çok merhametlidir.

118. Ve (ihmallerinden dolayı Tebük seferine gitmeyen ve af durumları) geriye bırakılan o üç kişinin de (tevbelerini Allah kabul etti). Çünkü artık yeryüzü bunca genişliğiyle onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıkıştırmış ve Allah’tan başka sığınılacak yerin olmadığını anlamışlardı. (Bundan) sonra (önceki iyi hallerine) dönmeleri için (Allah) onların tevbelerini kabul etti. Çünkü Allah tevbeyi çok kabul eden, çok merhametli olandır.

119. Ey iman edenler! Allah’ın emirlerine uygun yaşayın/aykırı davranmaktan sakının ve doğru (sâdık) olanlarla beraber olun.[bk. 89/29]

120. Medine halkı ve çevresindeki çöl Araplarının, Allah’ın Resûlü’nden geri kalmaları (emirlerine aykırı hareket etmeleri), kendi canlarını (ve rahatlarını) onun hayatından üstün tutmaları (doğru) olmaz. İşte onlara, Allah yolunda erişecek bir susuzluk, bir yorgunluk, bir açlık veya (kendilerine düşmanlık eden) kâfirleri kızdıracak bir yere ayak basmaları ve düşmana karşı bir başarı kazanmaları (gibi her türlü hal ve hareket), ancak kendilerine iyi bir amel (sevabı) yazılması içindir. Çünkü Allah, iyi harekette bulunanların mükâfatını zâyi etmez.

121. (Onlar, Allah yolunda) az veya çok bir masraf yapmayagörsünler, (herhangi) bir vadiyi geçmeyegörsünler; Allah onları yaptıklarının daha güzeliyle mükâfatlandırsın diye (bunlar) mutlaka onların lehine yazılır.

122. Mü’minlerin hepsinin birden (genel zorunluluk olmadıkça savaş için) seferber olmaları gerekmez. Onların her kesiminden bir grubun da dinde (dînî ilimlerde) derin bilgi elde etmek ve kavimleri kendilerine döndüklerinde onları uyarmak (ve irşad etmek) için seferber olmaları (çalışmaları) gerekir ki bu sayede (yanlışlıklarından) sakınsınlar.

(Âyet-i kerîmeye iki türlü anlam verilmiştir. 1. Hz. Peygamber’in genel savaş dışında katılmadığı seriyyelerde her kesimden bir grubun dışındakilere savaşa katılmak farz-ı ayn olmadığından, onların ilim öğrenmek için kalmalarının gerektiği, 2. İlim öğrenmek için seferber olup Medine’ye gelenlerin topyekün değil de her kesimden/kabileden bir grubun gelmesidir. Dînî ilimler, sadece helal ve haramlarla sınırlı olmayıp bütün bir hayatı kuşatacak genişliktedir. Dinde derinleşmesi istenen grup da bu vazifeyi îfâ edecektir.)

123. Ey iman edenler! (Size düşmanlık eden) kâfirlerin önce, size (yer ve soy itibariyle) yakın olanlarıyla savaşın. Onlar, sizde büyük bir sertlik (ve şiddet) bulsunlar. İyi bilin ki Allah takvâlı olan (emrine uygun yaşayan)larla beraberdir. [krş. 9/73; 48/29]

124. Bir sûre indirildiği zaman, o (münâfık ola)nlardan bazısı: “Bu hanginizin imanını artırdı?” der. (Oysa, her inen sûre) iman edenlerin imanını artırmış (kuvvetlendirmiştir) ve onlar (her inen vahiyle sevinip) müjdeleşirler. [bk. 8/2]

125. Kalplerinde (şüphe, küfür, şirk ve münâfıklık gibi) bir hastalık bulunan kimselere gelince, (o sûreler) onların murdarlıkları üzerine murdarlığı (küfürleri üzerine küfrü) artırmış ve onlar kâfir olarak ölmüşlerdir. [bk. 17/82; 41/44]

126. Onlar her yıl bir veya iki defa belaya uğratıl(ıp imtihana çekil)diklerini görmüyorlar mı? Böyle iken yine de (nifaklarından) tevbe etmiyorlar ve (bundan) ibret de almıyorlar.

127. (Münâfıkların ayıplarını bildiren) bir sûre indirildiği zaman: “(Mü’minlerden) birisi sizi görüyor mu?” diye birbirlerine bakarlar, sonra (gören yoksa) sıvışıp giderler. Onlar (hakikati) anlamayan bir güruh olmaları sebebiyle, Allah onların kalplerini (imandan) döndürmüştür.

128. (Ey insanlar!) Andolsun ki size kendinizden öyle bir peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir.[37] Size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatli, çok merhametlidir. [bk. 2/129; 3/164]

129. (Resûlüm! Sana inanmaktan) yüz çevirirlerse hemen de ki: “Bana Allah yeter. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Ben ancak O’na güvenip dayandım. O, büyük (ve yüce) Arş’ın Rabbidir (sahibidir).


[1] Sûrenin başı, müşriklerin Allah ile alâkalarının kesildiğine dair bir ihtar ve açık uyarıdır. Bu sûre “besmele” ile başlamamıştır. Çünkü besmeledeki “Rahmân” ve “Rahîm” sıfatı, Allah’tan alaka kesmeye ve müşriklerle savaşınca onları öldürmeye aykırıdır. Bu yüzden yalnız “Bismillâh” demek bile caiz değildir. Öte yandan, bu sûrenin “Enfâl” sûresinin devamı olup olmadığı hakkında Ashâb-ı kirâm ihtilaf etmiştir. Nüzûlü sırasında da Hz. Peygamber besmele yazılmasını emretmemiştir. Ancak bu mahzur yalnız sûrenin başından okunurken olup herhangi bir yerinden okunduğu zaman besmele çekilir (Beydâvî; Celâleyn; Elmalılı, III, 2242-2243). Hicretin dokuzuncu yılı “hac emîri” olarak Hz. Ebû Bekir gönderilmişti. Bu sûre inince Allah Resûlü, Allah’ın emirlerini hacda bulunanlara tebliğ için Hz. Ali’yi gönderdi. Sûre bir ültimatom mahiyetinde olup kısaca müşriklerin Allah ile alakasının kesildiğini, bundan sonra Kâbe’ye yaklaştırılmayacaklarını, dört ay içinde İslâm’a girmedikleri takdirde ya öldürüleceklerini veya ülkeyi terk edeceklerini bildiriyordu. Hz. Ali, Hz. Ebû Bekir‘in hutbesinden sonra bayramın birinci günü ayağa kalkarak, sûrenin başından 30-40 âyet okuyup tebliğ etti. [bk. Râzî, XI, 398-402]

[2] Haram aylar, hürmet edilen aylar olup bu aylarda savaş yapılması haramdır.

[3] Mukâtil, s. 48.

[4] Huneyn: Tâif ile Mekke arasında, Tâif’e daha yakın bir vadinin adıdır.

[5] İbni İshak, IV, 247.

[6] İslâm’a uygun bir imana sahip olmadıkları için müşrikler, hangi özellikte olurlarsa olsunlar, ne kadar yıkanırlarsa yıkansınlar pistirler.

[7] Dokuzuncu hicret yılından.

[8] Kur’an’a göre, Allah’ın emirlerini hiçe sayarak O’na başkaldıran, fitne çıkaran, dînî azınlıklara ya da 2/190. âyette geçtiği üzere müslümanlara karşı savaşa kalkışanlara karşı savaşılır.

[9] bk. 5/17, 73.

[10] Müşriklerin, “Melekler Allah’ın kızlarıdır.” şeklindeki sözlerini.

[11] Taberî, VI, cüz: 10, 80-81.

[12] Yani gerek konuşma, gerekse plan, program, fikir, sistem, kanun ve felsefeleriyle.

[13] İslâm, değişikliğe uğramamış ilâhî ve evrensel tek dindir. Önceki dinleri yürürlükten kaldırmıştır.

[14] Hükmü para karşılığı satmak, Tevrat ve İncil hükümlerini, şeriati çıkarları karşılığında değiştirmek ve Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bildiren kısımlarda tahrifat yapmak suretiyle (Beydâvî).

[15] İslâm yalnız vicdanları uyandırmakla kalmaz, aynı zamanda zekât yoluyla serveti zenginden alıp fakire vermeyi sağlar. İslâm faiz ve saklı servetle savaşır. İhtikârı, stokçuluğu, israfı, gösteriş için yapılan harcamaları yasaklayarak maddî zenginlikleri herkesin faydasına sunar.

[16] Parantez içinde verilen mâna meçhul olarak okunan “yudallu” fiilinin; Nâfî, İbni Kesîr, Ebû Âmir, Âsım’dan naklen Şu‘be ve Ebû Câfer kıraatlerinde “yadıllu” şeklindeki okunuşuna göredir.

[17] Hicretin dokuzuncu yılı idi. Bizans İmparatorluğu, müslümanları imha etmek için yaklaşık 40 bin kişilik bir ordu toplayıp Şam tarafından yola çıkmıştı. Bunu haber alan Resûlullah da derhal onlara karşı savaşılacağını açıktan ilan etti ve ordu toplamaya başladı. Fakat münâfıklar gitmemek için, “Yol uzun, mevsim sıcak, mahsullerimiz ortada” diye müslümanları caydırmaya çalışıyorlar, hatta, “Onlarla savaşmak bir çılgınlık” diyorlardı. Çünkü münâfıklar imanlarına göre değil menfaatleri doğrultusunda hareket ederler. Hatta bazı yeni müslümanlar da bunlara kanarak gitmek istemiyorlardı. Fakat Resûlullah (sas.), ashâbın gayret ve yardımıyla yaklaşık 30 bin kişilik bir ordu toplayıp yola çıktı ve Tebük’e kadar gittiler. On gün orada kaldılar, fakat karşı taraf gelmeyince iki ordu karşı karşıya gelmedi. Fakat Eyle, Ezru gibi bazı Bizans kasabaları, kendiliklerinden İslâm devletinin hâkimiyetine girdiler. Böylece hükmen de olsa, bir galibiyet elde edildi. Bu iki âyet, müslüman ve münâfıkların davranışları hakkında inmiştir. Bu türlü davranışlar her devirde görülmüştür (Bûtî, s. 416-418; Gazzalî, s. 435-442).

[18] Gerek 9/91. gerekse 48/17. âyetlerde savaşa katılmamaya izin verilenler beyan edilmiştir.

[19] Bu ifadeyi dua cümlesi olarak “Allah seni affetsin.” diye tercüme etmişlerdir. Allah’ın, kendi kendine bu lafzı kullanması olmayacağından yukarıdaki ifadeyi uygun bulduk.

[20] Rum kızlarını görünce sabredemeyip zinaya düşeceklerini bahane ediyorlardı.

[21] Sâbûnî (Safve), I, 541.

[22] Fakir, nisap miktarına yani asgarî zenginlik miktarı kadar bir mala mâlik olmayan, geliri giderini karşılamayan kimsedir ki, dilenmesi helal değildir. Miskin (yoksul) ise, hiç malı olmayıp yiyecek ve giyecek temini gayesiyle dilenmeye ihtiyacı olan kimsedir.

[23] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 153.

[24] Cenâb-ı Hak, bu âyet-i kerîmede, münâfıkların âhireti unutup dünya hayatından kâm almanın, zevk ü sefa içinde geçirmeyi kâr bilmenin sonucunun ziyana uğramak olduğunu bildirerek mü’minleri de uyarıyor. [bk. 57/20 ve bu davranışın karşılığı olarak da bk. 24/55]

[25] Beydâvî.

[26] Beydâvî; Mukâtil, s. 152.

[27] Münâfıklar Resûlullah’ın Tebük seferinden dönüşünde bir suikast planı hazırladılar. Resûlullah (sas.) geceleyin bir tepe üzerinden geçerken onu bir çukura itip yuvarlayacaklardı. Allah’ın yardımıyla haberdar oldu ve yolunu değiştirdi. [bk. Mevdûdî, II, 237]

[28] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 159.

[29] Tebük, Vâdilkura ile Şam arasında Hıcr ile Şam’ın başlangıcındadır. Tebük ile Medine arası 12-14, Şam’a da 11 merhaledir. (Bir merhale, askerî birliğin yaya olarak bir günde alacağı yoldur.) Tebük seferi 30.000 mevcutla hicretin dokuzuncu yılında Receb ayında olmuştur. Bu sefer, son derece sıcak ayda yapıldığı için buna “güçlük zamanı” denmiştir (9/117).

[30] Mevdûdî, II, 258; Sâbûnî (Safve), II, 38-39.

[31] Yedi sahabi fakirliklerinden dolayı binecek ve yiyecekleri bulunmadığı için Hz. Peygamber’e gelip ağlıyorlardı. Bunları bu halde dönerlerken gören ve durumlarını öğrenen İbni Yâsir’in, bir sakat devesi vardı, ikisine onu verdi. Hz. Abbas diğer ikisine, Hz. Osman da üçüne binek sağladı. [Köksal, XVI, 162-163]

[32] Muhacirler, müslüman olmalarından ve İslâm’a uygun yaşamak istemelerinden dolayı Mekke’den müşriklerin/putperestlerin çeşitli baskı ve zulümleri sebebiyle Medine’ye hicret eden müslümanlardır. Ensar da bu muhacirlere yardım eden Medine’deki müslümanlardır.

[33] İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 167; Emiroğlu, V, 364-365; Elmalılı, IV, 2633-2645.

[34] Bu, münâfıkların Medine’de yaptığı Mescid-i Dırâr olarak tanınan mesciddir. Câhiliye devrinde hıristiyan olan ve Allah Resûlü ile savaşan Ebû Âmir er-Rahîb münâfıklara, Kuba’ mescidinin yakınında bir mescid yapmaları için bir mektup yazmıştı. Adı mescid olacaktı ama Ebû Âmir’in Şam’dan bir orduyla gelmesine kadar münâfıkların karargâhı olarak hizmet verecekti. Akıllarınca bu kâfir ordu sayesinde hem kendilerini koruyacaklar, hem de Resûlullah’ı ve ashâbını sindirip dağıtacaklardı. Binayı yaptılar ve buna kutsiyet kazandırmak için de Allah Resûlü’ne giderek: “Biz, uzağa gidemeyen ihtiyar ve özürlüler için bir mescid yaptık, senin namaz kıldırıp dua etmenle birlikte açılışını yapmak istiyoruz.” dediler. Allah Resûlü: “Şimdi Tebük için sefere çıkıyoruz, Allah’tan izin olursa dönüşte!” buyurdular. Fakat dönüşte Cebrail (as.) gelerek buranın Mescid-i Dırâr (zarar mescidi) olduğunu bildirdi. Resûlullah da emir buyurarak burayı yıktırdı. Çünkü burası, İslâm’ı içinden yıkmak, müslümanların birliğini bozmak üzere yapılmış bir kurum durumunda idi. Hâlen yeryüzünde İslâm’a ve müslümanlara zarar verme, onların kökünü kazıma yolunda çeşitli hainlikler düşünen münâfıklar, yani hakikatte kâfirler, iyi niyetli gözüken planlar yapmaktadırlar.

[35] Âyetteki “seyahat edenler” ifadesini, “Ümmetimin seyahati oruçtur.” hadîs-i şerîfine göre oruçla tefsir etmişlerdir. Atâ (ra.), İkrime (ra.) ve Osman b. Maz’ûn (ra.) da, “Cihad ve ilim tahsili için seyahat edenler” demişlerdir (Beydâvî; Elmalılı, III, 2625).

[36] Bu âyet-i kerîmede gerek Allah’ı tanımayan kâfirlere, gerek Allah’ı tanıdıkları halde hükümleri altına girmeyi ve Resûlü’ne tâbi olmayı istemeyen müşriklere karşı mü’minlerin rahmet ve mağfiret dilememesi gerektiği belirtiliyor. Resûlullah (sas.) arzu etmemesine rağmen müşrik olarak ölen amcası Ebû Tâlib’e acıyıp istiğfarda bulunmak istemişti. Çünkü o, İslâm için birtakım fedakârlıklar yapmıştı. Fakat isteği, bu âyetle geri çevrildi (Zebîdî, IV, hadis no: 665). Allah Resûlü’nün anne ve babasına gelince; onların kendisinin nübüvvetinden önce, fetret devrinde öldükleri için sorumlu olmayıp azap olunmayacakları bildirilmektedir (Zebîdî, IV, 539-542). [bk. 17/15]

[37] “Azîz” kelimesinde durulursa, mana şöyle olur: “…Öyle bir peygamber gelmiştir ki azîz (şânı ve şerefi yüce)dir, size gelen sıkıntı ona da gelmiştir.”